17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ZÜMRÜTTEN AKiSLER Şempanzeler baskıya boyun eğmiyor Paolo Machhiarini ve Silvia Baiguera, jelatinden oluşan minik bir iskeleti, farenin beyninden alınan minik bir doku parçasıyla birleştirerek bu problemi çözmeye çalıştı. Kullanılan hücrelerin tıpkı beyindeki gibi gelişebilmeleri için hücrelerden arındırılmış dokunun yeterli miktarda biyokimyasal bilgi içermesi gerekiyordu. Bilim insanları bu karışıma, farelerden alınan mezenkimal kök hücreler eklediklerinde, kök hücrelerin sinirsel hücre olarak geliştiğini gösteren izlere rastladı. Gelişme, araştırmaya katılmayan diğer bazı araştırmacılar tarafından da olumlu karşılandı. Araştırmacılar, sinir hücreleriyle beslenen yapay iskeletin, Alzheimer veya Parkinson gibi nörodejeneratif hastalıkların tedavisi için umut verdiğini söylüyor. Ayrıca beyninin bir kısmını bir kaza sonucu ya da silahlı bir saldırı sonucunda kaybetmiş olan kişilerde de bu iskeleti kullanarak yeniden sinir hücreleri oluşturulabilir (Biomaterials). A. M. Celal Şengör Bir yere ait olma isteği, davranışlar ve fikirler açısından çoğunluğa uyum sağlamamıza neden olur. Oysa en yakın akrabalarımızda durum farklı. Eğer doğru dürüst bir yarar sağlamadığı müddetçe, şempanzeler çoğunluğun davranışlarını benimsemiyor. Fakat strateji değişimi daha fazla ödül anlamına geliyorsa insansı maymunlar da esnek oportünistlere dönüşüyor (PloS ONE). Çoğunluğun baskısı çok etkili bir güçtür. İş yerinde, bir sosyal grupta hatta aile içinde bile insanlar az çok toplumsal uyum baskısı altına girer. Bu durum giyim, beslen İlâhiyat ile diğer sosyal bilimlerin en büyük sıkıntıları, ellerinde kontrol, yani test edilebilir herhangi bir modelin olmaması ve bu model eksikliği ile sosyal olayları açıklamaya kalkmalarıdır. Benim okuma imkânını bulabildiğim sosyal bilim metinlerinin hemen hepsinde bir model var; ama bu modeller ne kontrol edilebilir, ne de kontrol edilme amaçlı. İlâhiyatta imanın olması, zaten kontrolü gereksiz kılıyor. me ve boş zaman değerlendirme gibi davranışlarda etkili olabilmekte. İnsanlar bu yüzden uymacı (konformist) davranışlar sergiler. MaxPlanck Psikolingüistik Enstitüsü ve MaxPlanck Evrimsel Antropoloji Enstitüsü bilim insanları Leipzig’teki primat araştırma merkezindeki 16 şempanze ve Zambiya’daki Chimfunshi Yabanıl Yaşam Parkı’nda yaşayan 12 yarı yabanıl şempanzenin davranışlarını inceleyerek bu sonuçlara varıldı. Yapay beyin üretimine ne kadar kaldı? Alman bilimciler dünyanın en hızlı su ısıtıcısı için yeni bir yöntem geliştirerek en azından teorik olarak bir damla suyu saniyenin milyarda biri gibi kısa bir sürede kaynatmaya başardı. Alman Elektron Sinkrotonu (DESY) tarafından yapılan açıklamaya göre sonuç 200.000 saatlik işlem zamanıyla gerçekleştirilen hesaplamalarla elde edilmiş. Pratikte uygulanmayan konsept, kimyasal Dünyanın en hızlı su ısıtıcısı için yeni bir yöntem İsveç’teki Karolinska Enstitüsü bilim insanları beyin gibi organların laboratuarda üretilmesini sağlayacak gelişmeye doğru ilk adımı attı. Süreç bir iskeletle başlıyor. Bunun üzerinde hastanın bedeninden alınan hücreler büyütülüyor. Bu yöntem bugüne kadar lenf düğümleri, kalp hücreleri ve gırtlak üzerinde başarıyla denendi. Hatta laboratuarda yapay bir böbrek üreten bilim insanları, bunu bir fareye bile nakletti ler. Fakat söz konusu sinir hücreleri olduğunda iş zorlaşıyor. Beyindeki sinir hücreleri oldukça karmaşık bir matriks üzerinde bulunduğu için ve bu matriks proteinleri, hasar gören sinir hücrelerinin yeniden işlev kazanabilmesi için çok önemli olduğundan, şimdiye dek bu karmaşıklığı taklit ederek, yapay sinir hücresi üretmek mümkün olmamıştı. Nilgün Özbaşaran Dede [email protected] CBT 13977 / 27 Aralık 2013 veya biyolojik açıdan önemli olan örneklerle yeni deney olanaklarının yolunu açıyor diyor bilim insanları Angewandte Chemie International Edition (Nr. 51) dergisinde. Su, belli başlı kimyasal bileşimleri dengeleyerek ve bu şekilde bazı reaksiyonlara izin vererek, birçok kimyasal ve biyolojik süreçlerde önemli bir rol oynamakta. Hesaplamada söz konusu olan, bir nanolitrelik suyun terahertz ışını olarak isimlendirilen yoğunlaştırılmış bir flaşla 600 santigrat derecede ısıtılmasıdır. Bu ışın, radyo dalgaları ve kızılötesi ışın arasında yer alan bir frekanstaki elektromanyetik dalgalardan oluşur. Bir terahertz flaşı su moleküllerini tek atımda çok şiddetli bir şekilde titreştirir ve bu şekilde sıvı haldeki su moleküllerini bir arada tutan hidrojen köprü bağlarını çözer. İşe ilâhiyattan başlayalım: Öğrenme imkânını bulabildiğim tüm dinsel metinler, evreni ilk yaradılıştan beri aynı tanrısal kurallarla yönetilebilir sayıyor. Meselâ, Kont de Buffon 18. yüzyılda dünyanın yaşı 75.000 yıl olabilir dediği zaman, Sorbonne ilâhiyat fakültesi buna itiraz ederek, Tevrat’ta yaradılışın sadece 6 gün sürdüğünü ve yaradılıştan da bu yana ancak 6000 küsur sene geçmiş olduğunu kendisine hatırlatmıştı. De Buffon buna, Tevrat’taki “gün” ile neyin kastedildiğini bilmediğimizi söyleyerek bir cevap vermeye kalkınca, fakülte, yaradılışın en büyük kısmının güneşin yaratıldığı ilk günden sonra olduğunu söyleyerek Kutsal Yazarın (yani Musa’nın) gün ile neyi kastettiğinde herhangi bir muğlaklık olmadığını belirtmişti. Tevrat’ta ve ondan sonra gelen diğer Sâmi din kitaplarında geçen Musa’nın gerçek tarihi bir kişilik olduğu hakkında elimizde en küçük bir ip ucu olmaması bir yana, modern kozmoloji, evrenin yaşının 13,8 milyar yıl olduğunu göstermiş durumda. Ancak bu sadece bizim evren. Bizim evren dışındaki evrenlerin yaşı nedir? Kuralları nedir? Bunları bilmiyoruz. Ama bildiğimiz bir şey var: Bizim evrende bile kurallar evrenin tarihi boyunca sürekli değişti. Dolayısıyla din kitaplarında anlatılan hikâyeler, evrenin ilk yaradılış günlerine kadar uzanırsa, din kitaplarında anlatıldıkları şekilleriyle doğru olmaları mümkün değil. Fiziğin bu basit çıkarımı, zaten ilâhiyatın da sonu demektir, çünkü dogmalar çöküyor ve iman edilmesi ve ilâhiyatın açıklaması gereken bir şey ortada kalmıyor. Şimdi gelelim diğer sosyal bilimlere: Meselâ Marx, insanlığın başından beri bir gelişme çizgisi gösterdiğine işaret ederek, bugünkü cemiyeti temel alan tarihsel bir model kuruyor. Anlattığı, tarih; ama temel aldığı kurallar bugün cemiyette gördükleri. Onları kullanarak, aynı kanunların hüküm sürdüğü cemiyetlerde, tarihsel akışın hangi “evrime” neden olacağını anlamaya çalışıyor ve sonunda bunu anladığını iddia ederek meşhur eseri Das Kapital’i yazıyor. Peki, ya cemiyeti yöneten kurallar değiştiyse? Yani bireyin biyolojik bileşim ve davranışında değişiklikler olduysa? Bir de bu değişiklikler kör talihin eseriyse? Bilindiği gibi Marx ve Engels, doğal dünyayı kör talihin yönettiği fikrine şiddetle karşı çıkarak, meselâ jeolog Sir Charles Lyell’i de, Charles Darwin’i de eleştiriyorlar. Cemiyeti de evreni de yöneten zaman ve mekândan bağımsız kurallar, yasalar olmalı diyorlar. Bu açıdan bakıldığında, Lord Bertrad Russell’ın da, meşhur eseri Batı Felsefesinin Tarihi’nde işaret ettiği gibi, Marx’ın tüm sosyal kuramı birdenbire gözümüze tanrısal bir gücü var sayan bir kuram olarak görünmeye başlıyor. Marx, evrende başıboşluğu, tesadüfîliği, kuralsızlığı kabul edemiyor. Adam Smith’in ekonomik modeli de, onun dayandığı ahlâk modeli de bugünkü insan davranışını temel alan modellerdir. Ya bu davranış biyolojik temelde değiştiyse? Doğa bilimlerinin son iki yüzyıldaki en büyük keşfi, evrende bizim doğa yasası dediğimiz tüm düzenliliğin, aslında bizim bir varsayımımızdan ibaret olduğudur. Bu varsayımın tamamını doğru saysak bile, kurduğumuz model sadece şu an için geçerli olabilir. Geçmişten bu yana sadece uzayzamanın geometrisi değil, onu yöneten kurallar da değişmiş olabilir. Zaman ve mekândan bağımsız kurallar, doğa yasaları olduğu fikri de kontrol edilmeğe muhtaç bir varsayımdan ibarettir. Peki bu ele avuca sığmaz görünen evren veya evrenlerle nasıl başa çıkacağız? Çok basit: Kafamızda yeni modeller üretip onları sürekli kontrol ederek. Kontrolü olmadan bize sunulacak tüm modelleri reddederek. Kuramsal fizikçi Lee Smolin’in ve onun gibi düşünen fizikçilerin bugün sicim kuramının envâi çeşidinin tüm matematiksel güzelliklerine rağmen terkedilmesi gerektiğini savunmalarının sebebi, bu kuramı kontrol edecek bir deneyin veya gözlemin teklif edilememisidir. Deney veya gözlemle test edilemeyen her varsayım bilim dışıdır ve güvenilemez: Buna sicim teorisi de, test yolları önermeyen tüm sosyal kuramlar da ve tüm dinler de dahildir. Test edilmesi mümkün olmayan fikirlerin peşine takılan herkes cehaleti peşinen kabullenmiş demektir. Cemiyet ise cahillere teslim edilemez. Darwinci Fiziğin İlahiyat ve Sosyal Bilimlere Etkisi
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle