02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

BİLİM DÜNYASINDAN SON ARAŞTIRMALAR İnsanoğlunun en iyi dostu Avrupa kökenli mi? vax parazitlerinde, alyuvarlara sızmaya izin veren yeni gen mekanizmaları keşfetti. Bu da Duffy proteinine sahip olmayan insanların niçin sıtmaya yakalandıklarını açıklıyor. Dünya Sağlık Organizasyonu’na göre 2010’da yaklaşık 229 milyon insan çeşitli sıtma türlerine yakalandı ve 660.000 kadar hasta da yaşamını yitirdi. Hastalık anofel sivrisinek ısırmasıyla bulaşıyor. dağlık alanlarında iç içe geçmiş durumda. Buluntu yeri, büyük kedilerin Orta Asya’dan yayılmış olduklarını gösteriyor. silah olarak da kullanılabiliyor. Mektupla gönderilen şarbon zehri yüzünden yirmi üç kişi hastalanmış, beş kişi de yaşamını yitirmişti. Finlandiya’daki Turku Üniversitesi’nde Olaf Thalmann ile çalışan bilim insanlarının genetik araştırmaları, köpeğin ilk olarak Avrupalı avcılarla “birlikte yaşamaya” başladığını gösteriyor (Science). Araştırmacılar dünyanın çeşitli yerlerinde yaşayan modern köpek ve kurtların kalıtımını prehistorik hayvan kalıntılarıyla karşılaştırmışlar. Buna göre günümüzdeki tüm köpeklerin soyu Avrupalı bir ataya uzanıyor. Bu da kurdun ilk olarak Avrupa’da insanın en iyi dostuna dönüştüğünü açıklıyor. Thalmann ve ekibi ayrıca köpeğin evcilleştirildiği tarihi de araştırdı: köpek yaklaşık 19.000 ila 32.000 yıl önce Avrupa’da avcı ve toplayıcı toplulukların yaşadığı yerlerde evcilleştirilmiş. Thalmann, kurtların avlanan insanları takip ederek leş ve yiyecek artıkları aradıklarını ve bu şekilde insanlarla birlikte yaşamaya başladıklarını tahmin ediyor. Bu teori, tarımın kurtları köylere çektiği ve daha sonra evcilleştirildiğine dayanan teoriyle ters düşüyor. Anlaşıldığı üzere köpek, örneğin keçi, koyun veya sığır gibi hayvanlardan çok önce evcilleştirildi. Köpek ve kurt kalıtımının günümüzde bile hemen hemen hiç farklılık göstermediği, buna karşın kafatası yapısında belirgin farklılıkların bulunduğu belirtilmekte. Mesele köpeğin çenesi kurttan daha kısa. Gelmiş geçmiş en eski büyük kedi fosili CBT 1393 6 / 29 Kasım 2013 Plasmodium vivax, düzenli olarak ateş nöbetlerine neden olan bir parazittir. Hastalık etkeni karaciğerde gizlenerek kişiyi yeniden hastalandırabiliyor. Aslında alyuvarlarında belli başlı bir proteini taşımayan insanlar bu hastalığa karşı bağışıklık gösterir. Bu kişilerin kan tipi “Duffynegatif” olarak sınıflandırılır. Ne var ki Amerikalılar son beş yılda bu kan tipine sahip olan Afrikalıların ve Güney Amerikalıların da Malaria tertiana’ya yakalandıklarını gözlemledi. Sahranın güneyinde bulunan ülkelerde yaşayan insanların yüzde doksan beşi Duffynegatif olarak kabul edilir. Söz konusu protein bulunmadığında parazitler alyuvara giremedikleri için çoğalamıyor. Fakat CaseWestern Reserve Üniversitesi’nden Peter Zimmermann ve ekibi, Plasmodium vi Değişime uğramış hastalık etkenleri ve sıtma riski Amerikalı paleontolog Jack Tseng, Tibet’te bir büyük kediye (Panthera blltheae) ait en eski fosili buldu. Kedi 4,1 ila 5,95 milyon yıl yaşında (Proceedings of the Royal Society B). Bilim insanları fosilin kedilerin evrim tarihindeki büyük bir boşluğu doldurduğuna da dikkat çekiyorlar. Bugüne kadarki en eski fosil, İngiliz araştırmacı Mary Leakey tarafından 1970’li yıllarda Tanzanya’da bulunan 3,6 milyon yıllık dişlerdi. Genetik analizler, büyük kedilerin alt familyasının 6,37 milyon yıl önce en yakın akrabaları olan küçük kedilerden (Felinae) ayrıldıklarını göstermişti. Şimdi son bulgu büyük kedilerin sanıldığından daha eskileri uzandığını gösteriyor. Bulgu ayrıca büyük kedi ailesinin, “gerçek büyük kediler” (kaplan, jaguar, aslan ve leopar) ve Neofelis (dumanlı panter/ Neofelis nebulosa) olarak ayrılması konusunda da yeni bilgiler sunuyor. Bugüne kadar bu cinsin 3,72 milyon yıldan önce ayrılmadığı düşünülüyordu Tseng bu tahminin de geçerli olmadığını gösterdi. Son fosilin bulunduğu coğrafi bölge de ilginç. Günümüzdeki büyük kedilerin yaşam alanları Tibet’in Şarbon, özellikle de toynaklı hayvanlara bulaşan bakteriyel bir hastalık olsa da insanlar için de son derece tehlikelidir. Zehir sadece solunduğunda bile ölüm oranı yüzde 90 civarındadır. Ayrıca hasta, antibiyotikle tedavi edilse bile iki hafta sonra da yaşamını yitirebiliyor. Bunun nedeni elli yıldır bilinmiyordu, diyor Gisou van der Goot (Lozan, İsviçre Federal Politeknik Okulu EPFL). Araştırmacı bu bilmeceyi şimdi Amerikalı meslektaşlarıyla çözmeye başardı. Bu amaçla şarbon zehrinin hücre içine kadar olan yolculuğunu takip ettiler. Buna göre zehir, hücrenin yüzeyinde bir giriş kanalı açmakla kalmayıp hücre zarını kıvırarak küçük bir baloncukla hücrenin içine sızabiliyor ve zehir bu baloncuğun içinde günlerce “saklandıktan” sonra, hücrenin içine girerek zarar veriyor ve hatta hücre bölünmesi sırasında kardeş hücrelere sıçrayabiliyor. Gizlendiği baloncuk, hücre zarından oluştuğu için de zehir bağışıklık sistemi için görünmezdir. Yeni bilgiler şarbonun niçin bu kadar öldürücü olduğunu açıklıyor. Bu etkileşim Şarbon zehri gizleniyor Fukuşima: Çernobil’in onda biri kadar leri araştırdıkça şarbon enfeksiyonlarıyla nasıl savaşacağımızı daha iyi öğreniyoruz, diyor bilim insanları. İnsanlara çok ender olarak bulaşan şarbon, yüzde 95 hasta hayvanla veya hastalıklı hayvan parçalarıyla temas edince geçiyor. Bakteri sporların solunması son derece tehlikelidir. Bunlar ABD’e 2001 yılında olduğu gibi biyolojik Fukuşima’da yaşanan nükleer felaketten bu yana iki buçuk yıl geçti. Bilim insanları şimdi bu felaketi Çernobil’de 1986’da yaşanan kazayla karşılaştırdı. Açığa çıkan radyoaktif maddeleri, radyasyondan etkilenen bölgleri, radyasyonun gıda ürünlerine verdiği zararlar ve bunlara bağlı sağlık sorunları gibi faktörler dikkate alınarak gerçekleştirilen karşılaştırma sonucunda, Fukuşima’da yaşanan kazanın, Çernobil’dekinin sadece onda biri kadar tehlikeli olduğu sonucu ortaya çıkmış. (Colorado Eyalet Üniversitesi’nden Georg Steinhauser) Araştırmacı Fukuşima ve Çernobil’le ilgili iki yüzü aşkın bilimsel makaleyi değerlendirip birbirleriyle karşılaştırdıktan sonra ortaya bilgilendirici bir makale çıkarmış. Buna göre Ukrayna’da yaşanan nükleer felakette, atmosfere yayılan ışının toplam miktarı 5.300 Petabekerel. Oysa Fukuşima’da bu oran 520 Petabekerel ki bu da Çernobil’dekinin onda biri demek. Çernobil kazasından sonra 30.000 metrekarelik alanda yüksek radyasyon (metrekare başına 185 kilo bekerelden fazla) bulunuyordu, Fukuşima’da ise “sadece” 2000 metrekarelik bir alan kirlenmiş. Ayrıca radyoaktif maddelerin bileşimleri de tamamen farklı. İki kazada da gerçi asal gaz, iyot 131 ve sezyum 137 gibi radyonüklid Yoksa Parkinson bulaşıcı mı? Amerikalılar, bir çeşit Parkinson hastalığına sahip insanların beyin dokularını farelere bulaştırdı. Hayvanlarda bunun üzerne tipik titreme belirtileri ortaya çıktı (PNAS). Araştırmacılar farelerin beyninde tıpkı priyonlar gibi davranan, alfa sinüklein birikimleri saptamış. İncelenen hastalık Parkinson hastalarının küçük bir kısmında görülen multisistem atrofi idi. Priyonlar hatalı katlanan proteinlerdir. Hatalı katlanmış proteinler beyinde yayıldıktan sonra topaklanıyor ve birikiyorlar. Bunun sonucunda ise sinir hücreleri ölebiliyor. Priyonlara, mesela BSE deli dana ve CreutzfeldtJakop hastalığının etkenleri de dahildir ve bir süredir Alzheimer ve Parkinson’un da prion hastalıkları olabileceği kuşkusu ortaya çıktı. Hastalıklarda farklı proteinlerin katkıları var ve bugüne kadar söz konusu hastalıkların insan dan insana bulaşıp bulaşmadığı bilinmiyor. Kaliforniya Üniversitesi’nden Stanley Prusiner ve Joel Watts, deneylerinde genetik değişimden geçirilen farelerden yararlandı. Hayvanlar ne kadar çok alfasinüklein üretilerse o kadar çabuk hastalanmış. Bedenlerinde çok fazla alfasinüklein bulunan fareler on aylık olduklarında hastalanmalarına rağmen az miktarda alfanüklein fareleri hastalandırmamış. Bir Parkinson çeşidine yakalanan hastaların beyin dokusu farelere aşılandıktan doksan gün sonra ilk hastalık belirtileri ortaya çıkmış. Başlıca Parkinson belirtileri yürüme bozukluğu ve titremedir. Fare beyinlerinin incelenmesi sonucunda geniş protein birikimleri saptanmış. Sonuçlar MSA’nın beyindeki alfasinüklein proteinin birikimi neticesinde oluştuğunu gösteriyor. Dünya genelinde olarak 10 milyon, ülkemizde ise 100.000 kadar Parkinson hastası var. Her yıl yaklaşık 10.000 kadar yeni teşhis konulmakta. Hastalığın kesin tedavisi henüz bulunmuyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle