17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

da akrabalık veya kan bağına bağlı dayanışmaları ekleyebilirsiniz. Ancak bunlar ne ölçüde özgün ve özgür olarak bireysel iradeye dayanan dayanışma türleridir? Zannederim din, hemşehri ve kan bağları tecemmüi (toplulukçu) dayanışma türleri olup bireyin özgür iradesine dayalı oluşan kollektif eylermlerden türemiyorlar. Bu durumda gönüllü bireysel girişime dayalı örgütlülük ülkemizde son derece düşük, bunu tamamen dine bağlamak da yanlış; bu bizim devlet geleneğimizden kaynaklanıyormuş gibi görünüyor, Osmanlıdan temel itibariyle, devlet veya siyasal iktidar seçkinleri her türlü örgütü tehdit olarak görüyor; bu hâlâ var, örgüt suçu işledi deniliyor.. Oysa örgüt demokraside erdemdir suç değil, örgütü suç olarak görüyorsak demokrasiyi yerleştirmek çok zor, çünkü bugünkü dünyada sivil toplumda kökleri güçlü örgütler olmadan bir demokrasi uygulamasını pekiştiremeyiz, tekil bireylerin tekil bireyleri temsilcileri olarak seçtiği bir siyasal temsil mekanizması artık yok, siyaal partiler, dernekler, kuruluşlar, kısacası örgütler dünyasında yaşıyoruz, örgüt bu açıdan hain melun bir şey değil! lenmiş olabilir, çünkü dinde ulu’l emre itaat var, kendini Ulu’l emr olarak nitelendiriyor ve görüyorsa bir iktidar, bana nasıl itaat edilmez diyebiliyor.. Ulu’l emr, biliyorsunuz, dinde en yukarıda bulunana kesin itaat edilmesini öngörür.. Tanrıya, peygambere, halifeye, fetva verme yetkisindekilere... Çok dindar bir açıdan bakarsanız, iktidar olarak muhalefeti temel bir dini ilkeyi ihlal eden bir grup olarak görebilirsiniz, bu da ortaya çok ciddi bir demokrasi problemi çıkartır.. CBT: Nitelik farklılığı görüyor musunuz eski dönemle şimdiki dönem arasında? Örneğin muhalefete kesinkes karşı olmak, bu iktidarın ağırlıklı özelliği değil mi? Ersin Kalaycıoğlu: Hükümetler denetlemeye çalışıyor sivil örgütleri, korporatif yaklaşım içindeler.. İşverenleri, işçileri diğerlerini, kültür ve spor örgütlerini denetlemek için ellerinden geleni yapıyorlar.. Sivil hayatı ya denetleyecekler ya da sivil örgütler hükümetin istediği gibi davranacaklar! İktidarlar böyle bir davranış içinde. Hükümetler arasında ayrımcılık var dini örgütler karşısında, bazılarıyla daha çok yakın temas içinde ve destek veriyor ama her dönemde iktidarın sivil toplumdaki örgütlere yaklaşımı böyle. Tabii itiraz kültürü ve onun uzantısı olan farklılığa tolerans yok, muhalefeti meşru görme ve ona tolerans da yok denecek düzeyde. Muhalefeti münafıklık olarak gören, topluma nifak sokan, tehdit olarak kabul eden ve onu meşru olarak görmeyen bir iktidar var ortada bugün yine. Muhalefeti bu şekilde tanımladığınız zaman, demokrasinin iki temel koşulundan birini ortadan kaldırıyorsunuz, bu da sizi bir meşruiyet sorununa getiriyor.. Hem muhalefetin hem iktidarın meşruiyetini tartışmaya açıyorsunuz. CBT: İktidarın neredeyse her türlü itirazı yok etmeye çalışması başlıbaşına bir sorun.. Ersin Kalaycıoğlu: Evet temel bir sorun.. sadece itiraz veya şikâyet hakkı değil, muhalefet büyük problem bu iktidar için; hoşgörü büyük problem.. CBT: Kamuoyunu, her türlü medyayı, gazetelerden tutun televizyonlara kadar baskı altına alması, özgürlüğü baskılaması, bütün örgütleri denetlemeye kalkışması temel bir sorun.. Ersin Kalaycıoğlu: Bugünkü dahil, iktidarlar muhalefeti olabildiğince baskı altına alarak denetlemek eğilimi içine giriyorlar ülkemizde.. Dolayısıyla ortaya ciddi bir demokrasi sorunu çıkıyor ve hükümetlerin meşruiyetini sorgulatmaya başlatıyor haklı olarak, çünkü demokrasinin temel payandalarından bir tanesi olan, makul olsun olmasın itiraz hakkını kaldırırsanız ortadan, kendinizin demokrasiye olan bağlılığını da sorgulatırsınız. Obama hakkında daha önce verdiğim örneği anımsayın, ABD, Fransa, İngiltere’de özgürlükler çok geniş yorumlanıyor. Bush’un karikatürünü maymun olarak çizdiler ABD, İngiltere ve Avrupa basınında, hiç kimseye dava açılmadı.. Ne kadar eleştiriye, şikayete, itiraza tahammüllü olduğunuz, özgürlükleri ne kadar geniş bir çerçevede ele aldığınızla ilgilidir demokrasi.. Bizdeki sınır çok dar.. CBT: Bu darlık, iktidardakilerin islami otoriter karakterlerinden kaynaklanıyor olabilir mi? Ersin Kalaycıoğlu: Evet, bu kısmen dinden de etki CBT: Batı ile kıyasladığımızda, yaşadığımız sekülerleşme kültürünün süresi sınırlı. İslam ülkeleri bunu nasıl aşar.. Ersin Kalaycıoğlu: Aramızda bir takım farklılıklar var, sekülerleşme sürecini belki Lale Devri ile başlatabiliriz. Avrupa ile ilişkiler bu dönemde fazlaca gelişmeye başlıyor, dinin orada ağırlığına bakılıyor, dinin toplum içindeki yönetimi ve ağırlığının çok mükemmel bir şey olmadığı gündeme geliyor, zaten mükemmel olduğunu düşünürseniz böyle bir arayışa tartışmaya girmezsiniz.. Önce büyükelçi sonra öğrenci göndermeye başlıyor Osmanlı Avrupa’ya. Evet dediğiniz gibi yüzde 10’u bile okuma yazma bilmiyor toplumun, bu tartışmaları başlatan toplum küçük ama ağırlığı sesi büyük! Bu süreç içinde etkileniyor Osmanlı. Araplar bizden biraz daha geriden geldi. Arap ülkeleri Fransız ve İngilizlerce işgal edilince etkilendiler. Onlarda sömürge durumu ortaya çıktı, biz sömürge olmadık.. Araplarla bizim aramızda Batı’ya bakıştaki fark, Arapların onları sömüren ülkeler olarak görmesi bizim ise görmememiz.. İki dini kültür arasında çok önemli bir fark da, bizim dini örgütlenme biçimimiz ile Hristiyanlığın biçimi arasında.. Avrupa’da kamu kaynaklarının kullanımı ve daha çok eğitim hakkının gerçekleştirilmesi ve kamu harcamaları veya kamu kaynaklarının tahsisi üzerinden sekülerlik tartışmaları yürüyor şimdilerde. Avrupa’da siyasal erkin karşısında bir adres var oturup pazarlık yapabileceğiniz, bir kurum var, yani kilise var, tıpkı işçi sendikalarının devlet ile işverenle pazarlık etmesi gibi; orada somuta indirgeniyor işler, din sadece ilahi olmaktan çıkıp dünyevi özellik kazanıyor.. Vatikan siyasi devlet özelliği kazanıyor, iktidar mücadelesine giriyor, ordu kuruyor, savaşa giriyor, yeniliyor ve mallarına el konulup milli kiliselere aktarılıyor, böylece milli kiliseler güçleniyor.. Matbaanın çıkması ile birlikte İncil çevriliyor ve herkes okumaya başlıyor. Köktendincilik konusunda en önemli araştırmacılardan birisi olan felsefeci Bikhu Parekh bu gelişmeye “textualism” Türkçesiyle metincilik, metinsellik diyor. Kutsal metni okuyup anlama ve hayatı onun içine sokmaya çalışmak.. hayatla kutsal metinlerin bağdaştırılmasında birey rol oynamaya başlıyor... bütün dinlerde bu temel bir problemdir. Bunu ilk yaşayan protestanlar, İslamda da 1920.yy’da çıkmaya başladı. Seyyid Kutup gibi aktivist düşünürler kutsal hayatı kutsal metinlere uydurmayı öneriyorlar.. Biz bu sürece biraz gecikmeli olarak giriyoruz, matbaa geç geliyor, Kuranı Kerim’in mealini yeni yeni öğreniyoruz.. Henüz geniş kitleler Kuran’ı alıp anladıkları dilden okumaya ve düşünmeye başlamadı.. Bizde de bir tür protestanlık akımı ortaya çıkmasın diye ellerinden geleni yapmaya çalışıyor resmi kurumlar.. Ama bu başarılı olmayacak, millet sonunda alıp okuyalım diyecek, acaba bize doğru mu söylüyorlar.. Bu süreç, bireyler kendi yorumlarını yapmaya başladıktan sonra bizde de bu hızlanacaktır.. Müslümanlıkta zaten Allah’la birey arasında bir aracı kurum yoktur, bir meşruiyeti yoktur ulema sınıfının.. ama şimdi bu tür bir etki bir ölçüde oluşturmaya çalışılıyor.. Bizde kilise kurumu olmayışı belki işi zorlaştırıyor.. Papa ABD’ye gidiyor, Philedephia, Pennsylvania’da belediye karşılıyor büyük meydanda kürsü kuruluyor orada halka hitap ediyor Papa, tabii masraflar ediyor belediye.. derken bir Philadelphialı bir dilekçe veriyor belediyeye, ben Katolik değilim ama benim vergimi Katolik kilisesinin töreni için harcadınız bunu siz ödeyeceksiniz diyor.. Mahkemeye gidiyorlar ve mahkeme yapılan harcamanın tamamını Belediye’nin Katolik Kilisesi’ne fatura etmesine hükmediyor. Bizde benzer olarak kamu fonları harcandığında bunu yapabilme şansınız yok. Karşınızda bir adres olmaması bu durumu daha da zorlaştırıyor. Aleviler vergi ödüyoruz karşılığında kamudan bir şey almıyoruz diyor.. Bizdeki sekülerleşme tanımları daha kültürel ama daha az kurumsal oldu ve eğitim ve kamu harcamaları konularındaki zorlukları yeni yeni tartışmaya başlıyoruz. Amerikalı Hungtington şöyle demişti: Müslümanlarda tanrı Sezar’dır, ortodokslarda Sezar tanrının küçük ortağıdır, Konfüçyüs’te ise Sezar tanrıdır.. bu üç fark, bu üç din, onları geri kalan dünyadan farklılaştırır.. Dünyevi ve ilahi ayrımını nereden yapacaksınız. Biz ayrımı çok daBugünkü dahil, iktidarlar ha kültürel yapıyoruz. Tevfik muhalefeti olabildiğince Fikret’in önerdiği türden birey düzeyinde bir ayrım yapmalıbaskı altına alarak sınız, “fikri hür, vicdanı hür, denetlemek eğilimi içine irfanı hür” bir insan toplumgiriyorlar ülkemizde.. sallaştıracaksınız, o kişi kendi dinini istediği gibi yaşayaDolayısıyla ortaya ciddi cak.. Temel mesele bu, ama bir demokrasi sorunu bunun bireysel olarak yapılçıkıyor ve hükümetlerin ması son derece zor.. Dinsel örgütlenmelerin etkisini ortameşruiyetini sorgulatmaya dan kaldırmak için, dini olubaşlatıyor haklı olarak, şumları gayri meşru ilan etçünkü demokrasinin me yoluna gidildi, bu da gayri resmi olarak bunların etkitemel payandalarından bir sini sürdürmelerini engelletanesi olan, makul olsun yemedi. Yüzeyde iken denetolmasın itiraz hakkını lenebilirlerdi, yeraltında örgütlenme devam etti. Başka kaldırırsanız ortadan, dernekler, vakıflar olarak bir kendinizin demokrasiye vitrin olarak yerüstüne çıkaolan bağlılığını da rak yollarına devam ettiler. CBT: Bizde siyasal islamcı partilerin hristiyan demokrat gibi “demokratik” partilere evrimi mümkün mu veya daha epey zaman alır mı? Ersin Kalaycıoğlu: Kadın erkek eşitliğini bir kenara bırakırsanız çok zor değilmiş gibi gözüküyor.. Ama kadın, özgürlüklerin odağında duruyor.. Bu standartlar fevkalade kısıtlı bir noktaya getiriyor sizi, bu siyasal hareketlerin şu özellikleri göstermeleri gerekiyor, sivil toplumda din dışında kalan örgütlenmelerin de olabildiğince özgür ortaya çıkması, örgütlenmelerin gelişmesine fırsat verilmesi.. bunların siyasi toplum alanını etkisi altında bulundurmaması.. sorgulatırsınız. CBT: Mursi Mısır’da niye başaramadı. Ersin Kalaycıoğlu: Çok nedeni var, ekonomi çökmüş durumda.. Toplumda oy almadığı kesimi dışlaması... Bizim iktidar, Ortadoğu’ya müslüman kardeşlerle aynı pencereden bakmaya başladı .. Bunu söylediğinizde hoşlanmıyorlar.. Sünni Şii ekseni çıktı ortaya.. Bunların çatışmaları söz konusu, biz bunların dışında ve üzerinde kalacak bir aktör olacağımıza, eksen içinde önde gelen demiyelim, Suudi Arabistanı, Katar’ı takip eden bir pozisyona geldik, bunun bize bir yararı olmadığını söyleyelim.. Suudi Arabistan ABD’nin Ortadoğu’da en eski ve en güçlü müttefekidir, sonra İsrail ve diğerleri gelir. ABD bir konuda belirgin bir pozisyon aldığında Suudi Arabistan tabii ki ABD ile uyum gösterecektir.. Yeni Şafak bir başlık attı Suudilerle İsrail uyum içinde diye, bu durum 1932’den beri devam ediyor, onlar Amerika’nın en önemli müttefiki bu coğrafyada.. Gelecek hafta üçüncü ve son bölüm: Gezi Direnişi’ni yorumlamak.. CBT 1375 15 / 26 Temmuz 2013 SÖYLEŞİ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle