Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
18 TartışmaEditöre Mektup CBT 1437/3 Ekim 2014 Çalışma şartları ve özlükler, akademi ve bilimin altyapısını oluşturur Üniversitenin kurumsal özerkliği de akademik özgürlükler de, öncelikle özlük ve çalışma haklarından geçer. Geçim derdindeki insanların özgürlüğünden söz edilemez. Kendi kurumunda yaşamını idame etme söz hakkı olmayan kişilerin özerk karar ve düşünce sürdürmesi olanaksızdır. Özlük ve çalışma koşulları diğer tüm akademik tartışmaların altlığı olarak görülmelidir. akademisyenlerin oranının ise yüzde 84 olduğu rapor edilmiş. Son yıllarda tıp fakültelerinin içinin boşaltılmış olması, mezun olan parlak öğrencilerin Araştırma görevlisi olarak üniversitede çalışmayı kabullenememesinin nedenleri ankette de görüldüğü gibi çalışma koşulları ve maaşların yetersizliğidir. Liyakat Sahibi İnsana Sahip Çıkalım: Yeni bir şey söyleyecek, yeni bir buluş yapıp insanlığın yaşamını değiştirecek, ülkenin geleceğini yönlendirecek kişileri korumak zorundayız. Yetenekli, liyakatli insanlarımızı adamsendeciliğe harcatmayalım, onların enerjilerinden ve yeteneklerinden yararlanalım. Liyakati olan ortamı ve çalışma koşullarını iyileştiren, insanın önünü açabilen kapasitedeki insana önem verirsek ülkemiz gelişir. Su yolunda testiyi kıran ile suyu getiren aynı değeri görmemeli. Testiyi kıran daha çok değer görürse kimse çalışmaz. Ülkemizde kamuda çok sayıda küstürülmüş, enerjisinden ve yeteneğinden yararlanılmayan insanın var olduğunu duymak bilmek üzücü. Nitelikli İnsanları Üniversitede Tutmak İstiyorsak Bilim İnsanına Destek Çıkılmalıdır: Hükümetin yargı mensuplarına yapmayı planladığı zam önerisi yıllardır yoksulluk sınırında yaşayan akademik personelin ücret artışı talebini doğal olarak sordurur oldu. Türkiye’nin sorunları gündeme geldiğinde ilk sorulan soru bilim insanlarının çözüm üretmesidir. Ancak çok nitelikli insan kaynağı oluşturmak iyi beyinleri üniversitede görmek istiyorsan bunun yollarından biri de akademik ve üniversite çalışanlarının geçim sorunu ve özlük haklarının iyileştirmesi gerekir. Yargı Mensuplarına Yapılacak Maaş Zammı Bütün Çalışanlara Yapılmalıdır: Madem yargı mensuplarına bir iyileştirme planlanıyor. Çok haklı olarak yargı mensuplarının rantın ve liyakatsizliğin kol gezdiği bir dünyada “vicdan ile cüzdan arasında sıkışıp kalma” durumu birçok meslek için farklı duygularda yaşanıyor. Yine de çok sayıda çalışan insanımız yetersiz maaşlarına rağmen işlerini yapmaya çalışıyor. Toplumda belirli bir saygınlığı olan ve mesai kavramı olmadan enerjisini bütünü ile bilim yapmak ve insan eğitmeye adamış insanlar için bugünkü maaş durumunun rencide edici ve can sıkıcı olduğunu belirtmek durumundayız. Bütün kesimlere iyileşme yapılmalı. Yaptığı iş ve niteliği gereği iyi beyinleri ülkenin menfaatına değerlendirmek istiyorsak, bilim insanına pozitif ayrımcılık yapılması herkes tarafından anlayışla karşılanacaktır diye düşünüyorum. Hasta için değil performans puanı için çalış, hastadan faydalan! Prof. Dr. Yelda Özsunar Dayanır, Sağlık sektörü dünya’da da Türkiye’de de hızla değişiyor, dönüşüyor... Birçok yeni fikir deneniyor. Ülkemizde son yıllarda sağlık sistemindeki en büyük değişimlerden biri, Performansa Dayalı Ek Ödeme Sistemi‘ ne (PDES), göre şekillenen hastahekim ve hekimhekim ilişkisidir. Hastahekim ilişkisi açısından değerlendirildiğinde PDES ile sağlık kurumlarında hasta sayılarında çok önemli artışlar olmuş, ancak kaliteden ziyade sayılara odaklanan hizmet mantığı nedeni hizmet kalitesinde ciddi düşüşler yaşanmıştır. Sağlık Bakanlığının 20122013 yıllarında, Türk Radyoloji Derneğinden (TRD) talep ettiği ve radyoloji sektöründe kalitenin sorgulandığı, toplam 9 Bin 282 hastanın değerlendirilebildiği bir araştırmada, bu durum istatistiklerle kanıtlanmıştır. Bu çalışmanın çarpıcı sonuçlarından birkaçı şöyledir: Radyasyon kullanılarak çekilen Bilgisayarlı Tomografi (BT) tetkiklerinin %28’iTRD’nin kalite standartlarına uygun değildir. BT çektiren hastaların %18’i çoğunlukla “tanı konulmaması” gerekçesi ile bir yıl içerisinde tekrarlanmaktadır. Benzer sorunlar Manyetik Rezonans (MR), Mamografi gibi diğer incelemelerde de mevcuttur. Hastalar performans sistemi baskısıyla radyolojik olarak radyasyon ve yüksek maliyet bedeli ile incelenmekte, ancak bu işlem yeterince amacına ulaşamamaktadır. İkinci sorun hekimhekim ilişkisi açısından ortaya çıkmaktadır. Hekimlerin yaptığı işlemlerin değeri performans puanı gibi dogmatik, son derece tartışmalı, adil olmadığı her platformda dile getirilen, spekülatif bir sisteme göre değerlendirilmekte ve karşılaştırılmaktadır. Kimi branş hekimi değerli, kimileri ise değersiz kılınmakta; uzun emeklerle yapılan bir inceleme veya anlatılan 1 saatlik ders çok az emek harcananlar işlemlerle eşdeğer olabilmektedir. Hekimleri birbirine düşüren yeni bir uygulama da Sağlık Güvenlik Kurumunun belli işlemlerin ehil olup olmadığına bakmaksızın ödeme kapsamına almasıyla, hastanelere atılan sorun yumağı ile ilgilidir. Asıl sebebi PDES ve Sağlık Güvenlik Kurumu’nun (SGK), yeni düzenlemelerinden biri olan örnek bir kavga geçtiğimiz günlerde kendi departmanımızda yaşanmıştır. PDES öncesinde diğer hekimlerce ilgi çekici bulunmayan çeşitli radyolojik işlemler, SGK’nın birçok branşa ödeme yapması nedeniyle paylaşılamamaktadır. Örnek olarak SGK, bilimsel kriterlere göre bu işlemleri yapmak konusunda hekimin ehil ve yeterince tecrübeli olup olmadığını bakmaksızın x ışını eşliğinde yapılan vasküler girişimsel işlemler için radyolojinin yanı sıra kalp damar cerrahisi, beyin cerrahisi ve nöroloji anabilim dallarına da ödeme yapmaktadır. Yüksek performans ödemesi yapılan bu vasküler işlemler, birden fazla branş tarafından ilgi çekici hale gelmiş ve hekimler pastadan pay alma kavgasına tutuşmuştur. Sağlık sistemi, akıl, bilim ve tecrübe yerine, güçlüye ve yöneticiye yakın olanların kazandığı bir güç savaşına sahne olmaktadır. Başta radyoloji klinikleri gibi birçok klinikte hasta tedavi etmek hedefi bırakılarak gücü koruma veya meslektaşlarından yeni performans alanları koparma kavgası başlamıştır. Bu kavgalar, tüm üniversitelere, bilime, etiğe, hekimlere ve en çok da hastalara zarar vermektedir. İlgililere duyurmak ve bu kavgaların nasıl durdurulacağını yetkililere sormak hekim ve insan olarak boynumuzun borcudur. Değişim hep var olmuştur. Toplum ve kurumlar, değişimlerle sınanmaktadır. Önemli olan değişimin neye hizmet ettiğini sorgulamaktır. İnsana mı, yoksa aldatmaca, kaos ve kavgaya mı! Adnan Menderes Üniversitesi, Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı Başkanı, yeldaozsunar@yeldaozsunar.com Prof. Dr. İbrahim Ortaş, Çukurova Üniversitesi Öğretim Üyesi, iortas@cu.edu.tr Üniversiteler Yoksulluk Sınırında Yaşıyor: Uzun zamandır çalışanların ücretlerine herhangi bir iyileşme yapılmadı. TÜİK verilerine göre en üst dereceden maaş alan akademik personelin bile yoksulluk sınırı içinde yaşadığı görülüyor. Son yıllarda üniversitelerin verimliliği ve bilgi üretme konusunda birçok sorunu bulunduğu bir gerçek. Bunun belki ilk nedeni maaş yetersizliği değildir. Üniversite özerkliği, üniversite yönetim organlarının belirlenmesi üzerinde dolaşan siyasi etkiler, üniversite bütçeleri yanında maaş yetersizliği de ciddi bir demoralizasyon nedenidir. Ayrıca belirtmek isterim ki üniversitelerimizde ciddi bir rahatsızlık, verimsizlik ve heyecansızlık görülüyor. Bir şeyler üretme hevesinin kaybolduğu bir durum görülüyor. 2013 yılında dünyanın ilk 10 büyük ekonomisi olması hedeflenen bir ülke için bu hevessizlik açıkçası çok da hoş değil. Tıp Camiası En Çok Zarar Gören Kurum Oldu: En son tıp doktoru hocalar için tam anlaşılmayan bir şekilde hastane ve dışarıda belirli saatlerde muayene yapabileceklerini belirttiler. Açıkçası devletimiz üniversite hocalarına hak ettikleri ölçüde maaş vermek yerine, bilim insanlarını birbirinden ayrıştırdı. Bu uygulama insan hakları ve eşitlik ilkesine aykırıdır. Bir grup hocaya sen dışarıda ek iş yap, diğerine sen yapma diyemez. Birileri bu durumu Anayasa Mahkemesi’ne götürse konu esastan iptal edilir. Yoksa hukukçular “biz daha çok kazanırız” der ve kendileri hukuk bürosu açar. Mühendis, öğretmen hemen herkes bir şekilde kendi mesleğine uygun yapacak iş bulur. O zaman da bilim yapmak yerine hizmet görülmüş olur gibi olur ki bilim olmadan sağlıklı hizmet de gerçekleşmez. Bilim Kuruluşlarının Görevi Bilimsel Bilgi Üretmektir: Topluma hizmeti götürme görevi doğrudan bilim kuruluşlarına verilmemiştir. Bilim insanının tüm zamanını okumaya, düşünmeye, araştırmaya ve yazmaya ayırması gerekirken, zamanını geçim derdi için özel iş yapmaya yönlendirilirse orada bilim ve bilgi üretilemez. Bu durum üniversite anlayışına zarar verdi ve zarar veriyor. Ni hayet uzun zamandır eleştirdiğimiz özel iş yapma danışmanlık işlemleri başta tıp fakültelerinin içinde bulunduğu durum olmak üzere sistemin iflas ettiğini gösteriyor. Türkiye’de bir tarafta sayıları 90’ı bulan tıp fakülteleri diğer tarafta yetersiz ve kaliteli öğretim üyesi ihtiyacı. Doğal olarak dışarıda 20. 000 TL kazanacak bir tıp hocasına 4800 TL maaş reva görülürse kimse teorik olarak kabul edilen bilim aşkını çok sürdüremez. Değişen dünya koşullarında, evrensel anlamda dünyadaki meslektaşları ile çalışan ve zaman zaman onlarla dünyanın herhangi bir yerinde bir araya gelen öğretim elemanlarının aldığı ücret, gerek yurtdışındaki gerek yurtiçindeki özelvakıf üniversitelerinde çalışan öğretim üyelerinin beşte biri kadardır. Öğretim elemanları zamanının tümünü ülke hizmetine ayıran ve bu amaçla mesai kavramı olmaksızın çalışan kişilerdir. Ancak bizler emeklerinin karşılığını alamamakta ve dolayısıyla ciddi geçim sıkıntısı çekmekteyiz. Üniversite Çalışanlarının % 99’u Maaşlarından Memnun Değil: Öğretim Elemanları Derneği (ÖGEDER) öğretim elemanlarının özlük hakları ile ilgili 1955 akademisyenin katıldığı ‘Akademisyenlik Tanım’ başlıklı anketin sonuçlarına göre öğretim üyelerinin sadece yüzde 1’i aldığı maaştan memnun. Aralarında 1138’i araştırma görevlisi, 250’si öğretim üyesi, 184’ü yardımcı doçent, 93’ü doktor, 80’i doçent, 79’u okutman, 59’u profesör bulunan toplam 1955 akademisyenin katıldığı ankette önemli sonuçlara ulaşıldı. Ankete göre sadece 4 akademisyenden 1’i akademik olarak yaptığı çalışmalardan memnun. Akademisyenlerin yüzde 88’i maaşından memnun olmadığını dile getirirken kısmen memnun olanların oranı yüzde 10. Ankete katılanlara sorulan, akademik olarak yaptığınız çalışmalardan memnun musunuz sorusuna yüzde 56’sı kısmen, yüzde 19’u hayır ve yüzde 25’i evet cevabını vermiş. Akademik olarak yaptığınız çalışmalarda üniversitenizden yeterince destek alabiliyor musunuz sorusuna ise akademisyenlerin sadece yüzde 11’i evet cevabını vermiş. Akademisyenlerden yüzde 45’i akademik çalışmalarında üniversitelerinden herhangi bir destek almadığını belirtmiş. Yurtdışında başka bir üniversitede çalışmak isteyen