17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

DEMOKRASİ BİLİM TARİHİ Ama güncel Seçim barajı demokrasinin (2) “Cadı Kazanı” üzerine önünde büyük bir engeldir Bellek tazeleme: Tunç Tayanç Sinema yönetmenleri (örneğin, Luis Bunuel, Joseph Losey, Jules Dassin), oyuncular (örneğin, Edward G. Robinson, Charlie Chaplin, Orson Welles), yazarlar (örneğin, Langston Hughes, Thomas Mann, Bertolt Brecht, Irwin Shaw, Howard Fast, Dashiel Hammett, Lillian Hellman), müzik insanları (örneğin, Aaaron Copland, Leonard Bernstein, Lena Horne, Paul Robeson, Pete Seeger), bilim insanları (örneğin, Robert Oppenheimer, Paul Sweezy, Albert Einstein)... Suçlananlardan biri de oyun yazarı Arthur Miller (19152005)’dır. Miller, McCarthy’cilik ile kolej yıllarında öğrendiği Salem’deki “olaylar” arasında koşutluk olduğundan yola çıkarak bu “olaylar” üzerine çalışmış ve dört perdeden oluşan ünlü oyunu “Cadı Kazanı (The Crucible)”nı yazmıştır. Oyun ilk kez Ocak 1953’de sahnelenmiştir. 1957’de, JeanPaul Sartre’ın oyuna dayanan senaryosunu yazdığı, başrolleri Simone Signoret ile Yves Montand’ın paylaştığı “Les Srociéres de Salem” çekilmiştir; 1996’da, bu kez Daniel DayLewis ile Winona Ryder kameranın karşısına geçmişlerdir. İki film arasında Robert Ward operaya uyarlamış, Ekim 1961’de sahnelenmiş, müzik dalında 1962 Pulitzer Ödülü’nü almıştır. 1965’de Norveç’te, 1967’de ABD’de, 1980’de İngiltere’de TV filmi olarak çekilmiştir. Miller’ın oyunu Sabahattin Eyüboğlu ile Vedat Günyol tarafından Türkçeye çevrilmiştir. Önce Tercüme’nin sayfalarında yer almış (OcakMart, sayı 61 ve NisanHaziran, sayı 62), sonra 1962’de de Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları arasında kitaplaşmıştır. Son yıllarda Türkiye’de yaşanmakta olan birçok olayla arasında “koşutluk” olduğundan olsa gerek, son yıllarda tekrar tekrar sahnelenmiştir; örneğin, Galatasaray Üniversitesi Tiyatro Topluluğu, Bornova Belediyesi Şehir Tiyatrosu, Sadri Alışık Akademi Atölye de “mezuniyet oyunu” olarak perdelerini “Cadı Kazanı” ile açmışlardır. EyüboğluGünyol çevirisi de yeniden yayınlanmıştır (Mitos Boyut, İstanbul, 2010). Uzun lafın kısası, on ye dinci yüzyılda Salem’de yaşanan “cadı avı” ile 21. yüzyılın Türkiyesinde olup biten kimi olay arasında bir ilişki kurmak, bir tür benzeşme aramak hiç mi hiç işime gelmiyor; o nedenle kitabı okuyun, olanak olduğunda oyunu izleyin ve kararınızı verin, derim. * Bu yazı dizisinin “Sıradan Faşizm”i konu alan birinci yazısı için bknz. CBT, Sayı 1374. CBT 1375 12 / 26 Temmuz 2013 Ne zaman başladığını tam olarak bilemediğim bir zamandan bu yana nedensekafamda birtakım sözcükler dolaşıp duruyor: Salem, Arthur Miller, McCarthy, Cadı Kazanı vb. Sonunda dayanamadım, “şu sözcükleri bir sıraya koyayım da, hem ortaya ne çıkacak göreyim hem de neden kafama takıldıklarını anlamaya çalışayım”, dedim. Ortaya neler çıktığına birlikte bakalım: Çoğu kişiye bir sigara markası olarak gelse de, Salem ABD’de, Massachusetts’te bir kenttir. Üç yüzyılı aşkın bir süre önce, Şubat 1692 ile Mayıs 1693 arasında, rahip Samuel Parris’in kızı dokuz yaşındaki Betty Parris ile yeğeni on bir yaşındaki Abigail Williams’ın garip davranışlar göstermeleriyle başlayan, on iki yaşındaki Ann Putnam, Jr ile Elizabeth Hubbard başta olmak üzere başkalarının da benzer davranışlar göstermeleriyle büyüyen ve önce, başta rahibin kölesi Tituba olmak üzere, evsiz, komşularının verdiği yiyeceklerle yaşamını sürdüren Sarah Good ile kiliseye pek gitmeyen, yetmezmiş gibi uşağıyla birlikte yaşayan Sarah Osborne’un “büyücülük”le suçlandığı, sonra da suçlamaların dalga dalga yayıldığı “olaylar”la ün kazanmıştır. “Ruhlarına şeytanın girdiği”ne yönelik suçlamaların ve yapılan yargılamaların dökümü ağırdır: Sarah Good ile Sarah Osborne dahil 19 kişi asılmış, bir kişi işkenceyle öldürülmüş, sekiz kişi de lanetlenmiştir; 50’ye yakın kişi büyücüİlk baskının kapağı lük suçlamasını kabul ederek ölümden kurtulabilmiş –ki Tituba da bunlardan biridir, 150’den çok kişi hapse atılmış, en az beşi hapiste ölmüş, bunların dışında 200 kişi daha suçlanmıştır. Öyle ki, “büyücü avı”na çıkan çocuklar işi, davaya bakan yargıcın eşini bile “büyücülük”le suçlamaya vardırmışlardır. “Salem olayları”ndan 250 yıl sonra, bu kez dokuzon yaşındaki çocuklar değil, Joseph Raymond McCarthy adında bir Cumhuriyetçi Parti’li senatör ortaya çıkmıştır ABD’de. 9 Şubat 1950’de yaptığı konuşmada, elindeki kâğıt parçasını sallayarak, ABD Dışişleri Bakanlığı’na sızmış “komünistler” olduğunu ileri sürmüştür. Siyaset yazınında “McCarthy’cilik” olarak adlandırılan olaylar böyle başlamış ve aynı Salem’deki “büyücülük” suçlaması gibi dalga dalga yayılmıştır. İşin içine, 1938’de, “ülke güvenliğine yönelik tehditleri, tehlikeleri araştırmak”la görevli “Amerikan Karşıtı Etkinlikler Komitesi” –ki McCarthy de zaten başkanıydı el koymuş, ünlü Edgar Hoover’ın başında olduğu FBI da işe karışmadan duramamıştır... Suçlananlar arasında kimler yoktur ki? Ülkemizin siyasi hayatında derhal gerçekleştirilmesi gereken en önemli şey, seçimlerdeki yüzde on barajının tamamen kaldırılmasıdır. Osman Bahadır [email protected] A OOOF OFF LINE Tanol Türkoğlu Yazarımız tatilde olduğu için bu hafta yazısını yayımlayamıyoruz. KP, 2002 genel seçimlerinde seçmenlerin yaklaşık üçte birinden aldığı oyla, Parlamento’da üçte iki çoğunluk elde etmişti. Bu sonuçta seçimlerde yüzde on barajının bulunmasının büyük rolü oldu. AKP Parlamento’daki büyük çoğunluğuyla ilk dönemde siyasi bakımdan önemli kazançlar elde etti ve daha sonraki diğer seçimlere iktidar konumunda olmanın avantajlarıyla girdi. Yüzde on barajı, 12 Eylül’cülerin eseridir. Güya “ülke yönetiminde koalisyonsuz hükümetlerle istikrar sağlanması” amacıyla böyle bir baraj getirilmişti. (Gerçek neden ise Kürt temsilcilerinin Parlamento’ya girmelerini engellemekti). Fakat gerçekte defalarca görüldüğü gibi yüzde on barajı artık ülkemiz siyasetindeki en önemli istikrarsızlık kaynaklarından biri haline gelmiştir. AKP, yüzde on barajının varlığından çok memnun görünüyor ve kaldırılması talepleri Aylin Kotil ni hiçbir şekilde dikkate almıyor. Çünkü bu baraj onun en önemli iktidar imkânlarından biridir. 2011 genel seçimlerinde AKP, kaset skandallarıyla sarsılan muhalefet partilerinin oylarının da belirli bir ölçüde dağılmasıyla birlikte yüzde on barajının avantajını da kullanarak Anayasa değiştirebilme çoğunluğunu sağlamayı umuyordu. Bunu elde edemedi. Fakat önümüzdeki seçimlerde de bu önemli avantajını yitirmek istemiyor. AKP, yüzde on barajı sayesinde, barajı geçemeyen partilerin normal durumda çıkarabilecekleri milletvekililerinin büyük bir bölümünü kendi partisinden çıkarmaktadır. (Ayrıca birçok seçmen baraj yüzünden oyunun boşa gideceği kaygısıyla gerçek tercihlerine yönelemiyor. Başka binlerce insan da aynı nedenlerle temsil adaletine olan inançlarını kaybettiği için oy vermeye gitmiyor.) Bu demokratik bir tutum mudur? Milli irade böyle mi saptanır? AKP hem başka parti seçmenlerinin oylarıyla kendi partisinden milletvekili çıkarıyor, hem de milli iradenin tek temsilcisi olduğunu ileri sürüyor. Yüzde on seçim barajı, önümüzdeki genel seçimlerde de yeni komploların yapılabilmesinin zeminini oluşturacaktır. Çünkü bu baraj, belirli bir miktarda haksız oy elde etmenin ötesinde daha büyük haksızlıklar için de elverişli bir genel zemin yaratmaktadır. Çünkü başka bazı manipülasyonlar bu barajın varlığıyla da birleşince önemli siyasi sonuçlar ya ratabilmektedir. Dolayısıyla 12 Eylül’cülerin siyasi istikrar sağlamanın yolu olduğunu iddia ettikleri yüzde on barajı, gerçekte son yıllarda büyük bir siyasi istikrarsızlık kaynağı olmuştur. Bu nedenle bu barajın tamamen kaldırılması, demokrasinin önünü açmak için gerekli olan en önemli konulardan biridir. Ülkemiz siyasi gündeminin bir numaralı gündem maddesi bu olmalıdır. Bu baraj tamamen kaldırılmadıkça siyasi istikrar sağlanamaz ve demokrasinin de gelişmesi sağlanamaz. AKP ve Başbakan Erdoğan hemen her konuşmasında demokrasinin sandıktan geçtiğini söylüyor. Evet, sandık başlangıç aşaması olarak çok önemlidir ama dünyada benzeri görülmeyen büyük bir barajla değil. Eğer gerçekten demokratik bir seçim istiyorlarsa bu barajın kaldırılarak seçime girilmesini sağlamak zorundadırlar. AKP bu barajı kaldırmaya yanaşır mı? Kendi isteğiyle yanaşmaz. (Bu tutumu da onun demokrasiyle gerçek bir ilişkisinin olmadığını gösterir). Çünkü ulaşmak istediği bütün hedefleri baraj avantajlarını kullanmasına bağlıdır. (Barajın tamamen kaldırıldığı bir seçimde AKP’nin tek başına iktidar olma olasılığı çok zayıftır.) Bu nedenle ülkemizde demokrasinin geliştirilmesi için atılacak ilk adım, örneğin anayasa çalışmalarında üzerinde uzlaşılmış 48 maddenin çıkartılması veya başka bir şey değil, yüzde onluk seçim barajının kaldırılması adımıdır. CHP’nin göremediği bu önemli gerçeği Aylin Kotil gördü ve seçim barajı sorununa dikkat çekmek amacıyla ve kadın duyarlılığıyla İstanbul’dan Ankara’ya bir uzun yürüyüş başlattı. Aylin Kotil’in uzun yürüyüşü büyük bir demokrasi hareketidir. Bir kişilik olmasının hiçbir önemi yoktur. Çünkü o şahsında milyonların demokrasi isteğini temsil ediyor. Ancak uzun yürüyüşünün sonunda Aylin Kotil mutlaka büyük bir kitle tarafından karşılanacaktır. Ülkemizin yakın dönemdeki siyasi ve demokratik yükselişinin en önemli dönemeçlerinden biri, yüzde on seçim barajının tamamen kaldırılmasıyla aşılabilecektir. Muhalefet partilerine samimiyet çağrısında bulunan AKP, millet iradesine en küçük düzeyde bir saygı duyuyorsa, genel seçimlerde milletin gerçek iradesinin özgürce ve adil olarak gerçekleşmesinin yolunu açmalıdır. Demokrasilerde sandık elbette çok önemlidir. Fakat sandığın da demokratik olması koşuluyla.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle