Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
POLİTİKBİLİM Ali Akurgal ali@akurgal.com BİLİMGELECEK Teknolojiyi hızla benimseyen ve kullanan bir toplumuz. Ama, o düşünmeden kullandığımız teknoloji doğa ile barışık mı? Teknoloji ve Doğa Refik Üreyen’in anısına saygıyla CBT 1402 8 /31 Ocak 2014 Başlıktaki sorunun yanıtını arayabilmek için “doğa”yı anlamak gerekir. Doğadaki dengeleri incelemiş, bunları bozarsak oluşacak yakın ve uzak erimdeki etkileri hesaplayabilir olmak gerekir. Bunu ele alam bilim dallarında akademisyenlerimiz var, başarılı da olabilirler, ama toplumun düzeninde etkinlikleri ne kadardır dönüp bakmak gerek. İnsanlık henüz, nereye ne kadar yağmur yağacağını kontrol edemiyor. Ülkemiz, kış ortasında kuraklık çekiyor. Aylardır doyurucu bir yağış olmadı. Dağlarda kar stoku oluşmadı. Artık halk değil, bakan “yağmur duası”na çıkıyor. Durum ciddi. Yağmuru yüksek basınç engelliyor. Peki o yüksek basınç neden orada? Bilmiyoruz. Her halde “faiz lobisi ve dış güçler”in işi değildir. Böyle bir bağlantıyı henüz keşfetmiş değiliz. “Tanrı buyruğu” (takdirî ilâhi) diyip geçiyoruz. Gözlemler ve istatistiklere bakarsak, İstanbul için son 50 yıllık kayıtlara dayanarak Ocak ayı ortalama sıcağı 6,5ºC. En yüksek sıcaklıkların ortalaması 9,2ºC, tepe değer ise 01.01.2010’da kaydedilmiş olan 22,4ºC. Bu sene, ortalamanın çok üstündeyiz. Ortalamalara göre İstanbul’un Ocak ayı yağış ortalaması 83,4kg/m2, en fazla yağış da Aralık ve Ocak’ta oluyor. Ama bu sene tık yok. Tüm bu bilgileri www.dmi.gov.tr adresinde bulabilirsiniz. Kendimizi aldatmayalım, bu kadar insan, bu gezegene fazla geliyor. Gerçi, Türkiye’de “en az üç” politikası geçerli ama, Çin’de uygulanan nüfus artışını engelleyen bir politikaya, tüm dünyada gerek var. Yoksa doğa, dengesini kendi kuracak. İnsanların fazlalık kısmı, kitlesel ölümlerle temizlenecek. Tufan böyle bir şey miydi acaba? Düşününüz, insanların havsalasında oluşturulan “cennet” kavramı, hiç de kalabalık bir mekan değil. Her yer ağaçlık yeşillik, doğanın verimli, bereketli ve yumuşak yüzü baskın. Hiçbir cennet tarifinde “50 katlı binalar”dan söz edildiğini duymadım. Ama İstanbul için bunları düşlüyoruz ve iftiharla yapıyoruz. “Şehir içinde ağaç olmaz, otoyol kıyısında olur” diyen bakanımız bile vardı. Eğer bu dünyada da cennette imiş gibi yaşamak istiyorsak, beklentilerimizi, yaptıklarımızı gözden geçirmeliyiz. Yaşadığımız kuraklığın ve ortalamanın üzerindeki sıcaklığı, “küresel ısınma”ya bağlamak bilimsel olarak mümkün. Küresel ısınmayı yaratan, ne yazık ki, teknoloji. Teknoloji olmasaydı, enerji yutarak çalışan elektronik cihazlar, klima, otomobil gibi nesneler olmaz, yer altından çıkardığımız fosil yakıtları bu düzeyde tüketerek küresel ısınmaya neden olamazdık. “Teknolojinin sunduğu nimetler”den vazgeçmeyi elbette önermiyorum. Ama bunları, enineboyuna değerlendirip, doğaya en az etkiyi verecek şekilde kullanmalıyız. Baktık ki, dengenin bozulmasını engelleyemiyoruz, bir “diyet ödemek” gündemde olmalı. Örneğin, enerji tüketen bir cihazı satın alırken, onun kullanımı sırasında küresel ısınmaya yapacağı katkıyı dengeleyecek sayıda ağaç yetiştirilmesini sağlamalısınız. Bir cep telefonuna 2 fidan, otomobile silindir hacminin onda biri kadar fidan dikin. Bunu gönüllü olarak yapabilirsiniz. Rahim Demirbaş, emekli matematik öğretmeni. Kendini, çölleşen Karaman’da tarım yapılamayan toprakları satın alıp, fidan dikip, su taşıyıp orman yetiştirmeye adamış birisi. Yaşamındaki tüm birikimini bu işe harcamış. Üstelik borca da girip ödeyememiş. Neyse ki birkaç reklam filminde yer alıp, hem yaptıklarını duyurmak, hem de borçlarını ödemek olanağına kavuştu. Gerçi, çölleşmeyle savaşan, kurumsal yapıda TEMA gibi vakıflar var ama, bize daha çok sayıda yerel girişimci gerekli. Benim, eşimin ve oğlumun, Rahim öğretmenin ormanında üçer fidanımız var. Önümüz fidan dikim mevsimi, yollayın bedelini, sizin de dikili fidanlarınız olsun. Yok, “benden sonra tufan” diyorsanız, boş verin. Tufandan önce kalan sınırlı vaktinizde harcayın o biriktirdiğiniz paraları. Kadınlar, bilimdede cinsiyet eşitsizliği kurbanı P Tüm iyi niyetli girişimlere karşın dünya biliminde cinsiyet eşitsizliği hâlâ çok yaygın. Bu eşitsizliği bir de bibliyometrik analizler* yardımıyla inceleyen bilim insanları, erkeklerin yayın sayısındaki üstünlüğünü, atıflar konusunda da sürdürdüğünü ortaya çıkardı. Bilim kadınlarının yaptıkları yayınlar, yazar sıralamasında birinci veya sonuncu yazar olmalarından bağımsız olarak, erkeklerden daha az atıf alıyor. sı inşa edilemez. Bu nedenle Indiana Üniversitesi’nden informatik uzmanı Cassidy R. Sugimoto ve meslektaşları, küresel ve çok disiplinli bibliyometrik analizler üzerinden politika belirleme yolunu öneriyor. Bu amaçla Sugimoto, 27.329.915 yazarın kaleme aldığı 5.483.841 makaleyi incelemiş. Çalışmadan elde edilen sonuçlara göre bilimsel yayın açısından en üretken ülkelerde, kadınların dominant yazar pozisyonunda olduğu makaleler, erkeklerin aynı pozisyonda olduğu makalelerden daha az sayıda atıf alıyor. Ve bu atıf dezavantajını daha da belirginleştiren bir diğer unsur da, kadınların yayın portföyünün, erkek meslektaşlarına göre daha yerel olmasıdır. Bu da kadınların uluslararası işbirliğinin yarattığı ilave atıflardan daha az yararlanması anlamına geliyor. Bugün bilim insanları, yalnızca aldıkları atıflarla değerlendiriliyor. Böyle bir ortamda, kadınların daha az atıf alması, cinsiyet eşitsizliğini biraz daha körükleyen bir olgu olarak karşımıza çıkıyor. Dolayısıyla Nature dergisinde yayımlanan bu araştırma, bilimde hâlâ sürmekte olan kadın erkek eşitsizliği ile ilgili somut, ampirik kanıtları sergilediği gibi, bilim politikalarını belirleyenleri harekete geçirmek için bir çağrı niteliği taşıyor. ek çok ülkede lisans ve önlisans öğrencileri arasında kızlar çoğunlukta olmakla birlikte, profesörlük kademesinde görece olarak daha az kadın bulunuyor. Ayrıca istihdam, ücret, bilimsel araştırmalara sağlanan mali destek, iş tatmini ve patent hakkı gibi konularda da cinsel ayırımcılık devam ediyor. Bundan önceki araştırmalarda kadın erkek eşitsizliği “yayın sayısı” üzerinden inceleniyordu. Bu çalışmalara göre erkekler ortalama olarak kadınlardan daha fazla sayıda yayın yapmakla birlikte, kadın erkek farkı bazı bilim dallarında daha belirgindi. Kadınlar, yüksekenerji fiziği gibi, araştırma maliyetlerinin daha yüksek olduğu alanlarda daha az yayın yapıyor. Bunun nedeni büyük bir olasılıkla finansman desteğinin dağılımı ile ilgili uygulamalar. Bilim kadınlarının hakemli dergilerdeki makalelerin yazar sıralamasında ilk ve son yazar olarak yer alma sıklığı da erkeklere oranla daha düşüktür. Bunun nedenleri konusunda ortak bir görüş söz konusu olmamakla birlikte, ilk akla gelen neden kadınların doğum yapması ve çocuklarının bakımına uzun zaman ayırmasıdır. ANALİZLER ÜZERİNDEN POLİTİKA BELİRLEME Bilimde cinsiyet eşitsizliği ile ilgili sayısal göstergeler, bugün sözel beyanlara, dar bir çevreyle sınırlı çalışmalara, tek bir disiplini baz alan araştırmalara dayalıdır. Dahası bu göstergeler işbirliği ile oluşturulmuş araştırmalardaki artışı göz ardı eder. Ve doğal olarak sağlam olmayan temellere dayalı veriler üzerinden bilim politika Hemen hemen her ülkede erkekler bilimsel yayınlarda egemenliği ele geçirmiş durumda (Bknz: Cinsiyet Araştırma Sonuçları başlıklı harita). Sugimoto, bibliyometrik analizi için şöyle bir yöntem uyguluyor: Cinsiyete dayalı katkı payını tespit etmek için belirli bir makaleyi hazırlayan kadın ve erkek bilim insanlarının yazarlık oranları hesaplanıyor. Örneğin, altısının cinsiyeti tayin edilmiş sekiz yazarlı bir makale için, her bir yazara makalenin altıda biri atfediliyor. Cinsiyete dayalı katkı payları bu şekilde hesaplandıktan sonra, bu parçalar ülke ve disiplin SAYILARIN ORTAYA ÇIKARTTIĞI EŞİTSİZLİK