17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

SOSYAL PSİKOLOJİ GÜNCEL TIP İlaç şirketlerinin yeni gelir kapısı: Aşk bir hastalık mı? Aşk normal seyrinde ilerlerken insanları coşturur, canlandırır, direncini arttırır; ancak rayından çıkarsa depresyona, hatta ölüme bile götürebilir. Şimdi bilim, aşk acısı çeken, gönül maceralarında hayal kırıklığı yaşayan insanların ruh ve beden sağlıklarını düzeltmek için ilaç kullanımına yeşil ışık yakıyor. Bu gelişmeleri yeni bir gelir kapısı olarak değerlendiren ilaç şirketleri aşkı bir nevi hastalık olarak empoze etme eğiliminde.... Mustafa Çetiner [email protected] M odern bilim aşkın sinirsel yapısı ile ilgili yeni bilgiler edindikçe, aşk acısı tarihe karışacak; kırık kalpler tedavi edilebilecek. Bugün pek çok insan, aşk acısının kimyasallarla tedavi edilmesinin gerekli olduğuna inanmıyor. Ne var ki bazılarına göre bu gerekli, özellikle karşılıksız aşk yüzünden intihar eğilimi taşıyanlar ve ayrılık acısına dayanmakta zorluk çekenler için. Bu ilaçları kullanmak veya kullanmamak aslında etik bir sorun; ama önce böyle bir tedavinin tıbbi açıdan gerekli olup olmadığını tartışmak gerekiyor. razziti, serotonin düzeylerinin yükseldiğini keşfetti. Kaldı ki denekler de aşık oldukları kişiyle ilgili eskisi kadar takıntılı düşüncelere sahip olmadıklarını açıklamıştı. OKB VE AŞK AYNI KEFEDE AŞK NEDİR? Öncelikle aşk nedir? Shakespeare aşkı şöyle tanımlıyor: “Beğendiğiniz bedenlere, hayallerinizdeki ruhları Serotonin düzeyini yükselten ilaçlar OKB tanısı konan kişileri rahatlatır. Dolayısıyla tutkulu duyguları da baskılayacağını düşünmek mantıklı bir çıkarımdır. Bu ilaçlar, seçici serotonin gerialım inhibitörleri olarak bilinen antidepresanları içerir. Bunların, aşırı duygulanmaları körelttiği biliniyor; bunun yanı sıra aşık olma eğilimini de düşürüyor. Depresyon hastaları için bu istenmeyen bir yan etki, ancak sevdiği kişiden ayrılmakta zorluk çeken bir kişi için ise bir nimet olarak değerlendirilebilir. Ayrılmak istediğiniz kişi, tutkuyla bağlandığınız biri değil de, yıllardır birlikte olduğunuz bir kişi ise ilaçlar yine yardımcı olur mu? Bazı kimyasalların birine bağlanma konusunda yardımcı olduğu biliniyor. Hayvanlar üzerinde yapılan bir takım deneyler bu kimyasalların nasıl çalıştığını açıklıyor. Çayır farelerinin (Microtus ochrogaster) tekeşlilikleri ile tanınırlar. Bu hayvanlar tüm yaşamlarını tek bir eşle geçirir. Atlanta’daki Emory Üniversitesi’nden Larry Young, dişi farelere oksitosin veya dopamini bloke eden bir ilaç enjekte ettiğinde, hayvanların çok eşliliğe geçiş yaptığına tanık oldu. Young bu sonucu şöyle açıklıyor: “ Bu araştırma oksitosinin bloke edilmesiyle, uzun süreli bir ilişkiyi sonlandırmanın çok da acı vermeyeceğini gösteriyor.” Fakat oksitosin yalnızca romantik aşklarda değil, tüm ilişkilerde önemli bir rol oynar. Kırık bir kalbi tamir edebildiği gibi, diğer ilişkilerde de benzer bir etki yaratıp yaratamayacağı merak konusu. Young ve ekibi eş kaybı yaşayan çayır farelerinde gözlenen depresif davranışları engellemek için kortikotropin salgılayan faktörleri (CRF) baskıladı. Bu hormon stres tepkisi ile ilgilidir. Bu noktada Young’ın, aşkları karşılıksız kaldığı için acı çekenlerin tedavisinde bu hormonun bloke edilmesini önerdiği düşünülmesin. Young, bunun yalnızca süreklilik gösteren acıya eşlik eden depresyonun yarattığı sıkıntıları hafifletmekte kullanılmasını öneriyor. Aşk ve bağımlılık, benzer sinirsel temellere dayandığı için oksitosin ve dopamin tedavisinden yarar sağlar. Ancak bunun için ilaç kullanmak gerekmiyor. Young’a göre egzersiz, dopamin düzeyini yükseltiyor; sosyal ilişkiler de oksitosini arttırabiliyor. Rutgers Üniversitesi’nden Helen Fisher ise aşkın neden olduğu yaraların zamanla kendi kendine onarılabileceğini öne sürüyor. Aşkın çeşitli evrelerinin insan beyninin sinirsel ağları üzerindeki etkilerini inceleyen Fisher, ayrılıkla sonuçlanan aşklarda insan beyninin ventral pallidum bölgesinde daha yoğun bir faaliyet olduğunu keşfetti. Oysa mutlu aşk ilişkilerinde bu bölgelerde bu kadar yoğun bir hareketlilik izlenmiyor. Bu faaliyetlerin zamanla azaldığını keşfeden Fisher, bağlılığının da aynı şekilde azaldığına inanıyor. Bir diğer tedavi şekli de beyin uyarı tekniklerinden yararlanmak. Fisher bu konuda şöyle konuşuyor: “Bugün depresyon tedavisinde kullanılan beyin uyarı tekniklerinden yararlanılarak ventralPallidum bölgesindeki faaliyetleri de azaltmak mümkün. Böylece zamanın iyileştirme etkisi hızlandırılır.” Bu ilaçlar ve teknikler piyasaya çıkıncaya kadar annelerimizin klasık önerisi her zaman işe yarar: Yeni bir aşk eskisini unutturabilir. Kaldı ki bu öneri bilimsel olarak da sağlam bir temele dayanıyor. Bilim insanları travma sonrası stres sendromunun tedavisinde, rahatsız edici anıların yerine, rahatlatıcı ve stres yaratmayan anılar yerleştirerek hastayı sakinleştirmeye çalışır. Benzer şekilde Fisher, eski aşk anılarının yeni aşk anılarıyla yer değiştirmesi gerektiğine inanıyor. Reyhan Oksay New Scientist, 15 Şubat 2014 16 Mart Halepçe katliamının 26. yıldönümüydü. Bu tarihte Irak’ın sabık devlet Başkanı Saddam Hüseyin, “hardal gazı” kullanarak yüzlerce insanın ölümüne neden olmuştu. Biber Gazı... ! Bir bilim adamının gözünden ayrılık acısı New Scientist dergisi, Oxford Üniversitesi’nden bilişsel bilim ve etik uzmanı Brian D. Earp ile yaptığı bir söyleşide, ayrılık acısının ilaçlarla azaltılmasının doğru olup olmadığını soruyor: New Scientist: Aşkın bir uyuşturucu olduğu klişesinin dışına çıkarsak, aşk ile bağımlılık arasında bir benzerlik var mı? Brian D. Earp: Son yapılan beyin araştırmaları, bağımlılık yaratan bazı ilaçlar ile aşık olma deneyimi arasında çok büyük paralellikler olduğunu ortaya koyuyor. İkisi de beynin ödül sistemini faal duruma geçirir; çevremizdeki her şeyi önemsizleştirir; ikisinin de eksikliğinde yoksunluk duygusu ortaya çıkar. Dolayısıyla aşkın uyuşturucu olarak değerlendirilmesi yanlış değildir. Beyinde yarattıkları etki açısından ikisi de nörokimyasal olarak birbirine benzer. “Antiaşkbiyoteknolojisi” olarak isimlendirilecek bir tedavi şekli ne zaman, hangi koşullar altında kullanılmalıdır? Zararlı bir ilişkiye bağımlı hale gelmiş bir kişiyi tedavi ederken çok ihtiyatlı olmalıyız. Kişinin bu müdahaleyi istiyor olması esastır. Örneğin bir kişinin aşk ilişkisi kendisine çok büyük zarar veriyordur, ancak o kadar bağımlı bir hale gelmiştir ki mantıklı düşünme yeteneğini kaybetmiştir. Örneğin kadına yönelik şiddet vakalarında böyle bir durum, can güvenliğini tehdit eder hale gelebilir. Bu tür koşullarda bile kimseyi arzusu hilafına ilaç ile tedavi edemeyiz. Öncelikle biyokimyasal müdahaleler dışında başka yöntemlere başvururuz. Böyle bir tedavi hangi koşullar altında idealdir? Tehlikeli bir ilişki içindeki kişi, bu ilişkinin dışına çıkması gerektiğinin farkındadır: çok istemesine karşın duygusal bağları çok güçlüdür. Yaşamı da ayrıca tehlike altındaysa bu kişinin ilaç tedavisi görüp, ilişkiyi bitirmesi yaşamsal önem taşır. Bu bağlamda etik sorunlar söz konusu mu? İlaç şirketlerinin ürettikleri ilaçları pazarlayabilmek için bazı ilişkileri “hastalık” olarak niteleyebileceklerini düşünüyorum. Dolayısıyla insanlara ihtiyaç duymadıkları ilaçları satabilirler. Şu anda kadınlar için ürettikleri Viagra’yı, kadınlarda cinsel işlev bozukluğu gibi sanal bir hastalık yaratarak pazarlamaya çalışıyorlar. Problem, yaşadığımız çağın özelliklerinden kaynaklanıyor. Bu toplumda yeni ilaçlar için yeni hastalıklar icat ediliyor. İnsanlarda gözlenen bir durumun gerçek bir hastalık mı, yoksa gerçek yaşamın doğal bir seyri mi olduğunu artık anlayamaz hale geldik. İnsanların aşık olma olasılığını azaltan bir ilaç şu anda kullanımda mı? İsrail’de aşırı bağnaz Yahudi grupları, din eğitimi alan genç öğrencilerine antidepresan ilaçlar vererek libidolarını düşürmeye çalışıyor. Böylece ilaçların yan etkilerinden, ana hedefleri için yaralanıyorlar. Öğrencilerin bunu zorla mı kullandıkları, yoksa utanç vesilesi olacak bazı durumlardan kaçınmak için mi aldıkları bilinmiyor. Her koşulda bu kabul edilemez. Eşcinsellleri normalleştirme tedavisi gibi tıbbi temeli olmayan girişimler, aşk bağımlılığının tedavi edilebilir tıbbi bir hastalık olduğu gerekçesinden güç alabilir mi? Bu olasılık var ve bizi kaygılandırıyor. Reşit olmayanlara bu ilaçların zorla kullandırılması ile yetişkinlerin gönüllü olarak bu ilaçları kullanması arasında büyük fark vardır. Reşit olmayanlar için bu yasal değildir. Yetişkinlerin kendi kararlarını verecek bilinç düzeyine sahip olduğu kabul edilir. Fakat bazı yerlerde eşcinsellik karşıtı bağnazlık o kadar güçlüdür ki bireylerin özgür iradelerini kullanıp kullanmadıklarından emin olamayız. Aşkı bir bağımlılık olarak ele almak sizin romantik aşk konusundaki fikirlerinizi değiştirdi mi? Tarih boyunca aşk ve evlilik arasındaki ilişkiyi araştırmanın benim üzerimdeki etkisi, aşkın sinirkimyasal yapısını anlamaktan daha büyük oldu. Yaşadığımız toplumda evliliklerin aşk üzerine kurulmuş olduğunu varsayarız, ama görüyoruz ki bu daha çok ekonomik ve siyasi bir kurum. Ayrıca aşk ve bağlanma ile ilgili duygularımız çok kırılgandır. Bu duygular ilişkiyi onlarca yıl sürdürmek üzere evrilmemiştir; yalnızca üremeyi başarıyla yürütmeye odaklıdır. Bu devasa farklılık bizleri aşk ile ilgili daha farklı düşünmeye zorluyor. OKSİTOSİNİN ETKİLERİ CBT 1410/10/ 28 Mart 2014 ZAMAN EN İYİ İLAÇ CBT 1410/11/ 28 Mart 2014 koyup, aşık olduğunuzu sanıyorsunuz.” Sinir bilimciler için aşkın tanımı bu kadar şiirsel değil: “Aşk sinirbilimsel bir olaydır. Üç alt tipi vardır: İhtiras, cazibe ve bağlanma. Bütün bunlar üreme ve çocuk bakımı konusunda başarılı olmamızı sağlar.” Aşkın bütün bu evrelerinin beyindeki kimyasal sistemlerle yakından ilişkisi vardır. İhtirası ele alalım. Tek bir kişiyle ilgili çok küçük ayrıntılara takılmak sizce sağlıklı mıdır? Örneğin söz konusu kişinin saçlarının en küçük ayrıntısı bile düşüncelerinizi saatlerce meşgul ediyor mu? Bu tünel görüntü, Pisa Üniversitesi’nden Donatella Marazziti’ye göre OKB’nin (ObsesifKompulsif Bozukluk) belirtilerine benziyor. Marazziti, aşkın ilk evrelerini yaşayan 20 kişi ile OKB tanısı konmuş 20 kişiyi karşılaştırdığında, iki grupta da serotonin hormonunu taşıyan proteinin olağandışı düşük düzeyde olduğunu tespit etti. Serotonin, beyinde duygudurumu düzenleyen bir hormondur. Aşıkları bir yıl sonra yeniden teste tabi tutan Ma Hardal Gazı bir biyolojik silah olarak ilk kez Birinci Dünya Savaşı’nda kullanıldı. Vietnam ve İkinci Dünya Savaşı dahil izleyen bir çok savaşta da kullanılmaya devam edildi. İkinci Dünya savaşı sırasında ABD’li bilim adamları Goodman ve Gilman, hardal gazına maruz kalanların otopsilerinde lenf bezlerinin küçüldüğünü ve kemik iliği fonksiyonlarının baskılandığını fark ettiler. İlk kemoterapi ajanı olan “Nitrojen Mustard” böyle geliştirildi ve tahmin edileceği üzere ilk kez hücre sayılarının kontrolsüz arttığı lösemi ve lenf bezlerinin anormal büyüdüğü lenfoma hastalarında kullanıldı. İzleyen dönemde insanlık, egemenlerin biyolojik silah kullanmasını hep engellemeye çalıştı ancak bunu ne yazık ki başaramadı. Bu biyolojik silahlardan biri de yaşamımızın parçası haline gelen biber gazıdır. Biber gazının zararsız, geçici etkili ve masum bir gaz olduğunu söyleyenlere bakmayın. Biber gazının etkileri öyle söylendiği gibi masum değildir. Biber gazına maruz kalma sonucunda kalp atım sayısında azalma, kan basıncı düşüklüğü, solunum yetmezliği, solunum yollarında oluşan ödem nedeniyle nefes alamama gibi etkiler ortaya çıkmakta ve ölümler görülebilmektedir. Bu olumsuz etkiler, öyküsünde zatürre, anfizem gibi akciğer hastalığı olanlarda, çocuklarda, yaşlılarda, bağışıklık sistemi baskılanmış olanlarda daha da belirgindir. Biber gazı, kalp kasının kasılma kapasitesini azaltmakta, kalpte ritim bozukluklarına neden olmaktadır. ABD’de 1995 (Los Angeles Times 1995), İsrail’de ise 2010 yılında biber gazına bağlı ölümler bildirilmiştir. Ülkemizde ise 1 mayıs 2007 tarihinde polisin Taksim Gülleci sokağa attığı gaz bombası sırasında kahve önünde oturan 75 yaşındaki bir erkeğin solunum zorluğu ve kalp krizi sonucu yaşamını yitirdiği bilinmektedir. Hopa’da 31.05.2011 tarihinde Metin Lokumcu, Batman’da 12.06.2011 tarihinde Hatice İdin gazdan etkilenerek yaşamlarını yitirmişlerdir. “Avrupa İşkencenin ve Kötü Muamelenin Önlenmesi Komitesi” (CPT) açıkça gazın zararlı etkilerine vurgu yapmaktadır. Kuruluş, 2010 yılından beri de kapalı alanlarda gazın kullanımını yasaklamıştır. CPT’ye göre gazın açık havada kullanımı ise son derece istisnai durumlarda ve kontrollü biçimde yapılmalıdır. CPT, gazın göstericilere acil sağlık müdahalesinin sağlanamadığı durumlarda kullanılmaması gerektiği uyarısında bulunmaktadır. Hekimlerin gaza maruz kalanlara müdahalesinin bile suç sayıldığı ve gazın son derece kontrolsüz kullanıldığı ülkemizde bir insanlık suçu işlenmiyor mu? Anayasamızın 56. maddesi çok açıktır. Devlet herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamakla yükümlüdür. Geçtiğimiz günlerde Tunceli’de polis memuru Ahmet Küçükdağ’ın ölümü bir kez daha göstermiştir ki, biber gazı öldürür. Sadece göstericileri değil, bizzat bu gazı kullanan polisleri de. TTB Merkez Konseyi Başkanı Özdemir Aktan’ın British Medical Journal’da (Tear gas is a chemical weapon, and Turkey should not use it to torture civilian, 2013) yayınlanan makalesi önemli bir eleştiridir. Yazarları arasında Nobel Bilim Ödülü olanların da bulunduğu ve “Science” dergisinde yayımlanan bir diğer makale de (Turkey must end violent response to protests, 2013) tıpkı Özdemir’in yazısında olduğu gibi polisi kontrolsüz gaz kullanmaya itenlere uyarılarla doludur. Ancak hepimizin malumu, bu uyarı ve eleştirilerin hiç biri işe yaramayacaktır. Ülkemizin insana değer vermeyen, ayrıştıran, terörize eden, dogmatik, uzlaşma sözcüğünden habersiz, formal bir temel eğitimden yoksun yöneticilerden bir an önce kurtulması gerekiyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle