02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

OOOF OFF LINE Tanol Türkoğlu ([email protected]) BİLİM TARİHİ Bugünün dijitalleşmiş bilgi toplumunu yöneten kamu yönetimi aslında dijital kültür ögelerini yasaklamayı kendisi için bir başarı(sızlık) kriteri olarak değerlendirmelidir; sorunları çözecek en kolay yol olarak değil! Tıbbi fizikte bir öncü SEYFETTİN KUTER Osman Bahadır [email protected] Ülkemizde ilk röntgen çekimini Esat Feyzi (18741901) Bey 1897 yılında gerçekleştirmişti. Daha sonra Tosyavizade Dr. Rıfat Osman (18741933), Dr. Süfyan (18781915), Dr. İbrahim Vasıf (18791926), Müderris Dr. Mehmet Şevki (1879 1931), Op. Dr. Rasih Emin Arlı (18751948), Op. Dr. Cemil (Topuzlu) Paşa (18661958), radyolojinin ülkemizde geliştirilmesinde, tıpta ve özellikle cerrahide kullanılmasında önemli katkılarda ve hizmetlerde bulundular. Cumhuriyet döneminde İstanbul Tıp Fakültesi, Gülhane, Cerrahpaşa, Haseki, Şişli Çocuk hastanelerinde, Ankara Cebeci Askeri Hastanesi ile Ankara Numune hastanelerinde röntgen laboratuarları kuruldu ve radyoterapi denemeleri yapılmaya başlandı. 1933 Üniversite reformundan sonra İ.Ü.Tıp Fakültesi’ne bağlı Şişli Çocuk Seyfettin Kuter Hastanesi’nde ilk kez radyoloji kürsüsü kuruldu. Bu dönemde radyolojideki en önemli gelişme, Almanya’yı terk etmek zorunda bırakılan büyük radyasyon fizikçisi Friedrich Dessauer’in bu kürsüye davet edilmesi olmuştur. F. Dessauer, 1935’de, Çapa’da dönemin en yeni cihazlarıyla donatılmış olan Radyoloji ve Biofizik Enstitüsü’nü kurdu. 1936’da faaliyete geçen enstitüye direktör yardımcısı olarak Dr. E. Uhlmann ve fizik laboratuarına da Dr. Lion atanmıştı. Doç. Dr. Tevfik Berkman ile Doç. Dr. Muhterem Gökmen enstitünün diğer genç elemanlarıydı. Bu enstitüde dünyada ilk kez kanser hastaları için döner sandalye tedavi metodu uygulandı ve bu metodun fiziksel ilkeleri ile klinik sonuçları 1939’da Radiologia Clinica dergisinde yayınlandı. Prof. Dessauer 1938’de ülkemizden ayrıldı. Yerine Viyana’dan Max Sgalitzer geldi. Dr. Lion’un yerine de fizik doktoru Reiniger atanmıştı. Dr. Reiniger standart dozimetre kamerasını ülkemizde ilk kez gerçekleştirdi. Ayrıca laboratuarları modernleştirdi ve kaplıca sularındaki radyoaktivitenin ölçülmesi konusunda araştırmalar yaptı. Internetle Savaşma(k) Bu ay Internet Türkiye’de 21 yaşını doldurdu. 12 Nisan 1993 Türkiye’nin internete bağlandığı gündür. İlgili STK’lar tarafından her yıl nisan ayında organize edilen Internet Haftası kapsamında yayımlanan bildiride kamuoyu “internetle savaşmaktan vazgeçmeye” davet edildi. İstanbul’un fethedildiği gün, Bizans’ın dini liderlerinin Ayasofya’da anlamsız dini konuları tartışmakta olduğu söylenir. Ya da matbaanın yüzyıllarca Osmanlı’ya girmesine izin verilmemesi eleştirilir. Bugün dönüp bakınca insanların bir tür “gaflet”e düşmüş olmalarından dolayı şaşkınlığımızı gizleyemeyiz. Oysa bugün de benzer bir gaflet içindeyiz. Internetle savaşıyoruz. Elbette ki ifade özgürlüğü herkes için geçerlidir. Yani kendisi adına sahte hesap açan birisinden herkes şikâyet edecektir ve hukuk bu sorunu çözmekle mükelleftir. Sıkıntı şu ki bu sorunun teknik çözümü “topyekun yasaklamak” olmamalıdır. Bugünün dijitalleşmiş bilgi toplumunu yöneten kamu yönetimi aslında dijital kültür ögelerini yasaklamayı kendisi için bir başarı(sızlık) kriteri olarak değerlendirmeli; sorunları çözecek en kolay yol olarak değil. Yani bir şikâyet ya da hukuki bir konu olduğunda kamu yönetimi nasıl olur da dijital imkânları topyekun yasaklamadan bu sorunu çözebilir? Odaklanma bu yönde olmalıdır ki 21. yüzyılın dijitalleşmiş dünyasında geride kalmayalım. Bu bakış açısı bir yandan reaktif olarak gündelik problemleri çözmeye odaklanmalı diğer yandan ise proaktif olarak dijital kültür okuryazarlığını artırmak için yatırımlar yapmalıdır. Örneğin bir kişinin kişilik haklarına saldırı söz konusu ise öyle çözümler üretilmelidir ki hem o kişinin mağduriyeti ortadan kalksın, hem de başka kişiler mağdur edilmesin. Ya da konu vergi ise Türk şirketlerin web sitelerine verdiği reklamdan elde edilecek verginin yanında global olarak tüm reklamların vergisini Türkiye’ye çekecek yasal düzenlemelerin yapılması daha doğru olmaz mı? Pek çok şirket benzer bir yapı sunduğu için ofislerini İrlanda gibi ülkelerde açıyor. Türkiye İrlanda ile rekabet edeceğine neden global şirketleri tehdit gibi algılanabilecek yöntemlerle Türkiye’ye vergi ödemeye çağırıyor? Burada ya samimiyetsizlik var (asıl amaç vergilendirmek değil) ya da tembellik (böyle bir rekabetin koşulları araştırılmıyor, üzerinde çalışılmıyor). Internetle savaşmak, kimse kendisine kondurmasa bile, bu alandaki uzmanların ve uzmanlaşmanın da geliştirmesini engellemeye neden oluyor. Çünkü pek çok uzman zamanının büyük bir kısmını yasaklarla, yasal düzenlemelerdeki hakkaniyetsiz unsurlarla uğraşmakla geçiriyor. Yani uzmanların yaratıcı fikir, ürün üretme zamanları ellerinden alınıyor. Giderek bu bir alışkanlık yaratıyor. Bugün hangi uzmanı çağırıp da bir beyin fırtınası toplantısı yapmak isteseniz konu çoğunlukla “sorunları nasıl çözeriz” dairesi içinde kalacaktır. Hayatımız bugünü kurtarmaya çalışmakla geçiyor. Aslında keşke günü “gerçekten” kurtarabiliyor olsak. Çünkü günü kurtardım diyebilmek için öyle çözümler üretiyoruz ki ertesi güne nakledilen sorun kümesi giderek artıyor. Adeta “keşke bugün bir çözüm üretmesek de yarına kalan sorun kümesi artmasa” diyecek raddeye gelmiş durumdayız. Sonuçta bu tespitler de birer totolojiden öteye geçemeyecek. Çünkü bu sorunlar olmasaydı zaten Türkiye de dünyada farklı bir ligde yer alırdı. Bugün dünya liginde bulunduğumuz yer bu tür sorunlarımızı çözememiş olmamızın doğal bir sonucu değil mi? Doç. Dr. Seyfettin Kuter’in, tıbbi fiziğin ülkemizde ayrı bir bilim dalı olarak kurulmasında, gelişmesinde ve bu alanda birçok insanın yetişmesinde çok önemli katkıları oldu. Seyfettin Kuter, İ.Ü. Tıp Fakültesi Radyoloji Enstitüsü ve Kliniği’ne 1953’te radyasyon fizikçisi olarak girdi. 1926 yılında İstanbul’da doğan Kuter, İ.Ü. Fen Fakültesi’nin FizikMatematik bölümünden 1951’de mezun olmuştu. Enstitüye girişinden itibaren, radyoterapi fiziği, radyodiagnostik fiziği, radyasyondan korunma ve radyoloji sağlığı fiziği konularında teorik ve pratik çalışmalar yaptı. Bu çerçevede radyasyon verici cihazlar ve radyasyon kaynakları (tanı, tedavi makinaları, radyoisotop makinaları, brachiterapi makinaları, nükleer tıpta kullanılan ölçü cihazları, dozimetreler ve radyasyon sağlığı ölçü aletleri) tekniğinin ve bakımının eğitimini verdi. Yurtdışında da üniversitelerde ve araştırma enstitülerinde çalışmalar yapan Kuter, 1982’de tıp bilimleri doktoru, 1987’de doçent oldu. Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalında öğretim üyeliği yapan Kuter, 1988’de İ.Ü.Onkoloji Enstitüsü Tıbbi Radyofizik Bilimdalı başkanlığına atandı ve bu görevini 1993’teki emekliliğine kadar sürdürdü. Profesörlük unvanı koşullarını sağlamasına rağmen Sağlık Bakanlığı’nın tıbbi fiziği uzmanlık dalı olarak kabul etmemesi nedeniyle kadrosuzluk yüzünden profesörlük unvanını alamadan 1993’te yaş haddinden emekli oldu. Ülkemizdeki ilk ve tek Radyasyon Müzesi’ni Onkoloji Enstitüsü’nde kuran Doç.Dr. Seyfettin Kuter, günümüzde de çalışmalarını sürdürmektedir. İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik Anabilimdalı öğretim üyesi Doç. Dr. Gülten Dinç, Doç Dr. Seyfettin Kuter’in yaşam öyküsünü, çalışmalarını, meslek yaşamındaki ilginç olayları, meslektaşlarının ve öğrencilerinin onun hakkında yazdıklarını kapsayan bir kitap hazırladı. (İstanbul Üniversitesi Yayın no: 5147). Tıbbi Fizikte Öncü Bir Duayen Seyfettin Kuter başlıklı bu eserde ayrıca Doç Dr. Kuter’in bazı makaleleri ile yayın listesi de yer almaktadır. Doç. Dr. Gülten Dinç’in Seyfettin Kuter’i okurlarına tanıtan bu güzel eseri, aynı zamanda ülkemizin tıbbi fizik tarihine de önemli bir katkı niteliğindedir. eğilimlerle bağlantılı genetik değişkelerle dünyaya geldikleri düşünülebilir. Bu durum üstün yeteneklilerin uğraştıkları alana çok küçük yaşlardan itibaren ilgi duymaya başladıkları yönündeki demeçlere neden sıklıkla tanık olunduğuna da bir açıklık getirebilir. Yalnızca birkaç yıllık takıntı düzeyindeki odaklanmanın ardından üstün yetenekli kişilerde, yeni bilgileri giderek daha hızlı özümseyip öğrenmelerine olanak tanıyan, uzun erimli işler bellek yapıları oluşur. Dünyada üstün yetenekli kişilerin olması, üstün yeteneklere sahip olmayanlar için yaşamın umutsuz olduğu anlamına gelmez. Çok çeşitli alanlarda, özellikle de önderlik ve yaratıcılığı gerektiren alanlarda, çocuklukta üstün yeteneklere sahip olmayan seçkin uzmanların sayısı üstün yeteneklilerin sayısını gölgede bırakıyor. Kaynak: Scientific American blogs / 10 Şubat 2014, Scott Barry Kaufman Türkçe metin: Rita Urgan ÜSTÜN YETENEKLİ BEYİN Baştarafı 11, sayfadan devam aldığı tüm bireysel farklılık alanlarını içerirler. Klasik müziğin yapısından anında etkilenip kimse kendisinden böyle bir istekte bulunmasa da saatlerce kemanıyla alıştırmalar yapan çocuğu, ya da sayıların büyüsüne kapılıp saatler boyu sayılarla oyalanan ve matematikte yeni dizgeler ve yapılar keşfeden küçük bir kızı düşünün. Bu tür çocuklar bu gibi etkinlikleri ve kural yapılarını doğuştan ödüllendirici bulurlar. İlgi duydukları alanla ilgili becerileri giderek gelişir, çünkü ödüllendirici buldukları işlerle uğraşmanın yollarını bulmaya çalışırlar ve bu arada yoğun bir alıştırma sürecinden geçerler. Öyle ki, üstün yeteneklilerin, ayrıntılara odaklanma ve yeni anıların kodlanmasına destek veren gelişkin bir beyin ağının da aralarında olduğu, çeşitli CBT 1414 12/ 25 Nisan 2014
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle