22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

• KÜLTÜR • DOĞAN KUBAN CehaletYalanFelaket Politikacılar, televizyonda konuşanlar Türkiye’nin gülünecek bir yanı kalmadığını anlamamış görünüyorlar. Bugünlerde ülkenin sorunlarından söz ederken gülebilmek, bana, ağır hastaların yanında gülmek kadar saygısızlık olarak görünmeye başladı. H alkla konuşanlarda durumun ciddiyetine uygun bir ifade arıyorum. Halk ciddi bir kriz içinde olduğunu anlamak zorunda. Gelecek birkaç yıl içinde, cehaletle bütünleşen menfaatlerinin kazdığı bir felaket çukuruna düşebiliriz. Kuraklık, enerji sıkıntısı, ekonomik bunalım ve politik baskı, bundan yararlananların kaynaştığı ve insanların öldüğü bir ülke isteyen insanlar mı var aramızda? Irak, Suriye, Mısır, Libya, Ukrayna yeterli ders değil mi? Şimdiden teröristlerin öldürdüğü askerler yok mu? Toplumsal bir şizofreni olayı mı var? Yalanlar ağında yaşıyoruz. İstanbul’a doğru dürüst yağmur ve kar yağmadan barajlarda su hacminin 1/6’sı kadar arttığını yayınlayan istatistik yayınlanıyor. Gerçi böyle bir haber kimseyi ilgilendirmiyor. Eskiden köyün deresi kurursa, ya da mahallenin çeşmesi akmazsa, yağmur yağmadığı için ekinler iyi büyümezse halk başına geleni anlar ve şikayet ederdi. Bugünlerde HES inşaatı bağlamında halkın deresi kuruyup tarlasının suyu kesilince ara sıra direndiğini işitiyoruz. Eğer etkiyi algılarsa, bir deney ve bilgiye dayandırabilir direnişini. Kentlere dolan halk artık kendisi için seçilmiş bir bilgi dünyasında yaşıyor. Oysa doğayla birlikte yaşamanın halk bilgeliğine yansımış deyimleri vardır. Tarlaya tohum atarken ‘Kurda, kuşa, aşa’ deyimi derin bir ekolojik anlam içerir. Çünkü köylü tohumların bir bölümünü kuşların yiyeceğini, mahsulün bir kısmını kurdun, tilkinin götüreceğini bilir. Yaşamın doğa ile bir bütünlük içinde sürüp gittiğini öğrenir. Gökdelenler, arabalı, asfalt yollu dünya, bu doğrudan bilgiyi yok edip onu modern yalana abone yaptı. Sevgili Okuyucular, Türkiye cehalet batağında dendiği zaman bu artık ‘okuma yazması az, imzasını bile atamıyor’ anlamına gelmiyor. Kimsenin okuma yazma bilmediği, kitap, gazete okumadığı dönemlerde, cehalet ölçütü okuma yazma bilme olabilirdi. Bugün bir üniversite profesörü de cahil olabilir. Bu kendi konusunu iyi bilmiyor anlamına gelmez. Gerçi onu da içerebilir. Fakat asıl cehalet dünyanın ulaştığı bilgi düzeyi dışında kalmak, bilginin insan yaşamını yönlendirmesi ve geleceği çok yakına getirmesi bağlamındaki aymazlıktır. Bugünün insanı kendi geçmişi, geleceği, yaşamın hayal bile edilemeyen boyutlarıyla biliyor. Ekonomiyi sayısal verilerle denetliyor, iletişim ve ulaşım, aklının erişemediği büyüklüklerde. Öte yandan cebine bir ellilik konup miting meydanlarına giden halk konuşulanlardan bir şey beklemiyor. Çünkü geleceğin karşısına çıkaracağı gerçek gelişmelerden haberi yok. Bir toplumsal varoluş gösterisini yerine getirip küçük bir bahşiş de almaktan memnun. Televizyonlarda gördüğü yapıların, oyuncakların, güzel kadınların, çocukların kendisi ile ilgisi olmadığını anlayacak kadar uyanmış bile olmayabilir. Onları, alamayacağı eşyaları lüks mağazaların vitrininde seyredenler gibi seyrediyor. Gerçi kente gelen ve biraz okuyan genç kuşaklar bunun farkına vardılar. İstekleri topluma yol değiştirtecek. Ne var ki halkın bir bölümünün, dünyadan haberi olmadığını anlatan sahneleri de seyrediyoruz. Toplumdaki aydınlanma çekişmesi daha bitmedi. Tarih bir toplumun aydınlanması için ikiyüz yılın ve bir devrimin yeterli olmadığını gösterdi. Değişme evrensel. Bunu en aptal bile hem öğreniyor, hem de istiyor. Fakat anlamadığı için her yalana inanıyor. Ne var ki dünya ve teknolojinin değişme temposu çok hızlı. Abdülaziz’le Mustafa Kemal arasındaki değişme, bugün beş yılda gerçekleşiyor. Dünyaya ayak uydurmanın tek bir aracı var: Bilim ve teknoloji. Eskiden bilimsel gelişme teknolojiyi yönlendiriyordu. Şimdi teknoloji bilimi sürüklüyor. Dünya yaşamını yönlendiren bu gelişmeleri cahil toplumlar izlemekte zorlanıyorlar. İslam dünyası bunun tipik örneği. En zengin petrolcü Araplar bunun yaldızlı göstergeleri. Arap yarımadasında dünyanın en lüks yapılarını, mallarını bulabilirsiniz. Ama eğitim, kültür ve demokrasi bulamazsınız. Sevgili Okuyucular, Biz bunları 1923’te biliyorduk. Ve yola koyulmuştuk. Bu gün Suriye, Irak, Afganistan, Libya gibi felaketlerin başımıza gelebileceğinden söz etmek, toplumsal cehalete ikinci bir geri kalma bileşeni daha eklenmesinden kaynaklanıyor. Bu liberal kapitalizm denen bir beladır. Liberal kapitalizm Amerika’da, Almanya’da, İngiltere’de bela düzeyine inmiyor. Ona karşı kalkanları demokratik bir rejim içinde toplumun geleneksel bilimsel ve teknolojik kültürüdür. Fakat onlardaki düşünce ve söz özgürlüğü İslam ülkelerinde yok. Neden bu geri düşmüşler arasındayız? Türk insanı yüzyıllarca kul olarak yaşadıktan sonra demokrasinin ne olduğunu anlamakta zorluk çekiyor. Ahmet Ağa için oy atınca demokrat olduğunu sanıyor. Demokrasinin temel özellikleri halk için fazla karmaşık kavramlar. Çünkü bu bir birikim. Eğer parti idarecileri bunu bilmezlerse halk ifade özgürlüğünü nasıl anlayacak? Yargının yönetimden farkını nerede öğrenecek? Toprağı olmayan, işi olmayan adam birkaç yüz liraya bir oy kâğıdını neden tercih etsin? yaşatan bir toplum olmak. Bunun temel nedeni kuşkusuz bir tane değil. Liberal kapitalizmin en baş borazanlarından olan ‘The Economist’ dergisi son sayısını ‘Ahbap Çavuş Kapitalizmi’ ‘adıyla yayımladı. O sayıda gelişmekte olduğu söylenen ekonomiler arasında olan Türkiye’nin bu yeni ekonomik açılımı ve sonucu hakkında yeterli bilgi var. Demokrasi bağlamında en önemli tehlike bu ülkelerde, cehaletin ve maddi menfaatin egemen olduğu, geleceği ön göremeyen bir bürokratik yapılanma. Bunun sonucu olan fakirlik, sanayi ve bilgi alanında geri kalmışlık, kanlı iç ve dış savaşlar ve sömürge statüsü. Cumhuriyetin tek bir garantisi var: Varlığını destekleyen bir halk çoğunluğu ve bu halkın çok zengin tarihsel deneyimi. TEK ARAÇ: BİLİM VE TEKNOLOJİ İmparatorluk parçalandıktan ve Birinci Dünya Savaşı yenilgisinden sonra işgal edilen Anadolu’yu ve İstanbul’u kurtaranlar iktidara geldiler. Bugün utanmadan haklarında ileri geri konuşulan devrimciler Türkiye’yi işgalden kurtaran ve Cumhuriyeti kuranlardır. Mustafa Kemal Kurtuluş Savaşı ile İkinci Dünya Savaşı arasında 15 yıl, İsmet İnönü, İkinci Dünya Savaşı dışında sadece 5 yıl devlet başkanlığı yaptılar. Demokrat parti o aşamada kuruldu. Tutucu partilerin ve askerlerin iktidarı 64 yıldır sürüyor. Sadece 1960 iktidarı yerini yine sivillere bırakarak, 5 yıl cumhuriyeti bir ölçüde restore etme olanağını bulmuştur. 1950 ile 2014 arasındaki ülkenin nüfusu dört kat oldu. Cumhuriyeti kuranlar 27 yıl (6 yılı savaş), tutucu ve kapitalistler 64 yıl iktidarda kaldılar. 1980’den sonra Kenan Evren darbesi ve Özal’la başlayan dönem, ‘Ahbap Çavuş Kapitalizmi’ ve fakire sadaka devleti aşamasına ulaştı. Gülmeyiniz. ŞU TARİHİ PANORAMAYI ANIMSAYIN: Tayfun Akgül ASIL CEHALET NE? Kanımca oya karşılık birkaç lira almayı kabul edenler, kimileri bunu sadaka olarak da algılasa, içinde bulundukları ekonomik durumda ve bilgisizlik ortamında anlaşılabilecek bir davranış sergiliyorlar. Burada acıklı olan, sadaka ile oy toplayan partileri CUMHURİYET’İN TEK GARANTİSİ CBT 1410/5 /28 Mart 2014
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle