Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
TARTIŞMAEDİTÖRE MEKTUP HUKUK POLİTİKASI Hayrettin Ökçesiz okcesizhayrettin@gmail.com http://okcesizhayrettin.blogspot.com “Temel Sosyal Bilimler” Önerisi S iyaset bilimi ve kamu yönetimi doçenti Sayın Dr Özcan Akbulut’un CBT’de (1370 /21 Haziran 2013) yayımlanan ‘Temel Sosyal Bilimler’ önerisini ilgiyle okudum, “Bütüncüllük, bütünselcilik, durumsallık, indirgemecilik, kavramsallık, kültürellik, oluşumsallık, öykünselcilik, tarihsellik, toplumsallık ve yaşamsallık” gibi, Türkçe sözcüklerden, önce “selli sallı” sıfatlar, sonra aynı sıfatlardan yeni yeni kavramlar üreterek kaleme aldığı ‘iddia,’ yazarın kendi ifadesidir; küçültücü anlamda kullanmış değilim. Sosyal kütürel dönüşüm ve bunalımların ivme kazandığı dünyamızda, Sosyal Bilimler ailesinde yaşanan, “kuram, kavram, yöntem, okul, akım, yaklaşım ve paradigmalar; yani, sosyal bilimlerin dallanıp budaklanması, yarar sağlamadığı gibi, sosyal bilimcilerin işini zorlaştırmıştır. Ancak, bölünüp parçalanma sürecini eleştirip, “tarih, ekonomi ve sosyoloji üçlüsünü temel bilim” olarak önermek, özgün bir çözüm görünmüyor. Doçentlik payesini “Kültür Kuramında Bütüncülük Sorunu” (1971) teziyle kazanmış, emekli bir sosyal bilim öğretmeni ve tarih öğrencisi olarak bu öneriyi anlamakta hayli zorlandım. Önce, değerli meslektaşımın, bütüncü (holistic) Bozkurt Güvenç insan, dil, kültür ve eğitim bilimlerini, “indirgemecilik” olarak topluca dışlamasını anlamış dağilim. İkinci olarak, “sellisallı” kavramlarla sallanan bir jargonun (söylemin) sosyal bilime ne kattığını; sonra, bu üç temel bilimin, yüzelli yıl önce, Karl Marx’ın “EkonomiPolitiğin Eleştirisine Katkı’ya Önsöz”ünde kullandığı “Tarih, ekonomi ve sosyoloji” den nerede ayrıldığını; en son olarak. “19. Yüzyılın Hastalığı” sayılan “yabancılaşma” ya nasıl bir yorum sağladığını kavramış değilim. Tarih ve ekonomiyi sosyolojiden dışlayan Durkheim’ı izleyen yapısalcı (strüktüralist) insanbilimci RadcliffeBrown’un, tarihsiz (ve talihsiz) bir toplum ve kültür bilim önerisi unutulduğu halde, EvansPritchard’ın Nuerler araştırması tarih ve ekonomi temelli, örnek bir araştırmadır. Bilim özeleştiriye açık olmalıdır. Ancak, ciddi denemeleri, “ikilemci ve indirgemeci” olarak nitelemek etik değildir. SosyolojiAntropoloji ikilemi KroeberParsons anlaşmasıyla sona ermişti (1952). İnsansız toplumbilim bütünsel olabilir mi.. Özcan Akbulut’un, tarih, ekonomi ve psikolojiyi reddetmeyen Claude LeviStrauss’un Cumhuriyet Kitap’taki “İnsan’ın Evrenselliği”’ denemesini gördükten sonra, Temel Sosyal Bilimler önerisi veya iddiası üzerinde bir daha durup düşüneceğini umuyorum. Gezi Park’lıma Benden Bazı Düşündüşler I (*) • Aklı başında olup da anarşist olamayacak kimse yoktur. Bu önermeyi kanıtlamak için kitaplar yazılabilir. Zaten yazılmıştır da. Onları okuyun… Aklınız başınızdayken. • Özgürlük yoksa her şey mubahtır. • Gerçek dürüstlük kimseye zarar vermez. • İşin içine gözyaşı karışınca haklı ya da haksız olmanın hiçbir anlamı kalmaz. • Özgürlüğünü ver, özgürlüğünü al. • Sonuna kadar düşünmek değil, sonuna kadar gitmek mümkün. • Öfke ruhun dışkısı gibi… İçimizde tutmak değil, en hijyenik biçimde, hiçbir yere bulaştırmadan defihacet etmeliyiz. • İnsan onuru Michelangelo’nun mermeridir. • Tanrı sahte olmayandır. • Sahte, güvene tuzak kurar. • Çıplak düşün, çıplak konuş. Kimse onları yaralayamaz. Sen ancak çarmıhta yaralanamaz olursun. • Bir duyarlılık diğerini duymuyor. • Bağıran kendi sesinden başka bir şey duymaz. • Tüm renkler acı verebilir. • Her düşüncenin içerisinde sınırsız eylem örneği vardır. Bu yüzden sınır çekmek istiyorlar. • Güzel olanın duygusu bir baş kaldırmadır. • Her etiğin bir estetiği vardır. Her yeni estetik anlayış da yeni bir etik duyuşun öncüsüdür. • Her düzen insanı indirger. Bu yüzden başını kaldıran, ayağa kalkan kendini yüceltmiş olur. • Düzenin adaleti, adaletin de düzeni olmuyor. Bu yüzden hukuku kavramak zor bir şey. Eğitimi ve öğretimi ise bu sözcüklerin söylediğinden başka kıyılara vuruyor. • Özgürlük aklın, sevgi kalbin serabı. • İnsan onuru yoksa herşey mubahtır. • Görmezlikten bilmezlikten gelir sevgi / Öfke bilmezlikten görmezlikten gelir. • Düşeceğin yere çıkma. • Bir bilmediği vardır. • İnsanların sizi sevmesine izin verin. • Düşmek durmaz bir yerde, durmazsan. • En küçük azınlık bireydir. Ona tanınması gereken en yüksek koruma, çoğunlaşmaya başladıkça azalmalıdır. • Günde birkaç dakika, haftada yarım saat, ayda bir yarım gün bir haksızlığa karşı çık! Hepimize çok iyi gelir. • Yükseldikçe kaybolur yücelikler. • Şiir cehennemde yazılır. • Bir mucize! Bunu diyebilmek için donanımlı ve arınmış olmak gerekiyor. • Başkalarının hayatına anlam vermeye kalkmamalıyız. • İktidarın köleleri var. Hiç ona efendi. • İktidara hakim olan tutkunundan daha güçlüdür. • Tebaa olan heba oluyor. • Yeryüzü beni dinle! Gök yüzünden geldi başımıza bu bela. Gökte yıldızlardan başka şeyler görenler yüzünden… • Kutsal isyanlardan ayrı, isyan kutsaldır. • Etos, patos, sisifos… • Sınırlar dıştan çekilir. Gücü gücü yetene… hiçbir şey sınır tanımaz… oysa biz dayatılmadan önce sınırlara dayanmamız ile varlığımızı kazanır, ileri süreriz. Buna ahlak kavgası denir. • Sözün gücü gerçekliğin dile gelmesinden doğuyor. O, gücün sözünü geveleyenlerin çirkinliğini gizlenemez kılıyor. • Düşünce özgürlüğünün değeri belki, düşüncenin bir fiyatının olmaması gerektiğinden kaynaklanabilir. Nerede düşüncenin bir fiyatı varsa, insanın da bir fiyatı vardır. • Hukuku savunmak başkalarının hakkını savunmaktır. Bir aslan, bir kaplan kendi hakkını bizden daha iyi alıyor. • “Düşün, ama itaat et!” Demiş büyük Frederik... Düşünmek direnmektir. • Karşıt düşüncenin yasaklandığı yerde en fazla, izin verilen ya da dayatılan düşüncelerin türevleri dile getirilebilir. Akraba düşüncelerin ilişkisinden sakat düşünceler doğar. • Özümüzü almalarına özverili olmakla karşı koyabiliriz. (*) Gezi Park’lım için bu sözleri “Düşündüşlem Deyişler” ( Yeni İnsan Yayınevi, İstanbul 2008) ve “FLU(X)US – Bir Denizin Kıyısından Bir avuç Çakıl Taşı” (http://okcesizhayrettin. blogspot.com) adlı yapıtlarımdan seçtim. Çeviri sorunları Ç Ömer Demircan (Prof. Dr.) evirmen, yazar Ahmet Cemal: “Bugün ülkemizde ‘çevirinin sorunları’ değil, ‘anadilini bilmeyen çevirmenler sorunuvar” demiş (Cumhuriyet 20.05.2013/21). Yüzdeyüz doğru. Anlatım açısından da insanlar, ayrıca, kendilerini aklamak için sorumluluk dışlayıcı, aldatıcı deyişlere başvuruyorlar: “yönetim sorunları, yönetimin sorunları” denir de, “*çevirinin sorunları, *dilbilgisinin sorunları, *yabancı dilin sorunları” olmaz. Yazıda, Müge Gürsoy Sökmen’in de: “Kimi çevirmenler, artık kendi anadillerinde kavram ve terim de oluşturamıyorlar” diye yakındığı belirtilmiş. “Terim” sözcüğü, genellikle “bir alanaözel bir sözcük” anlamıyla kullanılıyor. Öyledir ama, onun ötesi de vardır; bir ulamın (category) alt ayrımlarının her biri bir “terim” (term) sayılır. Sözgelimi Türkçe sayı ulamı iki terimlidir: tekil, çoğul; Arapça sayı ulamı ise üç terimli: tekil, ikil, çoğul. Çevirmen sözlüksel kavram oluşturmaz, yabancı kavramları aktarır. Anlam alanlarını göz önüne almadan ulamlararası anlam ilişkilerini gözetmeden terim çevrilemez. Terimin bağlandığı dizgeler ile sözcük biçimleri arasında olası biçimsel örtüşmeler, çatışmalar da önlenmelidir. Alan dışı kişiler terim yapamaz, yapmamalıdır da. Terim çevirmek, bir düzanlam toplama işi değil, bir yan anlam yükleme işlemidir. Örneğin, “kırkayak” gibi nitelenenögesi (sürüngen) silinmiş bir bileşiği ayıran “exocentric compound” için: “dışmerkezli bileşik” benzeri düzçeviri karşılıklar içeren bir metin anlaşılmaz olur. Çeviri açısından metinler (okuyana bağlı, yazınsal) çokanlamlı, (üretenin belirlediği) tekanlamlı olarak ayrılabilir. Yazınsal metinlerde kullanılan sözlük türlü biçimlerde (türetme, tamlama, açımlama ile) karşılanabilir; gerçek sorun anlatım olmalı. Tekanlamlı metinlerden bilimsel olanlarda çevirmen, sıradan sözcük eşlemelerinde zorlanmaz. Ancak, sözlüğe alınmış olan alanterimleri için güvenilir bir sözlüğe başvurmak zorundadır. Bulunmayan, tutulmayan terimler karşısın da açımlamaya başvurabilir ama, çevirmenin kendisi o alanın uzmanı değilse, terim yapamaz. Yaparsa, çoğunlukla benimsenmez. Terim çevirisi sözcüksel değil, dizgesel bir işlemdir üstelik, uzun zaman alır. İletişim kurumları ile internette sözün yalnızca ünsüzlerle yazımına da değinilirken, çarşıdaki çarpık yazımlar atlanmış. Yalnızca ünsüz yazan, ancak Türkçenin yazımı açısından bir tür heceyazıya dönüşen o tür yazım Arap harfleriyle bin yıldan uzun süre Türkçeye uygulandı ama, başarılı olamadı. 1920’de öyle yazıyı okuyabilen oranı %78, yazabilen ise %1 olarak veriliyor. Türkçe sözcükler yazılamadığı için onların yerine yazıdili Osmanlıca: Farsça, Arapça sözcüklerle doldurulmuştu. Turgut Özal döneminde, 1984’ten sonra: “İktisadi kuruluşlarda yazışmaların Türkçe yapılması” üzerine 10 Nisan 1926 tarih ve 805 sayılı yasa da bir yolla kaldırılınca, çarşıda yabanyazımlara yol verilerek bir yandan dil, öte yandan yazım yozaldı (“azal” gibi). Bugün terimlerle ilgili gerçek şöyle: Türk Dili ve Edebiyatı bölümlerinin kullandığı terimler Arapça ile Fransızcadan çevirme ve yakıştırma. Dilbilim bölümlerinde kullanılan terimler ise, İngilizce, Fransızca ve Almancadan ayrışık çeviri. Türkiyede dilbilimin, 1946’da önü kesildikten sonra, 1950’li yıllarda yabancı dil öğretmenliği alanında yetişenlerce ilkönce Gazi, Çapa, İzmir Eğitim Enstitülerinde uygulamaya sokuldu. 1970’li yıllarda İÜ, AÜ dışında Boğaziçi, Hacettepe, ODTÜ’deki çalışmaları çoğunlukla eğitimenstitüsü çıkışlı gençler başlattı ya da yürüttü. 1982 Anayasası ile birleştirilen yükseköğretim kurumları 1984’ten sonra Dilbilim alanına birlikte eğildiler, onların öğrencileri ile çalışmalar öteki üniversitelere de yayıldı. İlkönce, daha 1933’te İstanbul Üniversitesi kurulurken açılması gereken “Çeviri” bölümleri ise çok geç, 1984 yılında açılmaya başlandı. Ondan önceki eğitim, ‘yabancı dil ve edebiyat’ öğretimine bağlı olarak yürütüldü. 1981 YÖK yasasıyla bütün yükseköğretim alanları “bilim alanı” oldu; “sanat”, sözcüğü alan tanımı dışında tutuldu. O arada “çeviri” de ister istemez “bilim”e yanaştı. Kimilerinin adı “Çeviribilim Bölümü”, kimilerinin ise “MütercimTercümanlık Bölümü”. CBT 137119 / 28 Haziran 2013