25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

HUKUK POLİTİKASI 18 Tartışma Hayrettin Ökçesiz okcesizhayrettin@gmail.com CBT 1454/30 Ocak 2015 Osmanlıca düşkünlüğü Prof. Dr. Cahit Kavca Ankara Üniversitesi Özgürlük Deyince Charlie’ye ve Cumhuriyet’e... Sevgili Okurlarım, Yeniden merhaba! On beş günde bir yine buradayım. Beraberiz bu dar zamanlarda yine, birbirimize umut, güvenç, sevinç olalım diye Özgürlük yolunda, Hak, Adalet yolunda... “Hukuk Politikası” bu yolun politikası oldu hep. Ghandi’nin gözümü açan bir sözü vardır: “Gerçek size eylemde görünür” der. Gerçek ve Gerçeklik üzerine olan sözlerimizi eylem içinde olmak, eylem içinde kalmak, eylemle devinmekten damıtmış olmak gerekiyor. Eylemde var oluyoruz, eylemle var oluyoruz. Ben de bu yüzden hep, “söz eylemden doğmalı, eylem doğurmalı” der dururum. Çünkü Özgürlük İnsan’ın, Gerçeğin eylem halidir. Bu yüzden özgürlüğün hasmı, düşmanı çoktur, bunlar çok güçlüdürler. Kitlelerle, kütlelerle özgürlüğün üstüne yürürler. Ezerler, öldürürler, yakıp yıkarlar ama yaratamazlar. Yaratanlara bu yüzden iflah olmaz bir kıskançlıkları vardır. Üretemezler, asalaktırlar. Sömürürler. Eylemsiz kalmamızı isterler. Eylemsizlik köleliktir, kapılara kulluktur, nesneleşmektir. Özgürlük deyince ürkerler. Onun aslında kendileri için de olduğunu kavrayamayacak denli kararmıştır zihinleri. Yazık ederler kendilerine doğrusu! Korkunç bir vahşet sarmalını büyük bir gayretle işletirler. Can verirler, can alırlar. Özgürlükse ölmek, öldürmek için değildir. İşlerine yaramaz. Onu anlamak kendilerini yoldan çıkarır. Bu yüzden birbirlerini sürekli denetim altında tutarlar. Uyanan olursa derhal bir biçimde uyuturlar. Özgürlüğün karşısında neler, kimler yoktur ki! Töre, namus, şeref, itibar, her cinsinden kutsallar, mafya, iktidarlar, kapitalistler, hırsızlar, katiller, zavallı sürücanlar, solucanlar, salaklar... Ya özgürlüğün yanındakiler? Bir tek sen varsın sevgili okurum. Özgürlükten korkuyoruz. Özgürlükten kaçıyoruz. Bizi korkutuyorlar, ürkütüyorlar özgürlükten. Başıbozukluk, kaos, anarşiymiş gibi anlatıyorlar çocukluğumuzdan beri. Başkalarının daha üstün temel hakları karşısında her özgürlük eyleminin sınırlarını bulacağını, buna da hukuk devleti düzeni dendiğini, bu yüzden korkulacak bir şey olmadığını bize söylemiyorlar. Evet, özgürlük anarşiktir, kaotiktir, başı bozuktur, kafası karışıktır. Böyle olduğu için önce özgürlüktür. Çünkü özgürlüğü isteyen insan bu zorlu iklimi göğüslemek cesaretini gösterir önce. Bundan sorumlu olmayı ister ve bedelini ödemeye kendini hazır tutar. Çünkü özgürlük sorumlu olmaktır, bedel ödemektir. Ancak böylesine güçlü bir Özgürlük zalimlerin elinden tüm güçlerini alır. Özgürlük dayanışmayla, paylaşmakla büyür çoğalır. Herkesin değilse, kimsenin değildir. Çünkü özgürlük bir ayrıcalık değildir. Ayrıcalık olduğu yerde özgürlük sandığımız şey keyfiliktir, sorumsuzluktur, hırsızlıktır. Özgürlük saygısızdır. Özgürlük kimin kaç keçisi, kaç çerisi var diye saymaz. Saygısı saymaktan gelmez. Özgürlüğün tek saygısı Gerçeğedir. Gerçeği onun özünden çıkarırsanız geriye alçak bir ikiyüzlülük kalır ve keyfiliğe doğru bozulur gider. Asil bir şarabın sirkeleşmesi gibi bir şeydir bu. Gerçek de yalnızca özgürlük ister. Özgürlük ve Gerçek aşkımız bizi saygısız da yapabilir. Bizden gerçeğe ve özgürlüğe bağlanmak yerine kendine saygı isteyen kimse bizden gerçekte ne istemiş olur, bir kez düşünelim, isterseniz? İlk önce, istediği saygı, saygılı bir saygı değildir. Bununla daha çok, üzerimizdeki tahakkümünün sürmesini istemektedir. Sonra, Özgürlük ve Gerçek ısrarımızın insanlık için ne anlama geldiğini bilebilecek