02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ZÜMRÜTTEN AKiSLER ler açığa çıkmış. Fakat Çernobil’in aksine Fukuşima’da stronsiyum 90 ve plütonyum gibi uçucu ağır nüklidler neredeyse hiç bulunmamış. Haziran ayında Japonya’da en fazla etkilenen bölgelerden örnek olan Steinhauser’a göre bu maddeler neredeyse hiç bulunmuyor bile ve ayrıca bunların nereye ait olduğunu tespit etmek zor. Mesela stronsiyum 90’nın taze kalıntılar mı yoksa Hiroşima ve Nagasaki’ye atılan atom bombalarından veya nükleer silah testlerinden arta kalan mı olduğunu söylemek zor. Fukuşima insanlık tarihindeki ikinci büyük nükleer kazası olarak kalacak. kez bir insanda H6N1 enfeksiyonu saptandı. Analizler bu virüsün, insandaki hücrelere tutunmaya izin veren bir mutasyon geçirdiğini gösteriyor. The Lancet dergisindeki araştırma yazısında bu virüsün Tayvan’daki kümes hayvanlarında çok yaygın olabileceği söyleniyor. Aslında kuş gribi yeni bir şey değil, virüsler bin yıllardan yabanıl kuşlara ve kümes hayvanlarına bulaşıyor. Bugün en az 15 çeşit kuş gribi bilinmekte. Bu hastalık etkenleri normalde insanlar için zararsızdır. Çünkü yüzey proteinindeki farklılıklar virüslerin insandaki hücrelere tutunmalarını engelliyor. Fakat virüsler mutasyona (değişime) uğrayıp yüzey proteinlerini değiştirebiliyor. Bu tür mutasyonlar geçmişte çok büyük enflüenza salgınlarını doğurmuştu. Hatta 1918 yılında yaşanan büyük grip salgınına da kuş kökenli bir enflüenza virüsü neden olmuştu. Bu yüzden insana bulaşan yeni bir inflüenza virüsü bilim insanlarını heyecanlandırıyor. Genç hastanın, mutasyona uğramış bu virüsü nereden aldığı ve virüsün nerede geliştiği henüz bilinmiyor. Çünkü hasta ne kümes hayvanlarıyla ne de yabani kuşlarla temasta olmamış ve son üç ayda herhangi bir yolculuğa çıkmamış. Yüksek enfeksiyon riski altında da bulunmuyordu. Dahası hastanın evine yakın çiftliklerin hiçbirinde H6N1 virüsü saptanmamış. Bilim insanları yine de bu vakanın sadece buzdağının görünen bir ucu olduğunu ve mutasyona uğramış virüslerin daha fazla insana bulaştığından eminler. A. M. Celal Şengör Son üç gün (1822 Kasım 2013) büyük kartoğrafya tarihçisi Aristoteles Üniversitesi Jeodezi profesörü Evangelos Livieratos ve eşi Boyut Yayınlarının bir misafiri olarak Türkiye’deydiler. Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığına Binlerce Teşekkür Kendisini Boyut’un üzerinde çalışmakta olduğu büyük bir Osmanlı İmparatorluğu Haritaları projesi çerçevesinde, Boyut Yayınları sahibi Sayın Bülent Özükan Beyefendi’ye ben tavsiye etmiştim. İstanbul’a gelince de dostum olan profesör Livieratos ve eşi bizim evde kaldılar. Boyut grubu ile İTÜ’nün jeodezi ve kartoğrafya tarihi hocası, hocam Sayın Prof. Dr. Doğan Uçar’ın da katıldığı toplantı sadece 19 Kasım tarihindeydi. Geri kalan zamanda Livieratos’larla beraber İTÜ Harita koleksiyonunu, Ayasofya’yı, Yerebatan Sarnıcı’nı, Süleymaniye Kütüphanesi’ni, Topkapı Sarayı’nı ve Deniz Müzesi’ni ziyaret ettik. Prof. Livieratos ve kendisi de jeodet olan eşi gördüklerine inanamadılar. Deniz Müzesi’nin ultramodern Piri Reis sergisini bizzat komutan Dz. Albay Fatih Erbaş gezdirdi. Topkapı’da Fatih’in kütüphanesinden çıkan 13. yüzyıl Ptolemaios Atlası’nı görmek Prog. Livieratos’u o kadar heyecanlandırdı ki «Celâl, Bunu ilk gören Yunanlı ben miyim?» diye sordu. «Sanmam» diye cevap verdim. «Senden önce İmparator 2. Andronikos muhakkak görmüştür.» Ayrılacağı gün sabah İTÜ Rektörü Sayın Prof. Dr. Mehmet Karaca ile bir araya geldiğimizde, muhterem dostum büyük heyecanını Mehmet’e de aktardı. İTÜ ile uluslararası alanda yapılacak ortak işler kararlaştırıldı (Prof. Livieratos, aynı zamanda Uluslararası Harita Mirası Komisyonunun da başkanıdır). Fakat tüm bu gezilerimiz esnasında beni en çok heyecanlandıran ve mutlu eden şey, Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı’nın başlattığı tıpkıbasım faaliyetinin ilk eserlerini görmek olmuştur. Süleymaniye Kütüphanesi’nde restoratör Sayın Hatice Karagöz Hanımefendi ile çay içerken, Hatice bana, Başkanlığın yeni bastığı eserleri görüp görmediğimi sordu. Böyle bir şeyden haberim olmadığını söyleyince bizleri kaptığı gibi Murat Bey’in odasına götürdü. Orada elime tutuşturulan bir listede bir de ne göreyim: Büyük astronom Nasîrüddin Tusi’nin «Tahrîru Usuli’lHendese ve l’Hisâb» yani «Eukleides’in Elemanlar Kitabının Tahriri», Mütercim Âsım’ın meşhur Muhit adlı büyük sözlüğünün eleştirel bir Türkçe tercümesi, Hindî Mahmud’un Sergüzeştnâme’si (ki bu bir esirin Avrupa Seyahatnâmesidir), Murâdî’nin Cevhernâme’si .... ve daha neler neler. Hemen bu listeden pek çok kitabı satın almak istediğimi söyledim. Tusî’nin Eukleides’inden bir tane de Prof. Livieratos’a temin edildi. Hepsinin birkaç bin lira tutacağını bekliyordum. Hesap çıktı: 300 küsur lira. Bu fiyata bu hazineler?? İnanamadım. Baskının kalitesi, ciltlerin mükemmelliği ... Sevgili okuyucularım: Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı’nın bu işine paha biçilemez. Orada ülkem adına iftihar ettim. Bu işte katkısı olan herkesi, tüm kurumları kutlarım. Kitapları açınca başında Sayın Başbakan R. Tayyip Erdoğan Bey’in bir de önsözünün olduğunu gördüm. O önsözün altına hiç tereddüd etmeden imzamı atarım. Onu okuyunca içimden «Ah be Tayyip Bey» diye geçirdim, «şurada yazdıklarını bir de gerçekten hissetsen ve yapsan! Bilsen ki Ortaçağ din kafasını hortlatmakla, minik yavruların kafasına sokmakla, eğitimi oy uğruna perişan etmekle burada yazdıklarının hiçbiri olamaz. Şu dershane kavgasını içim daralarak takip ediyorum. Fethullahçı denilen grupla AKP birbirlerine girmiş vaziyette: Ortada büyük bir gelir kaynağı var. Peki ya öğrenciler? Onları kim düşünecek?» Fethullahçılarla AKP’ciler ortada tepişirken, Tayyip Bey’in o övgüyle söz ettiği eserleri kim devam ettirecek? O eserlerin en zayıf taraflarının başlarına yazılmış olan sunuş kısımları olduğunun Tayyip Bey farkında mıdır? Bu zafiyetin ülkemizde üniversite olmamasından kaynaklandığını bilir mi? Geçen haftaki yazısında aziz dostum ve muhterem Hocam Prof. Doğan Kuban, Batı’nın 200 üniversitesine karşı Müslüman’ın 1 üniversitesi olduğunu yazıyordu. Bana sorarsanız o bile yoktur, çünkü Müslüman ülkelerinde kendine üniversite diyen kurumların ezici çoğunluğu üniversite değildir. Sayın Başbakanım: Gelin şu önsözünüzde yazdıklarınızı gerçek yapın. Cahillerle değil, hapislere attırdığınız Kemal Gürüz gibi uluslararası eğitimcilerimizle çalışın. İnanın bu o kadar da zor olmayacaktır. Yeter ki iyi niyet olsun. Düzeltme: Şengör’ün, 1391. sayıdaki “Sayın Başbakan” başlıklı yazısında “Ne tahsilinizle....” diye başlayan cümle şöyle olacaktır. “Keşke tahsiliniz ve görgünüz üniversite kavramının içine nüfuz edebilecek düzeyde olabilseydi” Bizden kaynaklanan bu hatayı düzeltir ve özür dileriz. (CBT) Mars’ın yalnızca koyu renk bazalttan oluştuğu sanılıyordu. Oysa “Mars Reconnaissance Orbiter” ile alınan görüntülerin analizi, Mars toprağının sanılandan çok daha açık renkte olduğu sonucunu verdi. Kızıl Gezegen’in toprağı, şimdiye dek sa Mars, sanılandan daha aydınlık dece Dünya’da ve Ay’da saptanan feldispat zengini mineraller içermekte (Nature Geoscience). Georgia Teknoloji Enstitüsü’nde James Wray ve Avrupa Güney Yıldız Gözlemevi Eso’da John Carter ve ekibi, bir kızılötesi spektrometreyle feldispat zengini ve hafif kayaçlı çok sayıda bölge bulmuş. Bulgu, kısa süre önce “Curiosity” Mars aracı tarafından keşfedilen açık renkli kayacın izole bir kaynak olmadığını ve genç Mars’ta bugüne dek tahmin edilenden çok daha fazla magma etkinliğinin yaşandığını ortaya koyuyor. Feldispat normalde karmaşık magma süreçlerinin bir ürünüdür. Dünyamızdan farklı olarak Mars’ta herhangi bir levha tektoniği bilinmediği için, tekrarlanan erime ve kristalleşmeyle hafif feldispat ve silikatlı toprak içeren kayacın oluştuğu magma evrimiyle ilgili neredeyse hiç kanıt bulunmuyordu. Bu tür kayamsı kayaç yerkabuğunun önemli bir kısmını meydana getiriyor. Kayamsı kayacın bulunuşu araştırmacıları bu yüzden heyecanlandırdı. Nilgün Özbaşaran Dede [email protected] CBT 13937 / 29 Kasım 2013 Grip virüsü H7N9’dan sonra şimdi de H6N1 tehlikesi mi ortaya çıktı? Kuşlarda en sık görülen grip virüsü olan H6N1 bugüne kadar insanlar için zararsızdı. Şimdi ise Tayvan’da ilk Yeni kuş gribi virüsü mü? Avustralyalı, Yeni Zelandalı ve Hintli bilim insanlarına göre penguenlerin geçmişi düşünüldüğü kadar eskiye uzanmıyor. Günümüzde yaşayan tüm penguenlerin ortak atası yaklaşık 20 milyon yıl önce yaşamış. Ortak bir atadan farklı cinslerin ortaya çıkması ise 12 milyon yıl önce Antartik’teki sıcaklıkların düşmesiyle tetiklenen evrimsel gelişmenin bir sonucu olabilir (Biology Letters). Daha önceki tahminlere göre penguenlerin ortak atası aşağı yukarı 40 veya 50 milyon yıl önce gelişmişti. Bilim insanları son araştırmada on bir penguen türünden kan örneği aldıktan sonra belli başlı DNA sekanslarını analiz etmişler. Buna göre günümüzdeki penguenlerin son artak atası 17 – 23.8 milyon yıl önce yaşamış yani ortalama olarak 20.4 milyon yıl önce. Sonuçlar öte yandan günümüz penguenlerin 11 – 16 milyon yıl önce farklı gruplara ayrıldıklarına işaret ediyor. 12 milyon yıl önce Antarktik’teki sıcaklıkların düşmeye başladığı bilindiği için de penguen evriminin iklim değişimiyle bağlantılı olabileceği düşünülüyor. Penguenlerin ortak atası
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle