24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

HUKUK POLİTİKASI Gezi ruhu kuşatıcı olmayı, dayanışmayı nasıl başardı? Hayrettin Ökçesiz okcesizhayrettin@gmail.com http://okcesizhayrettin.blogspot.com H Felsefeden Siyasete Bir Gezi sempozyumu, 911 Nisan günleri Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi(MSGSÜ) Sedat Hakkı Eldem Oditoryumu’nda gerçekleşti. Sempozyum, MSGSÜ Felsefe Bölümü tarafından ağırlıklı olarak Gezi Parkı olaylarının ilham ettiği ‘yeni olan’ı düşünme, değerlendirme ve yorumlamak amacıyla düzenlendi. Zeynep Altay başladı. Sosyal medyanın ulusal güvenlik gerekçesiyle kapatılmasını da bu bağlamda yorumlayan Direk, “Egemeni en zorlayan şey, bireysel olanı aşan zihnin makineler yoluyla birbirine eklemlenişidir.” diyerek itiraf edilmeyen amacı, “İnsanların birbirleriyle ilişkilerini kesmek ve onları yalnız başına düşünme zorunluluğuyla baş başa bırakmaktır” tümcesiyle ifade etti. Direk, “Çünkü, tek başına düşünmek aydınlanmanın önerisidir; aklın tek başına deneyimi eleştirel ölçütler kullanarak yargılamasının yeterli olduğu varsayılmıştır. Ama ya o deneyimin anlamı çoğulsa ve eleştirel kriterleri başka akıllarda buluyor, öğreniyorsak? Hepimiz sosyal medyayı bir çokluk alanı olarak paylaşmak suretiyle farklı eğilimlerimize rağmen, aynı zihnin parçasıymış gibi, birbirine karşı eleştirel ama adil sembolik alışverişin kurallarına göre konuşabilmeyi ve eyleyebilmeyi öğrendik” diyerek sosyal medyanın önemine işaret etti. Bu Kötülüğü Kendilerine Niye Yapıyorlar? Özerk bölge dedikleri bir coğrafyaya Kürtler kendilerini niye hapset(tir) mek istiyorlar? Böyle bir şeyi elde ettiklerinde, ülkenin geri kalanına, ama kendileri için pek iyi olmayacak bir iyilik yapacaklar: İran, Irak ve Suriye’ye tampon bölge oluşturacaklar. Bölgenin tüm cerahatini kendi içlerinde toplayacaklar ve yayılmasına karşı filtre işlevi göreceklerdir. Öte yandan, bununla Batıdaki Kürtlere büyük bir kötülük yapacaklardır. Siyasal bölgeleşmeyle bu insanlar Batıda azınlık olarak algılanacaklardır: Gündelik yaşamları zorlaşacak; ikide bir, kovulmakla tehdit edilecekler, birçok şeyle suçlanacaklar, özgür ve rahat yaşayamayacaklardır. Sürekli bölünmeden sorumlu tutulacaklar, korku kapılarını bekleyecektir. Kanunsuz işlerin haklı haksız adresi sayılacaklardır. Ya da kraldan çok kralcı olmayı seçerek, gönüllü asimilasyona yöneleceklerdir. Ucuz ve kaçak işçi olarak kullanılacaklardır. Bu ürkünç ve üzücü haller Almanya, Fransa, İngiltere gibi ülkelerde bile ciddi boyutlarda yaşanmaktadır. Kürtler kendi bölgelerindeyse arzu edildiği ölçüde kalkınamayacaklar, bölge sorunlarının girdabında boğulacaklar; kendilerini iyice insanlıktan çıkaracak derebeylerine koşulsuz teslim olacaklardır. Özellikle Irak Kürt yönetimi Batıya ulaşmak istediğinden Türkiye Kürtlerini önemli bir basamak olarak görmektedir. Bizim Kürtler için bu durum ciddi bir düzey kaybı, gelecek kaybı, gerileme demek olacaktır. Bu bölünmeden Türkiye bir kayba uğramayacaktır. Sorunlarından arınacaktır. Daha