bir durumda değildir. Özgürlük ve Gerçek arayışımız kimseyi aşağılamaz. Herkesi yüksek bir ülküye doğru yüceltir. Gelemeyenler kendisini aşağıda kalmış, aşağılanmış hissederler. Özgürlüğü savunmak, kullanıldığı her konuyu savunmak değildir elbette. Ama kullanılan her konuda katılmasak bile özgürlüğü savunmak gerekir. Özgürlük isyancıdır. Baş eğmez, boyun eğmez. Tüm insanlara eşit ve daha çok verilmek ister. Çünkü eşit ve daha çok özgürlük insanlık onurunun kurucu öğesidir. Özgürlüğü düşünmeden ve duyumsamadan bu onuru kavrayabilmemiz olanaksızdır. Çünkü bu özgürlük bizi ayakta tutan omurgamızdır. Raskolnikov, “Tanrı yoksa her şey mubahtır” demişti ya, belki bununla “Özgürlük yoksa her şey mubahtır” demek istiyordu, kim bilir? Evet, özgürlüğün hiç olmayacağı ve her şeyin mubah olacağı bir cehenneme doğru ilahiler okuyarak gidiyoruz, sanırım. A ralık 2014 başında toplanan Millî Eğitim Şurası’nın Din Şurasına dönüştüğü ve ağırlığı Osmanlıcanın oluşturduğu görülmektedir. “Osmanlıca” dersini Şuranın en önemli konusu haline getirenler, ya Osmanlıcanın ne olduğunu bilmiyorlar ya da bilinçli ve kasıtlı olarak bilmezden geliyorlar. Öncelikle Osmanlıca yandaşları “Eski Yazı” ile Osmanlıcayı birbirine karıştırıyorlar, “Eski Türkçe” den ise hiç haberleri yok. Önce kısa birer tanım yapalım. Osmanlıca, Arap alfabesiyle yazılan, Arapça, Farsça (İran dili) ve Türkçe karışımı, aydınlar arasında ve saray çevresinde kullanılan, halka yabancı bir yazı dilidir. “Eski Yazı” ise Arap alfabesiyle Türkçe yazılan, Harf Devrimi’nden önce kullanılan yazıdır. Eski yazıyı bilmek; Osmanlıcayı okumak, anlamak ve yazmak için kesinlikle yeterli değildir. Eski yazıya halk arasında “Eski Türkçe” denir. Eski Türkçe alfabeyi bilmek, Osmanlıca metinleri okuyup anlamak için yetmez. BİLİNMESİ GEREKENLER • Osmanlıca yaklaşık %7580 Arapça ve Farsçadan, %2025 Türkçeden oluşan karma bir dildir. Elbette ki bu oranlar dönemlere ve yazarlara göre değişiklik gösterir. Sözgelimi Tanzimat’tan sonra ve Millî Edebiyat döneminde Türkçe oranı yükselir. • Karma bir dil olduğu için, bu üç dilden birini örneğin Arapçayı çok iyi bilen bir kişi Osmanlıca metinleri okuyup anlayamaz. Üç dili de az çok bilmek gerekir. İmam hatip okulu mezunları, hatta özel ilgisi ve merakı olanların dışında ilahiyat fakültesi mezunları da Osmanlıca metinleri, örneğin Fuzuli’nin “Su Kasidesi”ni, Baki’nin “Kanuni Mersiyesi”ni kolay kolay okuyup anlayamazlar. Çeşitli nesirleri anlayamazlar. Osmanlıca diye diye nutuk atan üst düzey yöneticiler de doğru dürüst bilmez Osmanlıcayı. Şura üyelerinin büyük çoğunluğu hiç bilmez. EĞİTİM BİRSEN yöneticilerinden bilen var mı acaba? Peki, yarım yamalak eski yazıyı öğrenen çocuklar, nasıl okuyup anlayacak eski metinleri? Çok anlamsız ve gereksiz bir şekilde yorulmaktan, boşuna emek vermekten, eziyet çekmekten başka çocukların eline ne geçecek? İlgililer bunu biliyor mu? • Ülkemizde 2003 yılında, şimdiki iktidarın ikinci yılında açılan ve sayısı bugün 88’e ulaşan Sosyal Bilimler Liselerinde de okutuluyor Osmanlıca dersi. Hem de zorunlu ders olarak. O zamanki temel gerekçe, arşivlerdeki belgeleri okuyacak eleman yetiştirmekti. O liselerde okuyup da arşivde çalışan bir tek mezun var mı bugün? Onlar okuyup anlıyorlar mı acaba Osmanlıca metinleri? Bakanlık en küçük bir araştırma, inceleme yaptı ya da yaptırdı mı? Osmanlıca sevdalıları ne diyor bu sorulara? Şimdiki temel gerekçe ise mezar taşları okumakmış! Komik değil mi? • 28 harften oluşan Arap alfabesine Farsça “p, ç, j” harflerini eklemiş, Osmanlılar da 31 harften oluşan bu alfabeyi alıp kullanmışlardır. Bu harflerin bağımsız şekli ile sözcüğün başındaki, ortasındaki, sonundaki şekilleri farklıdır ve bunları öğrenmek yeni harfler kadar kolay değildir. Bunlar biliniyor mu? • Osmanlıca ile halkımızın yerinde bir deyişiyle Eski Türkçeyi karıştırmamak gerekir. Arapça, Farsça, Türkçe bilmeden Osmanlıca öğrenilemez. Eski yazıyı öğrenen bir kişi Arapça öğrenmiş olmaz. Çünkü Arapça ayrı bir dildir. • Ülkemizde Osmanlıcayı en iyi bilenler, üniversitelerin Türk Dili ve Edebiyatı bölümü ile Tarih bölümü mezunlarıdır. Çünkü uzmanlık alanları bunu gerektirir ve onlar Türkçenin yanı sıra az çok Arapça ve Farsça da öğrenirler. • Arap alfabesinde sesli harf sayısı çok azdır ve bu alfabe Türkçenin yapısına uygun değildir. Örneğin “kef” ve “lam” harfleriyle yazılan bir sözcük “gel, gül, göl, kel, kil, kül…” biçiminde okunabilir. Doğru biçimi ise sözün gelişinden anlaşılır. Çocuklar bunu yapabilir mi? Yapmaları gerekir mi? • Bilim tarihçisi bir gazeteci yazar çok haklı olarak şu iki soruyu soruyor: “Osmanlıcanın liselerde öğretilmesini isteyenlerin, Osmanlıcanın geçirdiği evrimden haberleri var mı? Öğrencilere hangi Osmanlıcayı öğretmeyi düşünüyorlar?” (Bahadır). Türkçenin ve Osmanlıcanın gelişme evreleri, dönemleri konusunda temel kaynakların başında, büyük dilci Agâh Sırrı Levend’in kaynakçada belirtilen önemli eserine bakılmalıdır. • Önemli bir konu ve soru da şu: şimdilik seçimlik denilen ama kısa zamanda zorunluya dönüşecek olan Osmanlıca dersini kim verecek? Kim öğretecek Osmanlıcayı? Dışarıdan, örneğin Arabistan’dan “ithal” öğretmen mi gelecek? İmamlar ya da imam hatip mezunları mı girecek derse? Öğretmen sorunu kolay bir iş mi sanılıyor? SONUÇ İyice düşünülmesi gereken önemli bir soru da şu: Öğretilecek Osmanlıca ülkenin hangi sorununa çare olacak, hangi soruna çözüm getirecektir? Bugün ülkemizde nitelikli eğitim, nitelikli öğretmen, bilimsel eğitim, araştırma, dış dünya ile yarışma, PISA sınavları, laik eğitim gibi birçok temel sorun varken niçin onlar görmezden geliniyor ve Osmanlıca öne alınıyor? Yoksa gizlenen ve bizim bilmediğimiz başka amaçlar mı var? Laik Cumhuriyetin devrim yasalarından Harf Devrimini, onun ardından Dil Devrimini yok etmek mi yoksa uzak hedef? Alfabe konusu, Cumhuriyeti ve devrimleri bir türlü içine sindirmeyen, bunlara saldırmak için fırsat kollayan kimi çevrelerce zaman zaman gündeme getirilir. Hem de birtakım kılıflar uydurularak ve gerçek niyetler gizlenerek. Neymiş, “kadın” sözcüğü “q” ile yazılmalıymış vb. Bu son şura da çok uygun bir fırsattı ve onu değerlendirmeye kalkıştılar anlaşılan. Sözün özü bu. Ama Harf Devrimini yok etmeye bu şuranın da, her an fırsat kollayan çevrelerin de gücü yetmez. Bu çok iyi bilinmeli. Atabek, Erdal (15 Aralık 2014), “Uygarlığın Neresindeyiz?”, Cumhuriyet Gazetesi. Bahadır, Osman (12 Aralık 2014), “Hangi Osmanlıcayı Öğreteceksiniz?”, Cumhuriyet Bilim Teknoloji, sayı 1447. Bursalı, Orhan (14 Aralık 2014), “Ekranda İnönü Üzerine Bir Yalan”, Cumhuriyet Gazetesi. Demir, Veli (15 Aralık 2014), “Cumhuriyet Eğitimini Bitirme Şurası”, Cumhuriyet Gazetesi. Erinç, Orhan (13 Aralık 2014), “Mezar Taşı Uydurması”, Cumhuriyet Gazetesi. Kavcar, Cahit (Kasım 2007), “Yazı Devrimi ve Türkçenin Yaşaması”, Çağdaş Türk Dili Dergisi, Sayı 237. Kongar, Emre (11 Aralık 2014), “Osmanlıcayı Dayatanlar”, Cumhuriyet Gazetesi. Levend, Agâh Sırrı (2010), Türk Dilinde Gelişme ve Sadeleşme Evreleri, Ankara: Dil Derneği Yayını. Tavşanoğlu, Leyla (14 Aralık 2014), “Pazar Konuğu Kemal Ateş’le Görüşme”, Cumhuriyet Gazetesi. Yinanç, Refet (14 Aralık 2014), “Osmanlıcaya Dair”, Cumhuriyet Gazetesi. Birkaç Kaynak
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle