02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ZÜMRÜTTEN AKİSLER A. M. Celal Şengör organizmada çözmek için uzun bir süredir çalışan araştırmacılar hiç beklenmedik bir şekilde, etkisiz hale getirilen CLP1 hücrelerinin oksidatif strese karşı duyarlı hale getirdiğini, bunun da p53 proteinini daha fazla etkinleştirerek, motor nöronlarına zarar verdiğini bulmuşlar. Motor nöronlarının bozulmasıyla ortaya çıkan amyotrofik lateral skleroz veya spinal kas atrofi (SMA), merkezi sinir sisteminde meydana gelen kronik hastalıklardır. Beyin ve sırt omuriliğindeki motor nöronlar hasar görür ve sinirler kasları hareket için uyaramazlar. Sinir hücrelerinin indirgenmesi ilk başta kas zayıflığı ve kas kaybı, ayrıca yutma ve konuşma zorluğuyla kendini gösterir. ALS hastaları için henüz herhangi bir tedavi yöntemi bulunmamaktadır. Hastaların neredeyse hepsi birkaç yıl sonra solunum kaslarının felce uğraması yüzünden yaşamlarını yitiriyor. Viyana Moleküler Biyoteknoloji Enstitüsü’nde (IMBA) Javier Martinez ve ekibi, CLP1 genini daha önceki araştırmalarla keşfettiyse de kesin işlevleri bugüne dek pek bilinmiyordu. Yeni bilgiler sayesinde sinirsel hastalıklar için yepyeni bir oluşum mekanizmasıyla karşı karşıya kaldık diyor araştırmacı. Motor nöron hastalıklarının oluşumunda meydana gelen olayların, yeni ilaç tedavileri için yeni olasılıklar doğurabileceği sanılıyor. Amerikalı bilim insanları iki yıl önce de ALS’nin “Protein yenilenmesi” sırasında oluştuğunu söylemişlerdi: “ALS hastalarının beyinlerinde veya sırt omuriliğindeki protein onarımı bozuk”. Son araştırmayla hastalık kalıtıma uzandı. Eski TÜBİTAK ve YÖK başkanlarından, kanımca Türkiye’nin en önemli yüksek öğretim uzmanı, dostum Prof. Dr. Kemâl Gürüz 25 Haziran’da 28 Şubat soruşturma süreci içerisinde ifadesine başvurulmak istendiğini duyar duymaz kendi rızasıyla yurtdışından geldi ve tutuklandı. yetişkinlik dönemine doğru etkinliğini arttırarak yeni sinapsların oluşumunu ve çözülümünü engelliyor. Bu gene sahip olmayan farelerin beyinleri gelişmemiş. Bu eksiklik yetişkin beyinlerin öğrenmeye daha yatkın olmasını ve beyindeki yaralanmaların daha hızlı iyileşmesine yol açmış. Araştırmacılar doğal esneklik kaybını bile, NgR1 genini etkisizleştirilen engelleyici maddelerle önleyebilmişler. Sonuçlar beyin inmesinden sonra uygulanacak yeni terapilerin geliştirilmesinde yardımcı olabilir. İnsanoğlu günümüzden yaklaşık olarak on bin yıl önce yerleşik yaşama geçmeden binlerce yıl önce köpekle bir arada yaşıyordu. Fakat bu ilişkinin tam olarak nerede ve ne zaman başladığı, bugüne kadar ayrıntılı bir şekilde açıklanmamıştı. Uluslararası bir araştırma ekibi şimdi kalıtım analizleriyle Sibirya’da bulunan 33.000 yıllık köpek kafatasının gerçekten de evcil bir köpeğe ait olduğunu saptadı. 33 bin yıllık fosil, evcil köpeğe daha yakın Çocukluk döneminde ve gençlikte, yeni deneyimler ve öğrenme süreçleriyle beyindeki nöronlar arasında durmadan yeni bağlantılar oluşmakta. Bunların birçoğu koparken, diğerleri kalıcı bir şekilde sabitleniyor. Bu genç beynin esnekliği yetişkinlik döneminde azalıyor. Bilim insanları şimdi Neuron dergisinde, değişebilirden, sabit yapılı beyne geçişin tek bir gen tarafından kontrol edildiğinden söz ediliyor. Bu gen ne kadar etkinse, beyin hücreleri arasındaki yeni bağlantıları baskılayarak, halihazırdaki bağlantıları o kadar kuvvetli bir şekilde sabitliyor. Oysa bu gene hiç sahip olmayan fareler, yetişkinlik döneminde, öğrenmeye müsait genç bir beyne sahip olmuşlar. Genetik değişimden geçirilen diğer farelerde ise bilim insanları yetişkin beyni, bir gen blokajı sayesinde yeniden gençleştirmeye başarmışlar. Bu gelişme inmeden sonraki tedaviler için önemli olabilir. Araştırmacı, ekibiyle birlikte yaşayan farelerin büyük beyin kabuğundaki sinapsların oluşumunu ve kayboluşunu incelerken, NogoReseptör –1 geninin (NgR1) önemli bir rol oynadığını fark etmiş. Bu gen Nogoproteinine tutunarak bir nöronun büyümesini engelleyen bir proteinin üretimini sağlıyor. Fakat aynı zamanda sinapsların oluşumunu ve beynin gelişimini de kontrol ediyor. İlk başlarda çok az etkin olan gen, sinir ağı için büyük bir esneklik sunarken, Genç beynin gelişimi tek bir genle kontrol ediliyor Altay dağlarında bulunan fosilin DNA’sı kurttan çok köpeğin kalıtımına benziyor (PLoS ONE). Evcil köpeğin hikayesi Orta Doğu ve Doğu Asya dışında, daha önce başlıyor. Köpeğin evcilleştirilmesi, insanoğlunun yerleşik yaşama başlamasıyla aynı tarihlere rastlar. Bu yaklaşık olarak 14.000 yıllık arkeolojik buluntularla kanıtlandı. Ancak olası evcil köpeklere ait fosil kalıntılar 30.000 yıldan bile daha eski. Bu nedenle kesin sınıflandırma şüphelidir. Altay köpeği bir ihtimalle en eski ikinci evcil köpek fosilidir. Bugüne kadar evcil köpek olarak sınıflandırılabilecek en eski kalıntı yaklaşık olarak 36.000 yıllıktır ve Belçika’daki Goyet mağarasında bulunmuştu. Druzhkova ve ekibinin analizleri Altay köpeğinin, evcil hayvana gerçekten de kurttan daha yakın olduğunu göstermesi açısından önem taşıyor. Gerek köpek gerekse kurt hatta tilki bile sistematik olarak köpek ailesine (Canidae) dahildi. Köpeğimsilerin (Caoidea) üst familyası ise köpekler dışında, ayı (Ursidae), küçük ayı (Procyonidae), küçük panda (Ailuridae), sansar (Mustelidae), mors (Odobenidae) ve fok gibi hayvanları da içermektedir. Nilgün Özbaşaran Dede CBT 1357/ 7 22 Mart 2013 Geçen gün sorumluların nazik izniyle ziyaretine gittim. Konuştuklarımız arasında kendisine isnad edilen «suçlar» da vardı. Kemâl bunları şöyle sıraladı:: 1. Üniversitede türbanı yasaklamış olmak, 2. Yurt dışına muhtelif düzeylerde yüksek tahsil yapmak üzere gönderilmiş olan bazı öğrencileri geri çağırmak, 3. Mısır’da bulunan El Ezher Üniversitesinin denkliğini iptal etmek. Yukarıdaki üç madde hakkında hukuken bildiğim tek şey, türban yasağının anayasada bulunduğu ve zaten Avrupa Birliğince de desteklenmiş olduğu, yani burada hukuken bir hak ihlâlinin olmadığı idi. Bunu Kemâl’e teyid ettirdim: «Evet» dedi, «durum aynen dediğin gibidir.» Kemâl de benim bildiğimi teyid edince, ortaya garip bir durumun çıktığını gördüm: Anayasa’da belirlenmiş bir yasak var ve herhangi bir sorumlu (bu durumda YÖK yönetimi) bu yasağı, her vatandaştan beklendiği gibi, uygulayınca veya buna uyunca, bir Cumhuriyet Savcısı ve Yargıç kendisini suçlu bulmuştur. Yani Savcı ve Yargıç, anayasaya karşı gelmişlerdir. Türban yasağı hakkında ne düşünürseniz düşününüz, eğer bu ülkede yaşıyor ve yasa içinde kalmak istiyorsanız, anayasanın maddelerine uymak zorundasınız. Keyfinize göre anayasa ile çelişen yasa veya yönetmelik çıkartamazsınız. Dolayısıyla yukarıda Kemâl’e atfedilen birinci «suç» açısından, asıl suçluların onu suçlayan ve hapseden savcı ve yargıç olduğu sonucu çıkıyor! Tabiî, bu kabul edilebilir bir durum değil, hukuk varsa. Hukukçular bu durumu lutfen açığa çıkartıp benim gibi hukuk cahillerini aydınlatırlarsa, bizler de süregelen 28 Şubat sürecini daha iyi anlayarak izleyebileceğiz. Bu durumda suçlayanla suçlananın birbirine karıştığı görülüyor. Kemâl’e atfedilen diğer iki suç, doğrudan bilgi alanıma giriyor: Bir öğrencinin öğrenime devam edip edemeyeceğini, mahkemeler değil, o öğrencinin hocaları kararlaştırır ve bunu hiçbir mahkeme değiştiremez. Benim verdiğim not ve kanaati ne bir yargıcın, ne bir meclisin değiştirmeğe hakkı ve ehliyeti vardır. Bir ülkede böyle bir müdahale yapılırsa, orada üniversite ve bilim yok demektir. YÖK Başkanı Kemâl Gürüz, ve YÖK Genel Kurulu, öğrenciler hakkında üniversite öğretim üyeleri olarak karar vermişlerdir. Böyle bir karar, en çok, uluslararası inanılırlığı ve güvenilirliği olan bir akademik kurula baştan inceletilebilir. Verilen karar ancak bilimsel nedenlerle değiştirilebilir. Bunu ne bir savcı, ne bir hâkim ne de bir mahkeme çerçevesinde bir hâkimler heyeti yapabilir. Kararlarıma bir mahkeme tarafından müdahale edildiği gün üniversiteyi bırakır giderim, zira orası bağımsız bir eğitim kurumu olma özelliğini kaybetmiştir. El Ezher’in durumu ise tamamen o kuruluşun akademik değerlendirilmesiyle ilgilidir ki, bu da üniversitenin kendi işidir, dışarıdan müdahale edilemez. Kemâl bana El Ezher’in denkliğinin kendi YÖK başkanlığından önce kaldırılmış, ama bu kararın uygulanmamış olduğunu söyledi. «Hiç farketmez» dedim. «Velev ki bu kararı YÖK senin döneminde almış olsa? Bu akademik bir karardır ve ancak akademik olarak sorgulanabilir. » İstanbul’a dönünce MIT ve Harvard’daki arkadaşlarımı arayarak orada El Ezher ve benzeri okullar hakkında kararı kimin verdiğini sordum. Öğrendim ki bu karar, her üniversite bölümünün kendisine ait ve hocaların iki dudaklarının arasında. Ben de bir süre önce bana Mısır’dan yanımda doktora yapmak için müracaat eden bir El Ezher öğrencisinden, önce ders listesini ve aldığı notları istemiştim. Ders listesini görmek, öğrenciyi reddetmeme yetti. İTÜ’ye kabul edilen bir El Ezher öğrencisi de benden ders alınca, bilim temeli ve dil zayıflığı El Ezher’in en azından jeoloji eğitimi hakkında verdiğim kararın ne kadar doğru olduğunu gösterdi. Yıllar önce HasanÂli Yücel, El Ezher’i bir ziyaretinden sonra «Gidip görüp de El Ezher’e üniversite demek mümkün değildir» demişti. Kemâl Gürüz başkanlığındaki YÖK, kendilerinden önce akademik kıstaslara dayanılarak alınan bir kararı uyguladı. Bu karar mahkemece sorgulanamaz, ancak ehliyetli akademik bir heyetçe sorgulanır. Bütün bunları göz önüne alınca Kemâl Gürüz hâlinde 28 Şubat sürecinin hukuk ve bilim dışına sürüklendiği sonucu kaçınılmaz olmaktadır. Ama amaç hukuk ve akıl çerçevesinde davranış değilse, o zaman ne yapsan gider ki Türkiye pek çok alanda bu sonu belirsiz yamaca doğru yuvarlanmaktadır. Kemal Gürüz’ün Hapiste Olmasının Düşündürdükleri
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle