02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

POLİTİK BİLİM Aykut Göker http:/www.ınovasyon.org;[email protected] Bilimle teknoloji arasında geçilmez sınırlar değil; yoğun bir etkileşimin sürüp gittiği geçişken bir arayüz vardır. Bu arayüz bilgi kadar bilim insanlarının geçişine de tanık olmuştur. Develer ilk Kuzey Kutbunda yaşamışlar Günümüzde develer daha çok sıcak ve kurak bölgelerde yaşar fakat, Kuzey Kanada’da bulunan deve fosilleri 3.5 milyon yıl önce durumun farklı olduğunu gösterdi. Günümüzdeki develerin, devasa ataları o dönemlerde soğuk kutup bölgelerinde bile yaşıyordu. Bu yüzden tek hörgüçlü deve ve çift hörgüçlü deveye ait tipik özelliklerin sanıldığı gibi çölde değil Arktikteki yaşama uyum sağlama çabası sırasında ortaya çıktığı düşünülebilir diyor bilim insanları Nature Communications dergisinde. Paleontologlar uzun bir süredir deve familyasının Asya veya Afrika’da değil yaklaşık olarak 4045 milyon yıl önce Kuzey Amerika kıtasında ortaya çıktığını biliyorlardı. İlkel develer burada uzun bir süre kaldıktan sonra gelişerek yeni ilginç türler geliştirmişlerdi. Aşağı yukarı altı ila yedi milyon yıl önce develer nihayet Bering boğazını kullanarak, Amerika’dan Avrasya ve Afrika kıtasına geçmeye başarmışlardı. Kuzey Amerikanın ilkel develerine ait çok sayıda fosil bulunmuştu ama hayvanların yaşam alanlarının ne kadar kuzeye yayıldığı pek bilinmiyordu. En kuzeydeki buluntu yeri şimdiye dek kuzeybatı Kanada’daki Yukon bölgesiydi. Fakat son buluntu bu sınırı 1.200 kilometre daha kuzeye çekti. Yeni deve fosili Kuzeydoğu Kanada’daki Ellesmere adasında bulunmuş. Burada porsuk, geyik benzeri çift toynaklılara, kunduz ve at gibi üç parmaklılara ait kalıntılar bulunmuştu. Kanada Doğa Müzesi’nden Rybczynski ve arkadaşları son olarak da çok büyük bir hayvana ait olan otuz kemik parçası bulmuşlardı. Bunların büyük bir memelinin baldır kemiği olması gerektiği anlaşılmış. Bu parçanın en az 3,4 milyon yıllıktı ve o tarihlerde deve CBT 1357/ 8 22 Mart 2013 Doğa bilimcilerini salt doğayı merak eden, bu merakla doğayı anlamaya, bir bütün olarak kavramaya çalışan; bunun dışında, yaşadıkları toplumla, meseleleriyle hiç ilgilenmeyen insanlar olarak görmek doğru olur mu? O insanlar yaşadıkları toplumun gereksinmelerine bütünüyle duyarsız mı kalırlar ya da öyle olmaları istenebilir mi? Düşünme güçlerini, yaratıcılıklarını, sezgilerini o gereksinmelerin karşılanması yönünde yeni bazı bilgiler, yeni araçlar ortaya koyabilmek için kullanmaları bilim insanlığının doğasına, bilim ahlakına aykırı düşer, denebilir mi? Bilgi ve bulgularını, toplumun yararına kullanmaları onların bilim insanlıklarına halel mi getirir? Örneğin Jacob Bronowski, İnsanın Yükselişi başlıklı kitabında Avrupa’daki Bilim Devrimi’nin öncülerinden Galileo’nun 1608’de Flanderli bazı gözlük yapımcılarının ilkel bir dürbün geliştirdiklerini duyunca oturup düşündüğünü ve kendisinin de bir dürbün geliştirdiğini anlatır. Onunki Flanderlilerin geliştirdiklerinden daha üstündür Dürbününün marifetini, Venedik’te, Senato üyelerini ve kentin ileri gelenlerini Çan Kulesi’ne çıkartıp ufukta beliren gemileri gözleterek kanıtlar. Venedik tüccarları için ticaret gemilerinin limana yaklaşmakta olduğunu olabildiğince erken öğrenmek ve kaptanlarını uzakları görebilen aletlerle donatmak ticari kazançlarını güvence altına almak açısından yaşamsal önemdedir. Galileo onların o arayışlarına mükemmel bir yanıt bulmuştur. Venedik tüccarlarına muazzam kazanç sağlayan böyle bir aleti geliştirmesi onun bilim adamlığına gölge mi düşürmüştür? Sorumuzun yanıtını Bronowski veriyor: “Galileo, modern bilimsel yöntemin yaratıcısıdır. Ve bunu Çan Kule’sindeki zaferini izleyen altı ay içinde başardı. Kim olsa öyle bir zaferle yetinirdi. Ama ona, Flamanların oyuncağını bir denizcilik aletine çevirmek yetmedi. Bu bir araştırma aletine de dönüştürülebilirdi. Bu fikir o çağ için tamamen yeniydi. Dürbününün büyütme katsayısını otuza yükseltti ve onu yıldızlara çevirdi. Böylece, bizim uygulamalı bilim olarak düşündüğümüz şeyi başlatan kişi oldu. Aleti imal etti, deney yaptı, sonuçlarını yayımladı... Ve bütün bunları, 1609 Eylül’ünden, yeni astronomi gözlemlerini resimli olarak anlatan Sideris Nuncius, Yıldızlı Haberci adlı mükemmel eserini Venedik’te yayımladığı 1610 Mart’ına kadar geçen sürede başardı.” Toplumun öne çıkan gereksinimlerden; toplumsal arayışlardan bilim insanlarının benzeri etkilenim örnekleri hiç de az değildir. Yine Bronowski’ye kulak verelim: “Newton’un yayımladığı ilk eseri optik konusundadır. ...Evreni maddesel yönden açıklayan bir üstat olarak gördüğümüz kişinin, işe ışığı düşünerek başlamış olması gariptir. Bunun iki nedeni var. Her şeyden önce Newton, denizcilerin egemen olduğu bir dünyada yaşamaktaydı. O dünyada, İngiltere’nin bütün parlak beyinleri denizciliğin getirdiği problemlerle uğraşıyorlardı. Newton gibi adamlar, elbette, kendilerini teknik araştırmalar yapan kişiler olarak görmüyorlardı. Bunların uğraşlarının öylesi bir noktadan kaynaklandığını düşünmek aşırı saflık olur. Gençlerin neredeyse her zaman yaptığı gibi, onlar da, önem verdikleri büyüklerinin tartıştıkları konular üstünde düşünmeye heves ediyorlardı. Teleskop o zamanın belli başlı problemlerinden biriydi. Ve gerçekte Newton, kendi teleskopu için mercek taşlarken, beyaz ışıktaki renk probleminin ilk kez farkına varmıştı.” Denizcilerin o dönemdeki şu teleskop meselesiyle de uğraşmış diye, Newton’un bilimciliğine şimdi farklı bir gözle bakılabilir mi? Ana uğraş alanından vazgeçmeden bilimle teknolojinin arayüzünü geçip toplumsal fayda üreten bilim insanı çoktur. Onlar bu arayüzde toplumsal politikalar üretenler için en az öteki bilim insanları kadar saygındır. Galileo’nun Dürbünü, Newton’un Teleskopu... kuzey Amerika’nın en büyük memelisiydi. Bu nedenle de baldır kemiğinin bir deveye ait olması gerektiği sonucuna vardık diyor Rybczynski. Yukon devesine ait parçaların özellikleri sürpriz bir şekilde günümüzdeki tek hörgüçlü devede görülmüş. Yeni bulunan baldır kemiğinin sahibi olan hayvanın günümüzdeki deve familyasıyla aynı soy çizgisinde bulunduğu, hatta günümüzdeki develerin doğrudan atası olduğu da düşünülebilir. İri yapılı deve olasılıkla karaçam ormanlarında yaşıyordu. 3.5 milyon yıl önceki sıcaklıklar günümüzdekinden daha yüksek olmasına rağmen iklim yine de tatsız sayılırdı. Ortalama sıcaklık üç ila beş derece arasında değişiyordu ama kış aylarında çok daha soğuktu. Ayrıca develer sadece aşırı soğukta değil, kutup gecelerinde ve altı ay devam eden karanlıkta da yaşamak zorundaydılar. İşte o tarihlerden itibaren günümüz için tipik olan özellikler gelişmeye başlamış olabilir. Mesela geniş ayakları karla kaplı zemin üzerinde, çölde olduğu gibi daha rahat yürümelerine izin vermiş. Büyük gözlerse kutbun karanlığında daha kolay yol almalarına yardımcı olmuş. Hatta çöl iklimine uyum için gelişen özelliklerin, aslında Kanada ormanlarındaki hayatta kalma çabası sırasında geliştiğini bile söyleyebiliriz diyor araştırmacılar. Mithat İdemen Konferansı: Matematiğimiz ve Uygarlığımız Türkiye Bilimler Akademisi eski üyesi, Amerikan Matematik Birliği üyesi Prof. Dr. Mithat İdemen, yarın, 23 Mart 2013 Cumartesi, saat 11:30 12:30 arasında Türkiye Bilim Merkezleri Vakfi, Fulya Bilim Merkezi Hakkı Yeten Cad. Polat Tower Yanı 18/A FulyaŞişli’de ilginç bir konferans veriyor. Konuşma özeti: Bugün uygar dünyada yaşayan insanlar konforlu yaşamlarını çok sayıda araç ve gerecin sağladığı olanaklarla sürdürebilmektedir.Bunlardan birinin çalışmaz duruma düşmesi insanları çok mutsuz etmektedir. İlginç olan şudur ki; onların babalarının çocukluk günlerinde bu alet ve gereçlerin çoğu yoktu. Buna rağmen büyük babaları hiç de mutsuz değildi. Daha da gerilere, dört yüz yıl kadar önceye gidecek olursak, ulaşımın deve kervanları, at arabaları ve denizdeki basit teknelerle yapıldığı; haberleşmenin ise sadece mektuplar aracılığıyla sağlandığı bir dünya ile karşılaşırız. İnsan o günlerinde ve öncesindeki yüz binlerce yıl boyunca konfor olarak sadece onları bildi ve şikâyet etmeden, o koşullarda yaşadı. O uzun sürece bakarak, şu soruyu gündeme getirmemek mümkün değildir: Nasıl oldu da yüz binlerce yıl sürüp gitmiş olan ilkel yaşamımız son dört yüz yılda, git gide artan bir hızla uygarlaşıp bu günkü haline geldi? Bu konuşmanın amacı, uygarlığımızın evrimi ile, sözü edilen dönemde matematiğimizde oluşan devrim niteliğindeki gelişmeler arasında var olan ilişkiyi tartışmaktır. O dönemde, bazen, deneysel gözlemlerle toplanan bilgilerin bilimsel tutarlılıkla açıklanması hevesi matematiği zorlayarak devrim nitelikli gelişmelerin oluşmasını sağlamış; bazen de, tersine, matematikteki devrim nitelikli gelişmeler doğaya daha başka bir gözle bakabilmemize ve böylece, o güne kadar gözlenmemiş bulunan birçok doğal olayın önceden tahmin edilmesine neden olmuştur. İnsan aklının en görkemli ürünü olan bu gelişmeler sadece doğal bilimlerde ve teknolojide gözlenen başarılarla sınırlı kalmamış, inanç sistemlerinin üzerimizdeki baskısının sınırlarını da daraltmıştır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle