Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
POLİTİKBİLİM Müfit Akyos http://www.ınovasyonheryerde.com/: mufıta@ttmail.com ETİK FELSEFESİ Günah İşleme Özgürlüğü Bozkurt Güvenç Firmaların el değiştirme alış verişi sırasında bilgi ve teknoloji edinme kapasiteleri veya şansları ne olabilir? CBT 1408 8 /14 Mart 2014 Bir ülkenin varlıklarının nasıl hesaplanacağının eminim iktisatta bir yöntemi vardır. Bu hesaplamaya bilgi birikiminin, entelektüel sermayenin, üretim bilgisinin, “nasıl ve niçin” bilgisinin aritmetik olarak eklenmesi güç bir iş olsa gerek. Ancak yine de modeller kullanılarak ve bazı yaklaşımlarla hesaplama yapılabilir sanırım. Bu bağlamda 1986’da başlayan özelleştirmelerle özellikle Kamu İktisadi Teşebbüslerinin (KİT’ler) özelleştirme diyemeyeceğimiz yok etme amaçlı satışları sonrası bu ülkenin gerçek kayıplarının (bilgi ve deneyim birikimi, teknolojileri, örtük bilgiler v.b) boyutu hesaplanabilir mi? Özelleştirme İdaresi’nin verilerine göre 19852013 yılları arasında yaklaşık 60 milyar dolarlık özelleştirme yapılmış. En yüksek özelleştirmenin yapıldığı 20032013 yıllarında yaklaşık 50 milyar dolarlık özelleştirme yapılmış ve devletin kasasına 35 milyar dolar para girmiş. Bu gelirle ne mi yapılmış? Elde edilen kaynakların yaklaşık yarısı borç ödemelerinde, yarısı da özelleştirilen kurumların mali yapılarının düzeltilmesi ve özelleştirmeye hazırlanmasında kullanılmış. Geldiği ilk günden itibaren hedefinde üretken hiç bir yatırım olmayan bugünkü iktidardan, ufku ticaret ve rantla sınırlı bir yönetimden başkası da beklenemezdi. Bu yazının esas konusu özelleştirmeler değil elbette. Konumuz ülkenin üretim, yenilik, öğrenme, beceri v.b asli kapasitelerine vurgu yapmak. Yukarıda işaret edilen özelleştirmeler sonrasında elde edilen kaynaklar hiçbir biçimde, ülkenin kapasitelerinin yükseltilmesini sağlayacak dönüşümleri gerçekleştirmek üzere kullanılmadı. “Betona” yapılan yatırımlar ise her zaman öncelikli oldu. Bütün bu olumsuzluklara karşın az sayıda da olsa bu topraklarda üretim esaslı başarı öyküleri yeşermeye davam etti. Örneğin; bütün dünyada giderek büyüyen ve katma değeri yüksek ürünler içeren tıbbi cihaz sektöründe ülkemizin dünya pazarında yer alabileceğini, büyük üretim merkezleri dışında da yaratıcı ve nitelikli üretimin yapılabileceğini kanıtlamış bir firmamız var(dı). Bu firma, geniş bir yelpazede çok sayıda tek kullanımlık ürün, ameliyat ve muayene lambaları, ameliyat masaları, aspiratör gibi yıllık 150 milyon adet medikal sarf malzemesi üretiyor. Ne var ki bu firma son yıllarda sağlık sektöründe uygulanan politikalar sonucunda ortaya çıkan sermaye ihtiyacı nedeniyle bir girişim sermayesi fonuna hisselerinin %80’ini satarak azınlık ortağı durumuna geldi. Benzer el değiştirme örnekleri çok: İSO 500’de yer alan ve ülkemizde elektrik anahtarları ve priz üretiminin en büyük şirketinin çoğunluk hisselerinin satılmasıyla el değiştirdi. Son birkaç yılda, bir kırtasiye devinden küçük ev aletleri sektörünün önde gelen üreticisine, en eski firmalardan birisi olan “sirkeci”den önde gelen plastik boru üreticisine, ısıtma sektörünün önde gelen bir kuruluşundan ilaç sanayimizin önemli bir aktörüne, hidrolik ve endüstriyel hortum imalatçısından elektronik güvenlik sistemleri sektörünün önde gelen markalarından birine kadar onlarca firma yabancı sermayece satın alındı. Firmaların el değiştirmelerinde ortak gerekçeler genellikle sermaye yetersizliğinin yanı sıra küresel rekabetle baş edebilmek, kurumsallaşmak, dünya pazarlarına açılabilmek, teknoloji transferi olarak özetlenebilir. Bu örneklere karşı, “küreselleşme, serbest piyasa, ama bizimkiler de yurt dışında firma alıyorlar v.b” yanıtlar verilebilir elbette. Ben ise hisselerin, dolarların ötesinde yitirdiklerimizin yerine ne koyabildiğimizi, bu “alışveriş” sırasında firmalarımızın özellikle bilgi ve teknoloji edinme kapasitelerinin veya şanslarının ne düzeyde olduğunu merak ediyorum. Teknolojik gelişmenin “yörünge bağımlı” olduğuna ve teknolojik öğrenmenin kesintisiz olması gereken birikimli bir süreç olduğuna daha önce de işaret edilmişti. Buradan hareketle son yıllarda ayrılan onca kaynak, geliştirilen araca karşın ülkemizin sanayi ve hizmet kesiminin yenilikçiliğe (inovasyon) yanıt verememesinde, önce özelleştirmelerle yitirilen kamu kapasitesinin şimdi de özel kesimin üretken birikimlerinin el değiştirmesinin etkisi olmuş olabilir mi sorusunu sormadan edemiyorum. Özelleştirmelerden el değiştirmelere Ü lkemizin demokrasi ve özgürlükler sorunlarına son günlerde bir “günah özgürlüğü” eklendi, tartışıp duruyoruz. Gerçi bilinen insan hakları ve özgürlükler bildirilerinde böyle bir özgürlük geçmiyor; ama gönüllü kişi ve kurumların hizmet ve eylemde sınır tanımadığı bir bunalımlar çağında neden olmasın? Bilim ve teknoloji alanında çalışanların “yanılma özgürlüğü” vardır. Bilimin en yaygın yöntemi denemeyanılmadır. Bilim, deneyip yanılarak ulaşır doğrulara. Bilim insanlarına tanınan bu özgürlük, din ve siyasette, hukuk, töre ve etik alanlarında neden olmasın? sorusu geliyor akla. Soru meşrudur ama yanıtı kesin değildir. Hofstadder’in ünlü Gödel, Esher ve Bach denemesi, yanıtı verilemeyen veya kesin doğru veya yanlış olmayan türlü örneklerle doludur Giritli filozofun Giritli filozoflar yalancıdır! bilmecesinden, Gödel’in kanıtladığı “bir önerme doğru kabul edilmeden bilim yapılamaz” teoremine değin. Diğer bir deyişle, bilim yapmak için akıl, mantık ve matematik yeterli olmuyor, bir önermenin önceden doğru (geçerli ve güvenilir) kabulü gerekiyor. İlk bakışta çoğumuza doğru görünen Öklid geometrisini koyut (postüla)ları, birbirine dayanarak doğrulanabilir. Ancak birisinin önceden ve peşinen doğru sayılması şarttır. Bu noktadan hareketle, AKP milletvekili Metin Külünk’ün “günah özgürlüğü” önerisi doğru kabul edilirse, bazı etik ve hukuki sonuçlara varılabilir mi? Sorunun püf noktası sanırım buradadır. Demokrasi ve adalet evrensel özgürlük ve eşitlik değerleri üzerine kuruludur, ama sınırsız değildir. Bireysel özgürlükler, eşit olmayan ötekilerin özgürlükleriyle sınırlıdır. Öyle ki töreler, dinler, etik felsefesi ve ruh hekimliği bireyin kusurlarını bağışlasa bile bu tür olumsuz davranışlara “özgürlük” bağışıklığı tanımaz. Yaşama hakkı ötekini veya kendini öldürme hakkını vermez. Kutsal mülkiyet hakkı ötekini işsiz güçsüz ve yoksul bırakma, fikir ve ifade hürriyeti, ötekini susturma hakkını içermez. Özgürlükler, kamusal düzenle sınırlıdır. Bu sınırlara uyulmazsa toplu yaşam mümkün olmaz. Etik ve hukuk felsefesi özgürlük konusunda kamusal yarara öncelik verirler. (Hançerlioğlu, Düşünce Tarihi). Özgürlüğün tartışılmaz ön koşulu eşitliktir ki sağlanması bir yönetim ve hukuk sorunu olmaktan çok yaygın eğitim sorunudur (Bahadır, CBT, 7 Şubat). Ancak 2012 PİSA EĞİTİM ARAŞTIRMASI, ülkemizin 65 OECD ülkesi arasında 44 sırada bulunduğunu gösteriyor. (İsa Eşme , CBT, 28 Şubat.) Yaşayan töreler, semavi dinler ve ulusal hukuk sistemleri, günah /suç işleme özgürlüğüne değişik yaptırımlarla karşı çıkarlar: Bireylerde bir vicdan, toplumsal bir bilinç düzeyi oluştururlar. Ayıplama, kınama, tecrit, günah (ahrette hesap verme) veya cehennem ve hukuki ceza yargılaması gibi. Bütün bu görüşleri “gerçek” miş gibi söylüyor, yazıyor, savunuyoruz da hangi gerçek? Zamanın ruhu’na göre değişebilen toplumsal doğrular mı, kişiden kişiye değişen inançlar (gerçekler/realiteler) mi, yoksa zamanmekânda sürekli değişenlerin değişmeyen özündeki hakikatler (veriteler) mi? Tümüne gerçek deyip geçiyoruz. Gerçeklik varsayımını ya da türünü belirlemeden hangi sorun tartışılabilir ki? Günah özgürlüğü, Külünk’ün entelektüel çevresinde gerçek, toplumumuzun bölünmüş doğrular ortamında tartışmalı, insanlığın benimseyip savunduğu evrensel hakikatler düzeyinde yanlıştır. Bireyin ve toplumun huzuru adına, günah özgürlüğünü savunan din kardeşlerimiz bu özgürlük sığınağına pek güvenmeseler diyorum. Allah’ın rahmeti mutlak olmayabilir. ulusal gelire oranı parametrelerinin çarpımına eşittir (Jaccard, 2005). ENERJİ = (NUFUS) x (TOPLAM GELİR/ NÜFUS) x (TOPLAM ENERJİ KULLANIMI/ TOPLAM GELİR) Bu bağıntıda, son parametrenin temsil ettiği kavram “enerji verimli” kullanımla ilişkilidir. “Enerji verimliliği”, kaynaktan elde edilebilecek faydanın ençoklanması (maksimizasyonu) değil; standart yaşam koşullarının sürdürülmesi için gerekli enerjinin enazlanması (minimizasyonu)dır. Böylece; toplam gelir artarken, toplam enerji tüketimi daha az artar ve hatta azalır. Nüfusun, dünyanın enerji sorununa etkisi “enerji verimliliği” kavramı ile aynı düzeyde değildir. Çünkü; nüfus artışı enerjiyi çok tüketen ülkelerin sorunu değildir. Gelişmiş ülkeler, enerjiyi tükettikçe kaynaklar yalnızca azalmakla kalmayıp bozulan dengeden dolayı azalmış potansiyelin kullanımı da zorlaşmaktadır. “Çevresel etki”, bu zorlaştırmanın ölçüsü olarak değerlendirilmelidir. Termodinamiğin İkinci Yasası’na göre, tüm evrende her şeyin kaos ve çürümeye doğru gittiği kaçınılmaz da olsa; aşırı tüketim ve kaynakların eşitsiz dağılımı, daha sonra bu iki olgudan çıkan sorunların (salgın hastalıklar, bölgesel savaşlar, ırkçılık, cinsel ayrımcılık, …) çözümüne harcanan zaman ve materyal, bu çürümeyi daha da hızlandırmakta. Bugünün enerji yoğun kültüründe, “yeşil” de olsa, ki hiçbir teknoloji çevreye sıfır zararlı değildir, hiçbir sistem çözüm olmayacaktır. Ronald Wright’ın, Paskalya Adası örneği ile ilgili Yeşil yanılsamalar ve enerji verimliliği Seyhan Uygur Onbaşıoğlu F İTÜ Makina Fakültesionbasiogl1@itu.edu.tr osil yakıt ve nükleer enerji savunucularının da sık sık gündeme getirdikleri gibi, şimdiye dek hiçbir alternatif enerji üretim biçimi, fosil yakıt tüketimini azaltmış değil. Yeni ve yenilenebilir sistemlerdeki teknik gelişmelere bağlı olarak enerji üretimindeki artış hızı, var olan tüketime dayalı sistem içerisinde yeterli olmayacaktır. Öte yandan, alternatif bir sistemin çevreye zarar vermemesi için alınacak önlemler, sağlanan enerjiden belki de daha fazlasını tüketmekle mümkün olacaktır. Çünkü; “Tarih boyunca çevredeki her büyük değişim, daha az elde edilebilir, ulaşılması daha zor enerji kaynaklarına doğru olduğu için, teknolojideki niteliksel değişimler de her zaman daha karmaşık ve daha büyük bir enerji harcanmasına doğru olmuştur.” (Rifkin ve Howard, 1992). Çözüm, toplam enerji tüketiminin tanımını doğru yapmaktır. Bir topluluğun tükettiği toplam enerji; nüfus, kişi başına ulusal gelir ve enerjinin