Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
GÜNCEL TIP Mustafa Çetiner cetiner.m@superonline.com Geçtiğimiz günlerde Küba’lı bir bilim kadını tarafından geliştirilen CimaVaxEGF isimli tümör aşısı çok konuşuldu. Akciğer kanserinin oldukça yaygın olduğu Küba’da aşının özellikle yoğun tedavi alamayan hastalarda yaşam süresini uzattığı ileri sürülüyor. Yeni Tümör Aşısı CimaVaxEGF ve Düşündürdükleri? düzeyinde bir araya getirilerek birleştiriliyor. Burada önemli olan nokta bireylerin değil yazarlığın baz alınmış olmasıdır. Araştırma sonuçları özetle şöyle: Küresel olarak makale yazarlığının % 30’u kadınlara % 70’i erkeklere ait. Benzer şekilde ilk yazarlık söz konusu olduğunda, kadınlar erkeklere göre daha az temsil ediliyor. İlk yazarı kadın olan her makaleye, ilk yazarı erkek olan iki makale düşüyor. bir anlamda eskinin günümüze yansımasıdır. Bilindiği gibi akademik ortamlarda genç akademisyenlerin üst kademelere yükselmesi sırasında bilim kadınları yol kazalarına uğrar ve en tepeye ancak birkaç kadın ulaşabilir. Dolayısıyla bilim dünyasının üst kademelerindeki bu eşitsizlik, bir önceki kuşaklarda kadınların karşı karşıya kaldığı engellemelerin bir sonucudur. Kaldı ki bilim dünyasında kıdem kazanmak, yazarlık sıralaması, işbirliği ve atıf gibi değişkenler birbirine sıkı sıkıya bağlıdır. Makale yazarlığı, bilimsel üretkenliğin yalnızca tek bir göstergesidir. Sugitomo’nun bibliyometrik analizi de yalnızca dergi yazarlığını ele alıyor; kitapları, konferans raporlarını, veritabanı yapısını dikkate almıyor. Analizde ayrıca yazarlık pozisyonları ile ilgili evrensel normlar da göz ardı ediliyor. Örneğin bazı durumlarda kadınlar, araştırmaya katkıda bulunmuş olsalar dahi yazar olarak belirtilmiyorlar. Ve bazı dallarda yazarlar alfabetik sıraya göre listeleniyor. Ayrıca bazı yazarların cinsiyetinin tayininde hatalar söz konusu olabiliyor. Bu çalışmanın bir diğer önemi de, gelecekte bu konunun üzerine gidilmesi yönünde çağrı niteliği taşıması. İleri çalışmalarda şu sorulara yanıt aranabilir: Dünyanın bazı bölgelerinde anormal oranlardaki eşitlik nasıl sağlanmış olabilir? Yayın ve atıf sayısındaki eşitsizliğe, çalışmanın özelliklerinin kendisi de yol açmış olabilir mi? Acaba bilim insanı olmanın gerektirdiği bazı özellikler de cinsiyet eşitsizliğine yol açıyor olabilir mi? Bazı disiplinler kadınlara, başka disiplinler de erkeklere neden cazip geliyor? Misoginistik (kadın düşmanlığı eğilimi) bir eğilim taşıyanlar, bu çalışmayı, erkeklerin bilimde kadınlardan daha üstün olduğunu kanıtlayan somut bir gösterge olarak değerlendirebilir. Bu tür basit bir değerlendirme kuşkusuz çalışmanın vurgulamak istediği ana fikri görmezden gelmektir. Sugimoto 10 yıldan fazladır süren eşitlik mücadelesine karşın, bilim kadınlarının dünyanın hemen hemen her yerinde hâlâ devasa engellerle karşılaştığına dikkat çekiyor. UNESCO’nun verilerine göre ülkelerin % 17’sinde bilim kadını ve bilim adamı sayısı birbirine yakın. Ancak Web of Science’da temsil edilen ülkelerin yalnızca % 6’sında yayın sayısı açısından eşitlik sağlanmış durumda. Bir ülkenin bilimsel olarak kendini kanıtlaması için entelektüel sermayesini en üst düzeye çıkartması gerekir. Bilimsel üretkenliğin itici gücü işbirliği olduğuna göre bilim kadınlarının uluslararası alanda işbirliği yapmasını kolaylaştıracak programlar, dünya biliminde cinsiyet eşitliğini sağlamaya yönelik en yapıcı stratejidir. Derleyen: Reyhan Oksay Kaynak: http://www.nature.com/news/ YÜZYILLIK SORUNUN GÜNÜMÜZE YANSIMASI Bugün dünya bilimindeki bu olumsuz durum, CBT 1402 9 /31 Ocak 2014 Güney Amerika ve Doğu Avrupa ülkelerinde cinsler arası eşitlik diğer bölgelere göre daha belirgin. Doğu Avrupa’daki kadın erkek eşitliği, eski komünist ülkelerde cinsiyet dengesine verilen önemin bir yansıması olabilir. Kadın yazar oranlarının yüksek olduğu dokuz ülkenin beşi Makedonya, Sri Lanka, Letonya, Ukrayna, Bosna ve Hersek. Ancak analiz sürecinde bu ülkelere ait ancak 1.000 makale bulunmuş. Bu da kadın yazarlığının, yayın sayısının az olduğu ülkelerde daha sık görülmesi anlamına geliyor. Yayın sayısı 1.000’in üzerinde olan ve erkek egemenliğinin yaygın olduğu ülkeler Suudi Arabistan, İran, Japonya, Ürdün, Birleşik Arap Emirlikleri, Kamerun, Katar ve Özbekistan. ABD’de erkek egemen eyaletlerin başında New Mexico, Mississippi ve Wyoming geliyor. Kadın yazarlığının baskın olduğu bilim dalları ise “bakım” ile ilgili. Örneğin hastabakıcılık; bebek bakımı; konuşma, dil ve işitme; eğitim; sosyal yardım ve kütüphanecilik... Erkek egemen alanlar ise askeri bilimler, mühendislik, robotik, havacılık ve uzay bilimleri, yüksekenerji fiziği, matematik, bilgisayar bilimleri, felsefe ve ekonomi. Sosyal bilimler ile ilgili yayınlarda genellikle kadın yazarların oranı yüksek olmakla birlikte, beşeri bilimlerde (humanities) erkek yazarlığı daha baskındır. Bibliyometrik analizin ikinci etabında, ulusal ve uluslararası işbirliği sonucu oluşturulmuş makalelerde kadın ve erkek yazarlığı oranlarını araştırılıyor. En üretken 50 ülke baz alındığında, bilim kadınlarının makalelerinde daha çok ülke içi işbirliğini tercih ettiği görülüyor. Üçüncü etapta yazarların pozisyonları inceleniyor: Yani bir makalenin tek yazarlı mı, çok yazarlı mı olduğu, kadınların ilk yazar mı, son yazar mı olduğu tespit ediliyor. Bu incelemeden çıkan sonuca göre kadınların tek yazar, ilk veya son yazar olduğu makaleler, daha az sayıda atıf alıyor (Bknz. Birincil Yazarın Cinsiyeti ve Atıf) BÖLGELERE GÖRE EŞİTSİZLİK EŞİTLİK NASIL SAĞLANIR? İlacın etkinliğinin test edildiği 7 farklı klinik çalışma, Küba dışında Kanada ve İngiltere’de de yürütülüyor ve CimaVaxEGF 700’ü aşkın hasta üzerinde deneniyor. İlaç sadece Küba değil, başta ABD olmak üzere bir çok batılı ülkede de ilgiyle karşılanıyor. Mesela ABD’de Sarah Cannon Onkoloji Araştırma Enstitüsünde çalışan Dr Howard Burris, ilacın çok önemli bir tedavi potansiyeli taşıdığına vurgu yapıyor. Elbette bu yeni tümör aşısı hastaların beklediği gibi bir mucize yaratmıyor ancak bu yolda oldukça önemli bir adım sayılıyor. İlaç tartışılırken hep şu soruyu sordum kendime. Nasıl oluyor da yıllardır ambargo altında yaşayan yoksul Küba böyle bir molekül geliştirebiliyor, sağlıkta dünyanın en iyilerinden biri olabilmeyi başarıyor? Bu ülkede yaşadığı deneyimlerini “West Journal Medicine” isimli dergide paylaşan San Diego Tıp Fakültesi 2. Sınıf öğrencisi Christian Ramers’e kulak verelim şimdi (175:129130, 2001). “Öyle bir toplum düşünün ki, her vatandaşın sağlık hakkı devletin sorumluluğunda. Düşünün ki doktorunuzu istediğiniz sıklıkta para ödemeden görebiliyorsunuz. Düşünün ki tek bir elden bakım ve koruyucu tıp hizmetleri her köşe başındaki hekimlerce yürütülebiliyor.” Ramers’in iddia ettiği gibi Küba gerçekten de böyle bir cennet ülke mi bilmiyorum ancak yazının son kısmı çok dikkat çekici bir tespit içeriyor. “Küba’lı hastaların ve doktorların finans konularında birbirlerini destekleyen tutumları ile enerjilerini, zamanlarını ve beklentilerini çakıştırarak bu sistemi oturtmaya ne kadar önemli katkı sağladıklarını izledim” Aslında benim tartışmak istediğim de tam olarak bu. Acaba sağlık alanında hasta ve doktorların birbirini destekleyen, daha verimli ve ekonomik bir tutum izlemeleri, yani sağlığın rasyonalizasyonu mümkün mü? Kanımca bu rasyonalizasyona en büyük engel sağlığın bir “endüstri” haline gelmesidir. Günümüzde tedavi amacıyla kullanılan ilaçları kimler geliştiriyor? Yanıt; dünyanın en büyük üçüncü sektörü olan ilaç sektörü. Geliştirilen bu ilaçlar ile ilgili klinik çalışmaları kimler finanse ediyor? Yanıt; bu molekülleri geliştiren ilaç firmaları. Bu klinik çalışmaların nasıl yürütüleceğine kimler karar veriyor? Yanıt yine aynı, ilaç firmaları. Kimse kendini aldatmasın, akademinin bu süreçte rolü sınırlıdır ve bu klinik çalışmalar çoklukla “sübjektif” ve verimsizdir. “Hayır yanılıyorsun” diyenler şu soruya yanıt verebilir mi? “X hastalığı için A firmasının geliştirdiği bir ilaç ile B firmasının geliştirdiği bir diğer ilacın etkinliğini klinik çalışmalarla bire bir karşılaştırabiliyor musunuz?” Ama yanıt koca bir “hayır” ne yazık ki. Neden? Çünkü hiç bir ilaç firması buna izin vermiyor ve sponsor olmuyor. Bu karşılaştırma mümkün olabilse daha az veya etkisiz olan ilacı daha az kullanacağız çünkü. Firmalar “para kazanamama” riskini göze almak istemiyorlar. Akademinin ağırlığının olmadığı ve akademi ile sektörün finansal ilişkilerinin bu kadar iç içe geçtiği bir dünyada “kuşkucu” olmak kaçınılmaz. Soruyorum şimdi, bu klinik çalışmaların tarafsızlığına nasıl inanacağız? Ve son soru: Küba nasıl oluyor da sağlık alanının en vazgeçilmezi olarak görünen “global” ilaç firmaları ve onların ilaçları olmadan, onca yoksulluk içinde ve sadece akademinin gücü ile iyi bir temel sağlık hizmeti ve araştırma potansiyeli yaratabiliyor? Küba’nın geliştirdiği “CimaVaxEGF” isimli aşı bu sorulara tek başına yanıt veremez elbette ancak yine de “ezberlerimizi” biraz bozmuyor mu, biraz kafa karıştırmıyor mu?