ileri hamleler için güç toplayacaktır. Türkiye’nin geri kalanında başka hiç bir kimse etnik bölünme heveslisi değildir. Olmayacak da. Çünkü onlar olmak istedikleri yerde ve konumdadırlar. Tabii, biz işlerine karışmayalım. Ama ben başıma (AKP’yle birlikte) ördükleri dinci, etnik çoraptan kurtulmak istiyorum. Anayasamızda yazdığı gibi, çağdaş, Atatürk ve Cumhuriyet ilkelerine, devrimlerine bağlı, laik, demokratik, sosyal bir Hukuk Devleti’nde birlik içinde yaşamak istiyorum. Özgürlüklerin bu çerçevenin içinde daha kolay büyüyeceğini ve bu çerçeveyi çok daha fazla genişleteceğini düşünüyorum. Özgürlükleri besleyecek, genişletecek, herkese yayacak daha verimli başka bir zemin düşünemiyorum. Kürtler bütün bunların ayırdındaysalar ve işler buna rağmen kolay değilse, bize o zaman hükümetin, temsil yetkisi ve çoğunluğu bulunmayan bir silahlı örgüte güç ve toprak devrederek bu insanlara bu kötülüğü reva gördüğünü söylemek kalacaktır. Belki şu ünlü “açılım”dan bunu anlamalıyız. Polisiye edebiyatın yine ünlü sorusunu sorarak bu planın mantığını anlamaya çalışabiliriz: Cui bono? Tüm bunlar Kürtlere değilse, kime yarayacaktır? Ülkenin bölünmesinden, dinsel ve etnik parçalanmalardan, ileri sınıf çatışmalarından kimler semirecekse en azından onların sevineceği; bu işlerde parmağının olacağı, hatta eylemsel rolünün bulunacağı biçiminde düşünmek pek yadırgatıcı olmasa gerek. Tam da bu noktada benim önerim, “laik, demokratik, sosyal hukuk devleti”nin tüm bu çözülme, parçalanma, ayrışma olgularına karşı bir panzehir oluşturacağı: laik devletle dinsel; sosyal devletle sınıfsal; demokratik hukuk devletiyle de etnik kaosun önüne geçerek; “insanlık onuru”nun korunması, koşullarının sağlanıp geliştirilmesi ödevine dayalı bir hukuk düzeninde her bir insanın bir yurttaş ve birey olarak kendi ayrılığından ve aynılığından bir zarar görmeksizin, aksine bu özellikleriyle yaratıcı katkılar getirebileceği bir varoluşa kavuşabileceği yönündedir. Kürtler gerçekten neyi istiyorlar? Bunu bilmenin bir yolu var mı? Onların yerine konuşanların gerçekten onların düşüncelerini söylediklerinden nasıl emin olabiliriz? Bu topraklardan Türkiye Cumhuriyeti’nin silinmesini istemeye başkalarının her kalibreden pek çok nedeni vardır. Bizimse, birlikte ya da değil, bir tek nedenimiz söz konusu: “Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır!.” “Özerkliğin Sınırı?” oturumunda konuşan Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi Yıldız Silier ise, “Özerklik: Kendini gerçekleştirme mi, isyan mı?” sorusunu yanıtlarken Gezi’yi yerel olarak başlayan, diğer ülkelerdeki toplumsal hareketlere de ilham vererek Cemil Güzey’in moderatörlüğünde gerçekleşen “Özerkliğin Sınırı?” oturu evrenselleşen, farklılıkları örtmeden bütünleştiren ve munda Gerrit Steunebrink, Yıldız Silier, Hakan Çörekçioğlu. parçalarının toplamının ötesine geçen yeni bir bileşim olarak değerlendirdi. ne eklemlenişi Silier, “Ne sadece bir orta sınıf isyanıydı, ne de sa“Şiddetin Yasası, Yasanın Şiddeti” başlıklı dece 90 kuşağını kapsıyordu. Antiotoriter ve özoturumda konuşan Galatasaray Üniversitesi öğre gürlükçü yanı ağır bassa da antikapitalist damarı tim üyesi Zeynep Direk, Derrida’nın 20012002 da gayet güçlüydü. Solun toplumsal meşruiyetini yılında yaptığı “Hayvan ve Egemen” seminerle ve görünürlüğünü arttırdı, tabanını genişletti. Var rinde kullandığı başlığa bir nazire olarak ve Gezi olan politik seçim sisteminden yabancılaşmış ve direnişini anıştırmak için de kullandığı “Ağaç ve sandığın toplumsal sorunların çözümü olamayaEgemen” başlıklı bir sunum yaptı. cağını bilenlerin yaratmaya başladığı alternatif Direk, “Bu direnişe ‘olay’ adını iktidar verdi, bir politikleşme süreciydi.” dedi. “Peki ya bundan ama ‘olay’ı düzenin bozulması, kargaşa manasın sonra?” sorusunu soran Silier, konuşmasını “Gezi da kullanmaktaydı. Ben de Gezi’ye ‘olay’ diyorum direnişi, kurucu bir politika yapmanın ve örgütama bu kavramı felsefi açıdan radikalleştirilerek lenmenin farklı mecralarını yaratmanın aciliyetini kullanmak suretiyle, burada meydana gelen her gözler önüne sermesi açısından çok önemli bir başneyse, onun aynı zamanda da siyaset için meydanı langıç.” yanıtıyla noktaladı. açıcı niteliği olduğunu düşünüyorum. Bu açılışın Üç gün boyunca dokuz oturumda felsefe ışıkorunan ağaçlarla ilişkisini düşünmeyi elden bı ğında, bilim, kültür, sanat bağlamında gerçekleşen rakmamak gerek. Doğayla ilişkimizde yeni bir tav “Felsefeden Siyasete Bir Gezi” sempozyumu, gençrın geliştirilmesi, görünürlük ve onay kazanması lerle akademisyenlerin yoğun ilgi ve bilgi paylaşıbakımından gezi bir olaydır” değerlendirmesiyle mıyla, umut verici bir verimlilikte sona erdi. . Bülent Gözkân sempozyumun açış konuşmasında Gezi’yi Taksim Dayanışması’nın çabalarını görmezden gelmeden, “Devletin veya siyasi alanın veya bir merkezin yönlendirmesi dışında oluşan bir alan. Çok farklı kesimlerin hem kendi kimliklerini muhafaza ederek, bunları saklama gereği ve korkusu duymadan geldikleri, hem de kendileri gibi kendi kimliğine sahip çıkarak o alanda görünür olanları dışlamadığı, kabul ettiği, hatta razı olduğu bir alan.” olarak özetledi. Gözkân, “Belki buradaki ilginç nokta, bu karşı çıkışın ayağını yerellikten koparmadan, o zemindeki bir dayanışma ve vicdan esasında bir birlikteliği gerçekleştirme girişimi olarak ortaya çıkmasıdır” diyerek Gezi ruhunun kuşatıcı olmayı başardığını belirtti. Gözkân, evrenselliğe yönelen ideallerin, “aydınlanma”,”laiklik” vb. kavramlarının yerelliği dikkate almama, ayağını kendi tarihselliğine, kültürüne basmama nedeniyle toplumda tam karşılığını bulmadıklarını ileri sürerek, “Bu anlayışın diğer ucu olan, coğrafi ve kültürel bölgesellik anlamında veya dinî hassasiyetler anlamında yerelliği ön plana çıkarmak ise, evrenselliğe açılmaya, kendisi gibi ol(a)mayanı kabul etmeye ve anlamaya çalışmaya engel olarak gözüküyor.” dedi. Egemeni zorlayan ‘makinelerle’ zihnin birbiri Özerklik: Kendini gerçekleştirme mi, isyan mı? CBT 1414 19/25 Nisan 2014
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle