17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

çok hız kazandığı bu dönemde ülkemizi de her alanda çok önemli riskler (ve fırsatlar) beklemektedir. Plan hem söylem hem de teknik düzeyde üzerinde çok durulacak saptamalar ve öngörüler içermektedir. Bu yazıda söz konusu noktaların bir kısmına değinilecektir. Değerlendirmeler Planın TBMM sitesindeki dokümanı üzerinden yapılmıştır. Olumlu Değerlendirilen Noktalar: 10.ncu Kalkınma Planı bir bütün olarak değerlendirildiğinde kuşkusuz çok sayıda doğru ve yerinde sayılabilecek tespitler ve açılımlar içermektedir. Bunlara birkaç örnek de verebiliriz; Madde 2.de; “...yüksek, istikrarlı ve kapsayıcı ekonomik büyüme…”den söz edilmiştir. 21.nci maddede,” dünyada batıdan doğuya kayan büyüme ve üretim ekseni” doğru saptanmıştır. 31.nci maddede, “…rekabet gücü ve büyümenin sağlanması verimlilik artışlarına …” bağlanmaktadır. 78.nci maddede, 201418 döneminde “…yükselen ve gelişmekte olan ekonomilerin yüzde 6 oranında büyüyeceği tahmin edilmekte” oysa Türkiye’de bu oran yüzde 5 öngörülmektedir. 79.ncu maddede, kriz sonrası dönemde dünya ekonomisinde büyümenin ve istihdamın arttırılması temel öncelikli alanlar olacaktır. Bizde de politikaların hem büyümeyi hem de istihdamı arttırıcı dinamik politikalar olması elzemdir. Yüksek ve sürdürülebilir büyüme performansı için toplam faktör verimliliğinin ve tasarruf oranlarının arttırılması bir zorunluluktur. 98.nci maddede dile getirildiği gibi, imalat sanayinin gelişiminde ciddi sorunlar bulunmaktadır. 119.ncu maddede temel sorun alanları sıralanmıştır. Daha İyi Olması Yönünde Eleştirel Bir Gözle Yapılan Değerlendirmeler: 90.ncı maddede, büyüme muhasebesi yapılmıştır: buna göre, Dokuzuncu Kalkınma Planında büyümenin üretim yönünden kaynakları olan istihdam, sermaye stoku ve toplam faktör verimliliği artış oranlarının sırasıyla yüzde 2,7; yüzde 4,8; yüzde 2,3 olacağı tahmin edilmiştir. 20072012 döneminde istihdam ve sermaye stoku artış hızı, yüzde 3,3 ve 5,6 olarak gerçekleşmiştir. TFV artış hızı ise %0,5 ile(negatif) plan hedefinin çok gerisinde kalmıştır. 137165 maddeler arasında anlatılan eğitim politikalarında asıl ihtiyacımız olan “kavram temelli öğrenme”ye hiç değinilmemiştir. Bugün bizdeki sistem “bilgi temelli öğrenme”dir. Mesela çocuk “demokrasi” kavramını öğrenmeden 2. Meşrutiyeti öğrenir. 314323 maddeler arasında istihdam politikaları verilmekte, ancak işgücü verimliliğini arttıracak ve bunu kalıcı kılacak önlemlere yer verilmemektedir. Bilindiği gibi, 2002 sonrasında reel ücret ve verimlilik arasındaki makas açılmıştır. 435 ve 437.nci maddelerde belirtildiği gibi, 200712 arasında negatif olan Toplam Faktör Verimliliği (tfv) değişkeni 10.ncu plan için büyümede en önemli risk olarak gözükmektedir. 441 ve 442 maddelerde “verimlilik politikaları” açısından ipuçları bulunmaktadır. Verimlilik odaklı büyümeden söz edilmekte ancak bunun ithalata dayalı mevcut spekülatif sermaye yönelimli iktisat politikaları terk edilmeden nasıl mümkün olacağı soru işareti olarak kalmaktadır. 450.nci maddede, plan döneminde tfv yüzde 1,1 oranında artacak denmektedir. Yüzde 5,5 lik bir GSMH artışında tfv hedefi çok yetersizdir. Çünkü 19802010 arasında tfv artış hızı yüzde 0,90 dır. (kaynak:http:// www.academia.edu/3349233/OrtaGelirTuzagin danCikisHangiTurkiye) Demek ki, geçen 30 yılda tfv artış hızı yüzde 0,90; önümüzdeki beş yıllık dönemde bu oranın da en az yüzde 2’nin üzerine çıkarmak öngörülmeliydi. 652.nci maddede Tablo 20’de ileri teknoloji sektörlerinin ihracat payı 2006’da yüzde 5,6; 2018’de 5.5 olarak hedeflenmiştir. Demek ki 12 yıl sonra da bir gelişme öngörülmemiştir. Eğer ileri teknolojilerin ihracattaki payı artırılamayacaksa İhracat için yapılan hamlelerin de çok yararı olmaz. Üçüncü Bölümde, öncelikli dönüşüm programlarından birincisi, “üretimde verimliliğinin artırılması programı” dır. Bu verimlilik artırma konusunda kalkınma planlarında ilk kez yer verilen bir konu olmaktadır. Dolayısıyla olumlu olarak görülmelidir. Ancak, Programın hedefi; sanayi sektöründe tfv nin büyümeye katkısının yüzde 20’nin üzerine çıkarılmasıdır. Bu hedef yetersizdir. Türkiye’de 19802010 döneminde büyümeye katkılar şöyle olmuştur: 19802010 arasında ortalama GSMH artışı yüzde 4,16 olarak hesaplanmıştır. (Kaynak;http://www.academia.edu/3349233/Orta GelirTuzagindanCikisHangiTurkiye) Söz konusu olan bu büyümeye katkılar şu biçimde gerçekleşmiştir. Sermayenin büyümeye katkısı yüzde 58, emeğin katkısı 23, tfv katkısı 19.(kaynak: aynı kaynak) Türkiye’de tfv geçen 30 yılda büyümeye zaten yüzde 19’ luk bir katkı yapmıştır, şimdiki hedefin yüzde 20’ lerde değil çok daha yükseklere, en azından yüzde 30 ve 40’ lara çıkması olmalıydı. Yani, Türkiye’de genel ekonomik büyümenin içinde toplam faktör verimliliğinin payı yüzde 20’lerde değil, çok daha yüksek düzeylerde hedeflenmelidir. Çünkü büyümede tfv payının artması demek, ekonominin bilgi ve teknoloji temelli olması demektir. Örneğin batılı ülkelerde büyümelerde toplam verimliliğin payı yüzde 5060’lar düzeyindedir. (Kaynak; B.Saraçoğlu ve H.Suiçmez, (2006), Türkiye İmalat Sanayinde Verimlilik, Teknolojik Gelişme, Yapısal Özellikler ve 2001 Krizi Sonrası Reel Değişimler; E.Taymaz, ve H. Suiçmez, (2005), Türkiye’de Verimlilik, Büyüme ve Kriz, MPM Yayını, Ankara.) Yukarıdaki araştırmalarda da anlatıldığı gibi, Türkiye’nin büyüme modeli “verimlilik odaklı bir büyüme” modeli olmalıdır. Bunun diğer adı; dinamik bir etkinlik modelidir. Bu modelde; üretim, istihdam, yatırımlar, reel ücretler, işgücü verimliliği, ihracat hep birlikte artmakta ve sonuçta ülke sadece GSMH artışı değil, gerçek bir kalkınma süreci yaşamaktadır. Güney Kore ve Japonya’nın 19601990 dönemindeki sıçramalı kalkınma modeli de buna dayanmaktadır. 10.ncu Kalkınma Planı bu eleştirel değerlendirmelere karşın, birçok da olumlu noktaya ve yeni açılımlara işaret etmektedir. Burada önemli olan Planın uygulanma tutarlılığı ve Orta Vadeli Programların, Yıllık Uygulamaların, Kurumsal Stratejilerin ve Sektörel Gelişme Planlarının hazırlanması ve uygulanmasında 10.ncu Beş Yıllık Planın temel ilke ve stratejilerine uyulmasıdır. Bununla birlikte öncelik taşıyan bir diğer husus ise, uygulana gelen ve kalkınma göstergeleri yönünden birçok zaaflar taşıyan mevcut iktisat politikalarının yeniden gözden geçirilmesi, spekülatif yönlü büyüme yaklaşımı yerine verimlilik odaklı bir büyüme modeline geçilmesidir. Bu ise, ülke kaynaklarının tam ve etkin kullanılıp değerlendirilmesi anlayışının hayatın her anında ve düzeyinde içselleştirilmesi demektir. Gelecek yazıda, 10.ncu Kalkınma Planı ile Türkiye ne ölçüde ve ne nitelikte bir “sıçrama” yapabilir? Bu yaklaşımlar daha çok bir mikroreform ve iyileşmeler mi yaratır, yoksa niteliksel bir dönüşümün ipuçları da var mıdır 10.ncu Planda? Bu konulardaki tartışmaları sürdüreceğiz. Yükseköğretimde mütevelli heyet nasıl olmalı? Prof.Dr. Yavuz Odabaşı, [email protected] Son günlerde vakıf üniversitelerinden birinde rektörün istifaya zorlandığı söylentisi ve bir başka üniversitede ise, mütevelli heyetine dünyaca ünlü yurtdışında çalışan iki bilim insanımızın atanması haberi dikkatleri tekrar mütevelli heyet modeline çekti. YÖK tarafından kamuya açık biçimde açıklanan Türkiye’nin Yükseköğretim Stratejisinde belirtildiği gibi mütevelli heyet ile kurucu vakıf arasında, üniversite öğretim kadrosu ile mütevelli heyet ve kurucu vakıf arasındaki ilişkilerin sorunlu olabileceği belirtilmektedir. Bu sorunların özellikle de kurucularının üniversitelerini kamu kuruluşları olmaktan çok daha fazla kendi özel şirketleri gibi görmelerinden kaynaklanan kurumsallaşmamış ilişki yapılarından kaynaklandığı vurgulanmıştır. Hiç şüphesiz, vakfı üniversitelerinde söz konusu olan bu ve benzeri sorunların daha fazlasının yeni yasa önerisi ile devlet üniversitelerinde de öngörülen mütevelli heyet modelinde olabileceğini düşünmek gerekiyor. Mütevelli heyetin oluşturulmasında uygulanabilecek biçimsel yapılanma da, emeklilerin oranları, alınacak huzur hakkı ya da ücretlerin neler olabileceğinin dışında, üç türden söz edilebilir. Heyet içinde en az sayıda akademisyenin bulunması bunlardan biridir. Yönetim becerilerine ve deneyimlerinden dolayı sadece meslekten olmayandan oluşan model ise ikincidir. Son model de, hem içten ve hem de dıştan gelecek üyelere geniş biçimde yer vererek oluşan dual ya da paylaşılmış yönetim adıyla bilinen heyet yapısıdır. Mütevelli heyetin bulunmasına yönelik modeller, onun yaptırım gücü ve otoriterliğine göre biçimlenen yönetsel uygulamalara göre de değişebilmektedir. Buna göre, modellerden biri düzenleyici ve denetleyici bir görevi tam anlamıyla kullanma olanağı bulunan modeldir ve doğrudan kontrol akademik alan ve finansal alanlarda yoğunlaşabilmektedir. Vakıf üniversitelerinde ki benzer bir sorunla, üniversite mi yoksa devlet dairesi mi olduğu konusunda soru ortaya çıkartacak biçimde devletin üst çıkarlarını koruma gibi bir söylemle ve yukarıdan aşağıya emir komuta ile özerklik ve özgürlüklerde kısıtlama yaratabilmektedir. Mütevelli heyetin denetim görevinin geniş ve ağırlıklı olması doğal bir anlayış ve uygulama yaklaşımı değildir. Özellikle, mütevelli heyeti üyelerin üniversite dışındaki farklı alanlardan gelmiş olması, sorunlara ve yönetim hakkındaki yeterli bilgiye sahip olmamalarına neden olduğu gibi siyaset dahil geldiği alanların çıkarları doğrultusunda davranış gösterebilme şansını da artırmaktadır. Bu yapının, arzulanan bürokratik denetimi azaltmak için kullanılabileceği gibi tam tersi de olabilir. Buna ek olarak, rektörlerin ve dekanların sınırsız yetki ve güçlerine bir sınır getirmeyi amaçlayan uygulamalar getirebileceği gibi, tam tersine bir işlev de görebilir. Bu modelin öbür ucunda, daha çok planlama ve stratejik konularda etkisi olabilene danışma kurulu gibi görev yapan mütevelli heyet yapısı vardır. Bu heyet stratejik planlama, finansal kaynaklar ve uzun dönemli yatırım ve kaynak dağılımı gibi konularda yetkilidir daha çok. Devletiş dünyası üniversite arasında bağlar kurma görevi üstlenir. Üniversite politikaları ve bunların uygulanmasında zayıf etkiye sahiptir. Bu iki uç arasındaki oluşumlar her zaman tartışmaya, kayganlığa ve olumlu ya da olumsuz değişime açıktır. SONUÇ Uygulanabilecek olan ne olursa olsun, model bölgeden bölgeye ve üniversite büyüklüğüne ve türüne göre değişebilecektir. Almanya ve ABD gibi federal yapılara sahip ülkelerde çok çeşitli biçimlerde yönetişim sistemi bulunabilmektedir. Ülkemiz gibi, federal yapıda olmayan bir ülkede, eşgüdüm sağlayan, stratejik planlama yapan ve yönlendiren bir kuruluşa ihtiyaç kaçınılmazdır. Kuruluşunda ulusal ölçekte bir mütevelli heyet gibi hareket eden ve oldukça merkezi, otoriter bir yapıda görev gören YÖK, zamanla esnek olmaya başlasa bile bugünkü haliyle yeterli ve çağdaş görülmemektedir. Muhafazakar ve bürokratik yapılara bürünen üniversite kurulları, yavaş karar alma sürecinin yaşamasına ve gelişmesine neden olabilmektedir. Demokratik ve özgürlükçü bir üniversite yönetişim sistemindeki mütevelli heyet için farklı, karma, paylaşımcı ve esnek bir model daima önerilen bir model olabilmektedir. MODELLER NELER OLABİLİR? CBT 137519 / 26 Temmuz 2013 TARTIŞMAEDİTÖRE MEKTUP
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle