Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
www.iku.edu.tr BİLİM KÜLTÜR VE EĞİTİM Köy Enstitülüler ve Türkçe Ozanların sürdürdüğü sözlü Türkçeden yeni bir yazı dili yaratma süreci, kimi Türkologların baskı ve engellemelerine karşın, gerçekte yaşamın her alanını kapsayan Köy Enstitülerindeki eğitimle öncesiz bir destek kazanmıştır Ömer Demircan (Prof. Dr.) lanma sağlar. Halk okumayazma öğrenir ama okuması yasaklanır. DTCF mezunu bir Tarih öğretmeni 1946 sonunda Konya İvriz Köy Enstitüsü’ne atanır. Müdür İ. Safa Güner anlatmış: “Bir gün onu birkaç öğrenciye bağırıp çağırırken gördüm. ‘Bu dergi ve kitapları bir daha elinizde görmiyeceğim. Ders kitaplarının dışında hiçbir kitap okumayacaksınız.’ Birinde Varlık dergisi, diğerlerinde Minka Abla, Baragan’ın Dikenleri gibi kitaplar bulunuyordu. ‘–Bunlar yasak, yasak! bilmiyor musunuz?’ diye bağırıyor, dergiyi alıp yırtıyor, Sünger Avcısı kitabını okuyan çocuğu tokatlıyordu. ‘Eee, ama o öğrenciler boylarından büyük kitaplar okuyorlar.’ … ” (Özkucur, s. 387388). 12 Mart ve 12 Eylül darbeleriyle halkın okuma özgürlüğü yok edildi. Birçok aydın, “sakıncalı” görülen kitaplarını yakmak zorunda bırakıldı. Oysa, Köy Enstitülü aydınlar ile onların eğittiği bireyler baş verdi, ama kitabı yere düşürmedi. 1946 sonunda yeniden başlayan “cehaletin dış destekli yönetimi” ile Demokrat Parti döneminde (19501960) en önemli aydınlanma kurumları kapatıldı. Köy Enstitülerindeki eğitimin “1., 2., 3.2” ayakları kesildi. Geriye yalnızca (3.1) uygulaması kaldı; onlara geleneksel öğretmenlik dersleri eklendi. Köy Enstitüsü çıkışlı yazarların kitapları 1950’den sonra yayımlanmaya başladı. Ona hemen “köy yazını” adı takılarak ötekilendi. “Tezer Özlü’den Leylâ Erbil’e Mektuplar” (1995) içinde Almanya’da Mahmut Makal’a da sorarlar: “Siz hangi köyün yazarısınız?” Oysa, ötekileyen o yazarların beslendikleri tahıl, et, sebze, meyva, bal da köylerde üretilmişti! Türkiye’de gerçek Türkçe kullanımı “Harf Devrimi” ardından Dil Devrimi ile kimliğini bulur. Altı yıllık bir süreçte 21 Köy Enstitüsünde gerçek yaşamla içiçe öğrenip Tercüme Bürosu çevirileriyle kavrulan gençler arasından, her enstitüden en az bir kitap yayınlamış 10 yazar çıksa, eder 210. Okul dergilerinde, başka dergiler ile yerel gazetelerde yazılanları, köy çocuklarının yoktan varettikleri o kurumlarda 1946’dan sonra öğrenim gören gençleri bir yana bırakıyorum! Ozanların sürdürdüğü sözlü Türkçeden yeni bir yazı dili yaratma süreci, kimi Türkologların baskı ve engellemelerine karşın, gerçekte yaşamın her alanını kapsayan Köy Enstitülerindeki eğitimle öncesiz bir destek kazanmıştır. 1935 yılında erişilen okumayazma düzeyi yedi yılda %19,5 olmuş, Köy Enstitülerinin kapatıldığı 1952’de ise, %35’e ulaşmıştı. Köy Enstitüleri (19401947) ölçüsünde Türkçeye emek veren başka hiçbir okul türü olmamıştır. ÖĞREN, AMA OKUMA 1 920’lerdeki Türkiye Cumhuriyeti, ekonomisi tarıma dayalı bir köylü devletidir. Çünkü nüfusun %90’ı köylerde yaşamaktadır; eğer kent ve kasaba eteklerinde tarımla geçinen halk da katılırsa, köylü nüfus %95’i bulabilir. Köylerde ne okul vardır, ne de okuryazar. İmam, yalnızca kutsal metni sesletir, ama o da eski yazıyla okuryazar değildir. Kırsal alanda yaşayanlara Osmanlının 620 yılda sağladığı çağdaş eğitim “yok” düzeyindedir. O günün tek okuyupyazabileni birkaç yazar ile “kâtip”lerdir; yazı dilini okuyabilen oranı %78, yazabilen oranı ise %1 dolayında. Köy Enstitüsünden yetişmiş sağlık memuru Durmuş Bekçi, Osmanlının karanlığa gömdüğü köylüyü, şöyle anlatır (1946): İLAÇTAN GELECEK HAYIR... CBT 140813 / 14 Mart 2014 “Kimi yerlerde, inanır mısınız, bizi evine konuk alan köy muhtarı önümüze bir kap yemek çıkaramadı. Adamın evinde yemi yiyeceği yok. … Karısı çocuğuna geviş yediriyor. Ağzına attığı bir avuç buğdayı çiğniyor; iyice yutacak duruma getirdikten sonra kendi ağzından çıkarıp bunu çocuğun ağzına tepiştiriyor. Verecek sütü yok kadının. …Köylüleri iğne yapmak için çağrı yorum, gelmiyorlar. … Birincisi inanmıyorlar. İkincisi, yaşayıp da ne yapacağız? Sonumuz kara toprak değil mi? Bir an önce gidelim şu dünya meşakkatinden. … İlaçları kullanmıyorlar. –Onlardan gelecek hayır Allahtan gelsin, diyor. Allahın iyi edemediğini bunlar mı (sağlık memuru/ ilaçlar) iyi edecek?” (Özkucur 1990/2013: 104105; ayrıca Gümüşoğlu, 2011: 105332). Şarkiyatçıların belirlediği, Dağlarca’nın da söylediği gibi: “Öyle dalmış ki asırlar süren uykusuna, uyandırmazsan uyanacak değil.” 1936’da eğitmen kursuna alınan köy gençleri, ezberden anlatılan dersleri hiç anlayamazlar. “Başlangıçta öğretmenler konuştukları zaman öğrenciler hiçbirşey anlamadan yüzlerine bakıyorlardı. … İlkokulu bitirmelerine karşın, Türkçeyi çok zorlukla konuşanlar vardı. … kitaplardan müthiş korkan eğitmen adayları, bir müddet sonra bilgiye aç kurtlar gibi sarıldılar. ... aralarından birini öğretmen yaparak gece geç saatlere kadar çalışırlardı” (Kirby, 129, 221). İsmail Hakkı Tonguç da Konya – İvriz’de bir derste: “600 yıldır susturuldukları için bu öğrenciler konuşmazlar. Siz her fırsatta onları konuşturacaksınız”, der. O amaçla Köy Enstitülerinde halk türküleri, marşlar söylenir. Her gün küme öğretmeni gözetimindeki “serbest okuma saati”nde dersdışı kitaplar okunur. Her hafta sonu öğrencilerle değerlendirme toplantıları yapılır, eğlence düzenlenirdi. Dersler dışında, yılda her öğrenci, adları önceden belirlenmiş en az yirmi kitap okuyup özetini çıkarmak zorundaydı. Köy Enstitülerinde başvurulan: “iş başında, iş aracılığıyla, iş için eğitim” bir öğrenme yorumu değil, o ortamda köylünün nasıl öğrendiği gözlemlenerek bulunan zorunlu bir öğretmeöğrenme yoludur (Tonguç, 1938; 1939). Nâzım’ın: “Topraktan öğrenip kitapsız bilendir” dediği Türk köylüsü zaten öyle öğrenmektedir. Köy Enstitülerini daha tutarlı anlamak için o kurumlardaki uygulamayı şu alt bileşenlerine ayırmak gerekir: 1) ekonomik gelişme, 2) sağlık, 3) eğitim. 1) Ekonomi: köyde tarımın geliştirilmesi, örgütlenme ve kooperatifçilik, topraksız köylüye toprak dağıtımını içerir. 2) Sağlık: salgın ve bulaşıcı hastalıkların yok edilmesini, yeterli beslenmeyi amaçlar. 3) Eğitim: 3.1) okuryazarlık eğitimi, 3.2) aydın HİÇ ANLAMAYAN ÖĞRENCİLER