Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
HUKUK POLİTİKASI Hayrettin Ökçesiz Bilge ve bilgelik Sokrates’in dediği gibi, ‘ ancak bilge insan özgürleşiyor ve bu özgürlüğü halkına tattırabildiğince büyütüyor kendini tarih içinde’ okcesizhayrettin@gmail.com http://okcesizhayrettin.blogspot.com ‘İşlevsel yapısal’cı sistem kuramının ünlü kuramcısı Niklas Luhmann’a göre ‘’güven’’, karmaşıklığın redüksiyonudur. “Türk Övün Çalış Güven” G Prof. Dr. Yelda Özsunar Dayanır, yeldaozsunar@gmail.com insanların hizmetine sunmaları. Bilgiliyi bilge insandan ayıran en önemli özellik ise, dünyayı, varoluşu ve insanı bütüncül bir bakış açısıyla açıklamaları. Günümüzün bilgi işçisi, derin bir kuyuda, toprağı tırnakları ile kazıp, bilgi yumrularını oluştururken, zaman zaman diğer bilgi kuyularını görmeyebiliyor veya ufka bakmayı unutabiliyor. Hatta çoğu zaman, bilgi işçileri kuyularında yetişen ürünlerin insanlığı köleleştirmeye, sömürmeye, insanı yok etmeye, bencil bir açgözlülüğe, gizli imparatorları beslemeye bile hizmet edebileceğini unutabiliyor. Biz bilgi işçileri, emeğimizi neye adadığımızı sorgulamadan, çoğu zaman kafamız kumda, yol almaya çalışıyoruz bilgi kuyularımızda. Bilgi yolunda derinlere doğru ilerliyoruz. Peki ya biz nereye ve nasıl gidiyoruz? Bilgi bize ve etrafımızdakilere ne kadar ışık veriyor? Aylarca emek verip ürettiğimiz bilimsel makaleler topluma ne kadar yararlı oluyor? Kumbaralarımızda biriktirdiğimiz yayın ve atıf sayılarımız kendi özgüvenimizi beslemekten öteye gidebiliyor mu? Bilgi sevgi ile harmanlanarak mı sunuluyor takipçilerimize; yoksa aklın kibrine dönüşerek başkaları ile savaşmak; başkalarını ezmek veya üstünlük sağlamak için mi kullanılıyor? Ne kadar suçlayıp duruyoruz başkalarını, toplum koşullarını üretmediğimiz durumlarda? Öğrencilerimiz, toplum, insanlık ve tarih tüm bu sorularla, bilgi ile uğraşıp duranları kocaman eleği ile süzüyor. Eleğin üzerinde, bilgiyi, bilgeliğe dönüştüren, bilgi kuyularını da bilen; ancak sık sık kafasını kaldırıp, enginlere de bakabilen; bilgiyi sevgi, cesaret, alçak gönüllülük, hoşgörü ve yaratıcılık ile harmanlayanlar kalıyor kanımca . Sokrates’in dediği gibi, ‘ ancak bilge insan özgürleşiyor ve bu özgürlüğü halkına tattırabildiğince büyütüyor kendini tarih içinde’ sini birleştiriyor. Sonuçta ortaya çıkan cihaz iPad’e iliştirilebiliyor ve çevreyi renkli ve 3 boyutlu taramanıza imkân tanıyor. Structure bu özelliğinin yanı sıra bir nesnenin fotoğrafını çekmenize, dijital dosya oluşturmanıza ve bunun daha sonra çoğaltmak için 3 boyutlu yazıcıya göndermenize de olanak sağlıyor. Structure’ın bir diğer kullanım alanı da arttırılmış gerçeklik oyunları. Sensör oyuncunun içinde bulunduğu çevreyi ölçüyor ve oyunun bu ortamda oynanmasına olanak tanıyor. Böylece sanal ve gerçek ortamı harmanlıyor. Fiyatı 350380 dolar. Derleyen: Reyhan Oksay Kaynak: www.scientificamerican.com li hizmetler gerçekleştiriyorlar. Bizde durum bu açıdan hiç de iç açıcı değil ve hem devlet hem toplum desteği yetersizdir. Bir önemli sorunumuz da engellilere bilim dışı, sahte tedavi olanaklarının sunulması ve bu denetimsizlik yüzünden halkımızın sık sık bu aldatmacalar karşısında savunmasız kalışıdır. Son yıllarda 8.5 milyona aile bireylerini da katarsak (sosyal engelliler hariç) 2530 milyon yurttaşımızı ilgilendiren bir soruna ilginin artmasını dileyerek yazıyı bir iyimserlikle ve umutlarla bitirmek istiyorum. ünümüzde bir günlük gazetede verilen bilginin toplamının, 17. yüzyılda bir ömür boyu öğrenilen bilgiye eş değer olduğu söyleniyor. Bugünün insanı bırakın gazeteleri; internet adındaki kocaman bir bilgi denizinde yön bulmaya çalışıyor. Bilgi dünyada başedilemez şekilde birikiyor, insan beyni de bilgiyi toplayıp biriktirmek için uğraşıp duruyor. Peki ama bilgi neye hizmet ediyor? Bilgi insanların mutluluk ve yaşamden keyif almalarına ne kadar katkıda bulunuyor? Leonardo Da Vinci, Arşimet, Darwin, Aristo, Sokrates, Mevlana bizden daha mı az bilgiliydi? Onları neden hâlâ öğrenmeye gerek duyuyoruz? Bu filozofların yüzyıllara uzanan ve hâlâ bizi aydınlatan ışığının gücü nereden kaynaklanıyor? Kanımca bilge diyebileceğim ve bir insanın olabilecek en güzel halini oluşturan bu insanların temel bazı ayırt edici özellikleri var: Birincisi, bu filozofların dünya, doğa ve yaşamı anlamaya yönelmiş tutkulu merakları... Bu merakın para, ün, güç kazanmak gibi bir hesabının olmaması, yani öğrenmeye ve keşfetmeye duyulan çocuksu istek! Yarış kazanmak, rakiplere üstün gelmek, ego ve benliği yüceltmek gibi amaçlar taşımaması. İkincisi, dünya, insan ve evren konusunda keşfettiklerini, geleneksel toplumun veya dinin baskılarına rağmen cesurca sergileyebilmeleri. Bilgiyi, çevrelerindeki bilgiye susamış bireylerle paylaşmaları ve çoğaltmaları. Tıpkı tutkusunu öğrencisi Platon’a aktaran ve onu ateşleyen Sokrates de olduğu gibi öğrencilerine sevgi ve tutku ile sunmaları; onları heyecanlandırmaları ve onların gençlik enerjileriyle beslenmeleri. Üçüncü özelliği kuru bilgiyi, kendi gelişim basamakları ile birlikte önce analiz, sonra sentez ve ardından yaratıcılık diyebileceğimiz transfer edilmiş bilgiye dönüştürmeleri, ve böylece yoktan var ederek sıradan 2013’ün en tepe teknoloji ürünleri Baştarafı 89. sayfadan devam nırlı. Fiyatı 100150 dolar. Mobil cihazların kameraları son yıllarda çok gelişti ancak dünyayı hâlâ üç boyutlu olarak göremiyor. Occipital şirketinin Structure adını verdiği sensör, kendi siyahbeyaz derinliği algılama kapasitesi ile mobil cihazın yüksel magapiksel renkli görüntüleme kapasitedefe ulaşmış olmaktan uzağız. Tekerlekli sandalyeler araçlara, okullara giremiyorlar, görme engelliler için gerekli seslendirmeler, işitme engelliler için işaretler yeterli değil. Bu nedenle 7 yıllık süre 3 yıl uzatıldı. Umarız 3 yıl sonra bu eksikler giderilir. Bu yıl 3 aralık gününde tüm engelliler dernekleri bir araya geldi ve sorunlar dilekler öneriler komisyonlar halinde geniş bir şekilde konuşuldu. İlgili makamlara ulaştırılmak üzere raporlar hazırlandı. Gelişmiş ülkelerde engellilerle ilgili kurulmuş dernekler devletten ve toplumdan büyük destek alıyorlar ve çok önem Üç boyutlu mobil sensör CBT 139719 / 27 Aralık 2013 Burada sözkonusu olan karmaşıklık, başka bir insanın özgürlüğü, serbestliği, keyfiliği nedeniyle dünyamıza dolan karmaşıklıktır. Şu halde güven, bu karmaşıklığın kavranması ve azaltılmasını amaçlayan bir işleve sahiptir (N. Luhmann, Vertrauen). Siyasetbilimci Fukuyama ise iktisadi refahın sağlanmasını ‘’sosyal sermaye’’ye ve bir toplumun bireyleri arasındaki ‘’güven duygusu’’nun yaygınlığına bağlıyor. Toplumları ‘’yüksek güvenli’’ ve “düşük güvenli’’ olmak üzere iki sınıfa ayırıyor (Fukuyama, Güven, Sosyal Erdemler ve Refahın Yaratılması). Bir ‘’Düzen’’ ve bir ‘’Düşünce’’ olarak ‘’Hukuk’’ da, kendi temelini kuran bir tutum olarak, ‘’İyiniyet’’i varsayıyor (bona fides praesumitur) ve ‘’Güven’’i koruyor. Bu yüzden, ‘’hukuk güvenliği’’nden söz ediyoruz. Hukuk güvenliği, ‘’hukuk idesi’’nin, ‘’adalet’’in diğer iki unsuru olan ‘’eşitlik’’ ve ‘’amaca uygunluk’’ yanında onlarla eş değerde üçüncü bir unsur olarak hukuk düşüncesinde yerini alıyor. Hukuk güvenliğini mümkün kılan diğer hukuk ilkeleri de, bizi ‘’iyiniyet’’imizde ve ‘’güven’’ duygumuzda koruyan alt ilkeler olarak, hukuk düzenimizi kuruyorlar. Şu halde hukuk, bizim bu iki duygumuzda asla zarar görmeyeceğimiz bir ‘’güvence’’ olarak sosyal ilişkilerimizi sarıyor. Hukuk, iyiniyetimizle ve güvencimizle geliştirdiğimiz beklentilerimizden dolayı bir hayal kırıklığına uğramayacağımıza dair bir ‘’güvence’’ sistemi demek oluyor aynı zamanda (Max Weber). Bu düşünüş ve inanış çerçevesinde biz ilk önce ‘’hukuk’’a güveniriz. Ayrıntılarına girmeksizin şunu da söylemeliyiz: Biz hukuka güvenmek zorundayız. Tüm boyutlarında: Normatif, sosyolojik ve etik boyutlarında hukukun geçerliliğine güvenmek zorundayız. Hukuka güven, bizi ezen acımasız karmaşıklığın uygun bir düzeye indirilmesi için bir zorunluluktur. Ancak bu güvenin duyulabilmesi, onun temellendirilebilmesine bağlıdır. Önce ilk soruyu sormalıyız: Hukuka ve onun düzenine güveniyor muyuz? ‘’Hukuk güvenliği’’ kavramı sadece, hukukun bize güven ve güvence vermesi değildir elbette. Biz de hukukun güvenlikte olmasını sağlamalıyız; ona, bir ‘’hukuk toplumu’’nun bireyleri olarak hak ettiği itibarı ve korunmayı sunmalıyız. Bunun için ikinci bir soru sormalıyız: Hukuk ve düzeni bu itibarı ve korunmayı hak eden bir yeterlilik gösteriyor mu? Bu her iki soruyu olumsuz bir biçimde yanıtlıyorsak, soracağımız son soru şudur: Ne yapmalı? Bu güveni duyabilmek ve hukuku kendisine güven duyulabilecek bir yapıya kavuşturabilmek için ne yapmalıyız? Bugünlerde “kurum”lara artık ne denli güvendiğimiz pek merak konusu olmuyor. Ama araştırma şirketleri en çok hangilerine güvenildiğini yine de ısrarla bilmek istiyorlar. Her yıl birkaç güven çizelgesi yayılanıp duruyor. Böyle bir “Temel Duygu”nun tüm toplumsal ve bireysel yaşamımızdaki yerini, etki gücünü, bilincimizdeki ve bilinçaltımızdaki derin izlerini düşündüğümüzde, onun insani varoluşumuzun temel taşlarından birini oluşturduğunu görüveriyoruz. Çocukluğumda ve ilkgençliğimde Atatürk’ün “övün, çalış, güven” sözünü biraz narsist bulurdum. Sonraları, bu üç temel kavramın insan ruhu ve toplumu için ne denli önemli olduğunu anlamaya başladım. Çalışma’nın, Freud’un Sevmek’le birlikte yazdığı bir ruh sağlığı reçetesi olduğunu kavramam gerekecekti. Övünme’nin, Adler’in insanda bulduğu değersizlik duygusunun çalışarak, yaratarak aşılmasıyla yaşanacak bir durum olduğunu görecektim. Güvenmek ise tüm hukuk ve siyasetti. Birlikte yaşamın temeli dostluk’tu Aristo’dan beri… Bugün hukuka ve siyasete güvenmemiz; bu güveni temellendirebilmek için çok, pek çok çalışmamız, yaratmamız ve bu başarılarımızla, içerisine sürüklendiğimiz bunalımdan hak edilmiş bir övünçle çıkmamız gerekiyor. Güven her siyasal savaşımda vazgeçilmez koşuldur. “Gezi” bununladır, grevlerimiz bununladır, boykotlarımız bununladır. Sömürü düzeninden çıkıp kurtulmak için göstereceğimiz her çaba Atatürk’ün bize söylediğiyle bu sözle başarıya ulaşır.