25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

HUKUK POLİTİKASI Hayrettin Ökçesiz Konuş benimle, anlat, Sende reçel, bende reçel, Her şey değişecek, düzelecek her şey... Halet Hanım arkeolojiyi hepimize sıcak bir çay eşliğinde üzerine reçel sürülmüş bir ekmek dilimi gibi verdi. Konuşturdu bizi. Önünde dikine katlanmış bir dosya kâğıdı, notlar aldı anlattıklarımızdan. Her şeyin değişip düzeleceğini anladık bir gün… Ben arkeolojiye İstanbul’da, denizi doldurmak için Samatya sahiline dökülen şehir hafriyatlarında lüle parçaları toplayarak başladım. Koleksiyonum epeyce büyüdü sonra. İstanbul Üniversitesi’nde arkeoloji okumaya karar verdim. Üniversite sınavında üç tercih yaptım. O zaman Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü içindeki üç ana bilim dalı vardı: Klasik Arkeoloji, Protohistorya ve Önasya Arkeolojisi ile Prehistorya. Bunlardan Prehistorya Anabilim Dalı’na yerleştirildim. 1983 yılı Ağustos ayında kaydımı yaptırdım. Mezun olurken lüle koleksiyonumu oraya bıraktım. Anabilim dalının bir laboratuvarı vardı. Kocaman mermer masalar, raflar, dolaplar, camekânlar… Hepsi ağzına kadar dolu. Büyük bir salon. Masaların başında birileri sürekli bir şeyler yapıyor. Önlerinde kırık dökük çanak çömlek parçaları. Hiç boş kalmıyor salon. Aralarında başka ülkelerden gelenler de var, ama daha çok bizim abiler ablalar. Ufuk Hanım, Güven Bey, Mehmet Abi, Savaş Abi derslerimize giriyor. Biz hiç “Hocam!” demedik onlara. Arada pantolonlu bir kadın çevik hareketlerle seğirtiyor. Halet Hanım imiş o. Herkes gözünün içine bakıyor, derlenip toplanılıyor, söylenecek sözler tartılıyor önce kafanın içinde, öyle hemen konuşulmuyor bir şey sorunca. Hepimizle teker teker ilgileniyor, kim olduğumuzu öğreniyor, yeni gelen öğrencileri tanıyor… Bizler 1970’li yılların zor koşullarında eğitim görmüş vasat çocuklardık. marası… Her ayrıntı öyle önemli ki, kaynakçada noktayı yanlış yazsan bütün makale çöpe gidecek sanki. Şimdi öyle mi ya? Kimi kural tanımayan akademisyenler kendine göre kaynakça yazıyor. Hatta bazıları yazdıklarına hiç kaynak göstermiyor, sanki her şeyi kendisi düşünmüş gibi… Ama olsun. Şarkıdaki gibi. Her şey değişecek, düzelecek her şey... Halet Hanım’ın eski söyleşilerinden birinde “Türk arkeolojisinin geleceği konusunda ne düşünüyorsunuz? İleriye umutla bakalım mı?” sorusuna verdiği yanıt şöyle: Her zaman her şeye umutla bakmak lazım. Umutsuz olursanız hiçbir şey yapamazsınız. İnsanları motive eden şey de umut ve inançtır. Şimdi çok iyi elemanlar yetişiyor. Bütün mesele bu siyasallaşmanın ve rantçılığın durdurulması. Bunlara karşı mücadele etmek lazım. Her şey para değildir. Daha değerli kavramlar da vardır. Atatürk’ün ölümünden az önce söylediği güzel bir sözü var bu konuda; “Herhangi bir kimsenin yaşadıkça kıvançlı ve mutlu olması için gereken şey kendisi için değil, kendisinden sonra gelecekler için çalışmaktır. Hayatta tam zevk ve mutluluk ancak gelecek kuşakların onuru, varlığı ve mutluluğu için çalışmakta bulunur. (Ateşoğulları, Arkeoloji Söyleşileri I, 2002, s. 150). Bilimsel Araştırma Yöntemleri dersinde bize sorduğu ilk sorulardan biri “Dedelerinizden kaçının adını biliyorsunuz?” oldu. Ben üç dedemin adını biliyordum. Bazılarımız daha çoğunu sayabildi. Ama bu dersin hiç unutmadığım çıkarımı şu idi: Eğer kendi ailenizin geçmişini merak etmiyorsanız, burada öğreneceğiniz başkalarının geçmişini hiç merak etmezsiniz. Halet Hanım’ın bu dersinden beri kendi ailem ve ailemin geldiği memleketle ilgili bilgi derliyorum. Epeyce biriktiler. Artık aile geçmişimi epey gerilere kadar indirebiliyorum. En başta Mehmet Fakih diye biri var. Ondan sonra 18 dede adı geliyor. Aile adımız Garazenoğlu. Bu ad üzerinde çok durdum. Benden önce de bu adı açıklamaya çalışan aile büyükleri olmuş. Adın başındaki sözcük “kara”. Bu tamam. Peki aradaki “zen” ne oluyor? Şimdiye kadar akla gelmemiş, ama aile adımız büyük olasılıkla “Kara Erzen Oğlu”. Bize en yakın Karaerzen, Erzurum’da bir ortaçağ pazarı. Başta adına Erzen ya da Arze deniyor. Yakılıp yıkıldıktan sonra ise halkı dağılıyor. Pazarın adı Kara Erzen diye anılır oluyor. Günümüzde bu ad Karaz köyünün adında yaşamaya devam ediyor. Hani 1940’larda H. Z. Koşay ile K. Turfan’ın kazılar yaptığı Karaz Höyük’ün olduğu köy. Dönüp dolaşıp arkeolojide buluyorum kendimi. Sanki Halet Hanım bana bakıyor; yüzünde bir tebessüm, gözleri ışıl ışıl, önünde dikine katlanmış dosya kâğıdı, notlar alıyor anlattıklarımdan. Üniversite birinci sınıfta sorduğunuz soruya yanıt veriyorum Halet Hanım. Aradan 30 yıl geçti. Bu kadarını öğrenebildim. Şimdilik. okcesizhayrettin@gmail.com http://okcesizhayrettin.blogspot.com Hukukun özü olarak nitelediğimiz soyut bir “Direnme Hakkı” düşüncesi ve meşruluğu tartışması yanında, “Konulu Direnme Hakkı” ya da “Bir Hak Uğruna Direnme” olarak nitelediğim eylemin meşruluk irdelemelerinde ele aldığımız ve siyasal düşünce tarihi boyunca onay gören direnme konularını ve koşullarını şöyle özetleyebiliriz: Hukuk Devletinde Direnme Hakkı (*) İlk dersimize o girdi: Bilimsel Araştırma Yöntemleri. Hayatımın ilk nasıl ders dinlenir, nasıl not tutulur dersi. Dosya kâğıtlarını ortadan ikiye bölüyoruz. Dinlediğimiz derslerden öğrendiklerimizi “telgraf usulü” bu kâğıtlara yazıyoruz. Yani dinlediklerimizi mümkün mertebe kısa cümlelerle ve eklemeleri olmayan sözcüklerle not ediyoruz. Daha sonra bu notları okurken cümleler ve sözcükler aklımızda tamamlanıveriyor. Halet Hanım’ın sözüyle elmalarla armutlar birbirine karışmıyor. En çok kaynakça yazım kuralları önemli. Noktası, virgülü, yazar adı, soyadı, makale adı, dergi adı, kitap adı, sayısı, yayım yılı, sayfa nu İLK DERSİMİZDE HALET HANIM (*) H.Ökçesiz, Bursa Barosu Dergisi, Sayı 74, 2004, S.11 Vd; HFSA/10, 2004, S. 122 vd’den alıntıdır. CBT 140219 / 31 Ocak 2014 • 1776 Virginia İnsan Hakları Bildirgesi md. 3: “(…) Herhangi bir yönetim bu göreve layık olmadığını gösterir ya da bu görevi hiçe sayarsa, toplumun çoğunluğunun, kamu yararına en uygun gördükleri biçimde, bu yönetimde ıslaha gitmek, yapısını değiştirmek ya da ilga etmek hakkı doğar; bu hak vazgeçilemez, devredilemez ve iptal edilemez bir haktır.” • 1789 İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi md. 2: “Her siyasi toplumun ana amacı, hukuki taahhüt altındaki doğal insan haklarını korumaktır. Bu haklar özgürlük, mülkiyet, güvenlik ve baskıya karşı direnmedir.” • 1948 Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi “Başlangıç” kısmı 3. ve 5. paragrafı: “İnsanın istibdat ve baskıya karşı son çare olarak ayaklanmak zorunda kalmaması amacıyla insan haklarının bir hukuk rejimi ile korunması gerekli olduğu için; (…) Birleşmiş Milletler Genel Kurulu işbu İnsan Hakları Evrensel Bildirgesini (…) ilan eder.” • Federal Almanya Cumhuriyeti Hessen Eyaleti Anayasası md. 147/1: “Anayasaya aykırı olarak icra edilen kamu gücüne karşı direnme herkesin hakkı ve görevidir.” • Federal Almanya Cumhuriyeti Bremen Eyaleti Anayasası md. 19: “Anayasada yer alan insan haklarına kamu gücü tarafından anayasaya aykırı biçimde dokunulduğunda direnme herkesin hakkı ve görevidir.” • Federal Almanya Cumhuriyeti Berlin Eyaleti Anayasası md. 23/3: “Anayasada yer alan temel haklar açık bir biçimde ihlal edildiğinde herkesin direnmeye hakkı vardır.” • Federal Almanya Cumhuriyeti Anayasası md. 20/4: “Bu düzeni bertaraf etmeye kalkışan herkese karşı tüm Almanlar başka bir çare bulunmadığı takdirde direnme hakkına sahiptir.” •Türkiye Cumhuriyeti 1961 Anayasası Başlangıç kısmı 2. paragrafı: “Anayasa ve hukuk dışı tutum ve davranışlarıyla meşruluğunu kaybetmiş bir iktidara karşı direnme hakkını kullanarak 27 Mayıs 1960 Devrimini yapan Türk Milleti(…) bu Anayasayı kabul ve ilan ve onu (…) hürriyete, adalete ve fazilete aşık evlatlarının uyanık bekçiliğine emanet eder.” • Ülkemizde en çok okunan bir siyasi etik metni olarak Atatürk’ün “Türk Gençliğine Hitabesi” de konulu bir direnme ödevinden söz eder. Ayrıca Hrıstiyanlık ve İslam düşüncesinde de hükümrana itaatin sınırlarının açık biçimde çizilmiş olduğunu biliyoruz. Bu sınırlar da yukarıdaki örneklerde yer aldığı gibi direnme hak ve görevinin konusunu oluşturmaktadır. Aktif, eylemli ve şiddet kullanarak, pozitif hukuk düzeninin ilke ve kurallarına aykırı biçimde gerçekleştirilecek olan direnmenin içerikten başka, stratejik olarak isabetli sayılabilmesi için yine siyasal düşüncede gerekli görülen ölçütlerini de bu meşruluk koşullarına dahil etmek gerekir. Bunlar şunlardır: (1) Direnme “Abusus excessivus potestatis” yani devlet gücünün ancak olağanüstü derecede kötüye kullanılması durumunda, (2) bütün barışçıl ve yasal yolların tüketilmiş olmasından sonra bu zaruret durumu karşısında en son bir çıkış yolu olarak görülmelidir. (3) Direnmenin başarılı olacağı konusunda ahlaki, yani makul olarak temellendirilebilen bir güvencenin bulunması da gerekir. (4) Çünkü kamu yararı ilkesine bağlılık, kötülüğü azaltmak yerine çoğaltacak her türlü girişimden kaçınmak gerekliliğini de buyurur. (5) Ancak karşı çıkılan haksızlığı ve kötü koşulları bertaraf etmeye yetecek derecede kaba güç kullanılabilir. Hukuk Devleti düzenini bertaraf etmek isteyene karşı yukarıdaki içerik ve biçimde bir direnmenin meşru sayılacağını ve bunun hukuk devletinin hukuk düzenince tanınabilecek tek “direnme hakkı”nı oluşturduğunu, bu amaçla bu hakkın yukarıdaki örneklerde gördüğümüz üzere bir hukuksal kalıp içerisinde pozitif hukuka alınabileceğini söyleyebiliriz. Gelecek hafta “Uygar Direniş” üzerine yazacağım.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle