24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ZÜMRÜTTEN AKiSLER (Tahiti incileri) ve Pinctada radiata midye/ istiridye türleri. bu tüm dokular için geçerli değil. Mesela genetikçinin analizine göre kadınların meme dokusu bedenin diğer kısımlarından iki ila üç yıl daha yaşlı. Hatta tümörlerin etrafındaki meme dokusu ortalama olarak 12 yıl daha yaşlı. Bu da meme kanserinin kadınlarda niçin en yaygın olduğunu açıklıyor. Hovarth çeşitli kanser türlerine ait tümör dokularını da incelemiş. Burada kimyasal yaşlanma 36 yıl önde gidiyor. Bununla birlikte genetikçi tarafından keşfedilen saatlerin dokunun durumunu aktif olarak mı yoksa pasif olarak mı gösterdiği kesin olarak bilinmiyor. Eğer aktif olarak gösteriyorsa, belki de karaciğer, kalp veya böbreklerin saatini geri alabiliriz diyor genetikçi. A. M. Celal Şengör Evrenin en büyük yıldızı ömrünü tamamlamak üzere Royal Astronomic Society (RAS) dergisinde yayımlanan bir rapora göre Westerlund 2 yıldız kümesindeki W26 yıldızı süpernovaya dönüşüm için s o n aşamaya gelmiş. Dünyamı zın yaklaşık 16.000 ışık yılı uzaklığındaki W26’nın çapı Güneşimizden üç bin misli büyük. W26 ile ilgili son bilgiler, Şili’deki Avrupa Güney Gözlemevi’ndeki teleskopla yapılan gözlemlerle elde edildi. Evrenin en büyük yıldızı olan W26 ömrünü tamamlamak üzere ve nihayetinde bir süpernova olarak patlayacak. 1998 yılında keşfedilen W26, Sunak takımyıldızındaki Westerlund 1 yıldız kümesine ait ve Dünyadaki kötü görüş koşulları nedeniyle çok zor inceleniyor. W26 parıldayan hidrojen gazlarından oluşan bir bulutsuyla çevrili. Buna benzer bir bulutsu 1987 yılında bulunan bir yıldızda görülmüştü. Söz konusu yıldız daha sonra bir süpernovaya dönüşmüştü. Son günlerin, yalnız Türkiye'de değil, bütün dünyada moda olan sözlerinden biri ‘ırkçılık’ terimidir. Önüne gelen bu terimi kullanıyor ve kullananların benim kabaca tespit edebildiğim %99'undan fazlası ise bu kelimenin neyi ifade ettiğinden bîhaber! Irkçılık Üzerine Filistinliye karşı İsrail'i savunanlara hemen «ırkçı» damgası yapıştırılıyor (en son BBC'de bir programda gazeteciler arasında yapılan bir tartışmada bu oldu). Halbuki İsrailli Yahudi de, Filistinli Arap da Sâmi ırkından gelirler. Yani aynı ırkın üyesiler. Birbirlerine olan nefretin sebebi dinleridir. Türkiye'de Kürtlere, Almanya'da ise Türkler'e sıkı mı en küçük bir eleştiri yöneltseniz. Hemen «ırkçı» oluverirsiniz. Halbuki Anadolu'da yaşayan ve kendisine Türk diyen insanların hemen %90'ı aynı Kürtler gibi Kafkas denilen beyaz ırk üyesidir ve Orta Asya'daki Altay ırkının Türkleri ile ilgileri yoktur. Almanya için de durum aynıdır. Oranın da ekseriyeti Kafkas denilen ırka mensuptur. Buralarda da ayrılık yaratan dil ve dindir. Irk, biyolojik tanımı olan bir kavramdır ve türün altındaki fenotipik grupları betimlemek için icat edilmiştir. 1911 yılında Wilhelm Johannsen tarafından ortaya atılan fenotip kavramı, bir canlının gözlenebilir özelliklerini ifade eden bir kavramdır. Fenotip, genetik nedenlerle olabileceği gibi, çevresel nedenlerle de gelişebilir ve çevresel nedenlerle gelişen bazı özelliklerin mütasyon sonucu kalıtımsal hale gelmesiyle de bunlar genetik olur. Günümüzde dahî, bazı Lamarkist denilen düşünceler bu konularla uğraşmaktadır. Nasıl Bos taurus dediğimiz sığır türünün alt grupları yani ırkları varsa ve ırk ıslahı zirai bir terim olarak kullanılmaktaysa, Canis familiaris türü köpeğin de çeşitli ırkları mevcuttur. Bu ırkların pek çoğu yetiştiriciler tarafından üretilmiş ırklardır ve bazıları arasında verimli üreme genetik olarak mümkünse de boy farkları artık bazı türler arasında verimli üremeyi pratik olarak imkânsız hale getirmiştir. Bunlar geleceğin tür adaylarıdır. İnsanlar arasında, buzul çağlarından itibaren Homo neanderthalensis, Homo floresiensis ve Homo sapiens olarak üç temel tür mevcuttu. Bunlardan Homo neanderthalensis Afrika'yı çok daha erken bir tarihte terk ederek Avrupa'ya yerleşmiş ve oradaki coğrafî yalıtım burada yeni bir insan türünün ortaya çıkmasına neden olmuştu. Homo floresiensis'in tarihi ve tüm özellikleri ise, ele geçen fosil malzemesinin azlığından ötürü henüz çok iyi bilinmemektedir (yedi bireyin iskelet parçaları ve tek bir kafatası). Bugün de insanlar arasında siyah ırk, beyaz ırk, sarı ırk gibi karakterleri çok belirgin ırklar mevcuttur. Bunlar, coğrafi izolasyonlarına, yani yalıtılmışlıklarına devam edebilselerdi, hiç kuşkusuz aynı Homo neanderthalensis, Homo floresiensis ve Homo sapiens gibi yeni insan türlerine dönüşeceklerdi. Ancak insanın geliştirdiği yer değiştirme imkânları, coğrafî engelleri olarak ortadan kaldırarak eskiden birbirinden yalıtılmış mekânlarda gelişen bu ırkların günümüzde tekrar tekdüzeleşmelerine sebep olmuştur. Irk teriminin tarihi, bahsettiğim karışıklıklara neden olmaktadır. Söz konusu karışıklığı yapanlar ise bu terimi doğa bilimleri dışında kullananlardır. Bu kullanım 18. yüzyılda müstemlekeciliğin yaygınlaşmasıyla istimlak edilen alanlardaki yerli halkı, müstemlekecilerin ayrı bir ırk olarak tanımlamasıyla başlamış ve nihayet neredeyse her millet (ulus, budun vs) ayrı bir ırk olarak betimlenmeye başlamıştır. Bu, bilimsel olarak anlamsızın da ötesi bir zırvalıktır. Bu nedenlerle mesela Türkiye içinde bir ırkçılıktan bahsetmek mümkün değildir. Burada bir Türk milliyetçiliği, bir Kürt milliyetçiliği olabilir ve bu ayırımın temelinde de yalnızca dil vardır. Dil de aynı ırk gibi, belirli coğrafî engellerle birbirlerinden ayrılan insan gruplarının geliştirdikleri bir haberleşme aracından ibarettir (ancak dil ırktan çok daha hızlı gelişir; ırk yüzbinlerce yılda gelişirken, dil birkaç on yılda gelişebilir). 30 dil konuşabilen meşhur İtalyanAmerikalı dilbilimci Mario Andrew Pei (19011978) 1949'da yazdığı The Story of Language (Dilin Hikâyesi) adlı satış rekorları kıran eserinde, ABD içerisinde doğu ve batı sahilleri arasındaki haberleşmenin tamamen kesilebilmesi mümkün olsa, on yıl sonra her iki sahilde yaşayan insanların dilleri arasında karşılıklı anlaşmaya engel olabilecek önemli ayrılıklarının kaçınılmaz olarak gelişeceğini belirtmiştir. Bu nedenlerle, ırkçılıktan bahseden politikacılara gülüyorum (hele bir tanesi, hatırlarsınız, antropoloji bilimini ırkçılık sanmıştı!). Bu cahil insanlar cehaletlerine rağmen kitleleri yönetmektedirler. Bu durum çağımızın en büyük hastalığıdır ve maalesef popüler demokrasinin bir ürünüdür. Bu hastalıktan kurtuluşun yolunu ise ne yazık ki göremiyorum, zira cahil, demokratik yöntemlerle kendisinden daha cahil olanları sürekli iktidara taşımaktadır. Bunun ortaçağdan sonra insanlık tarihinin en kara çağı olan 20. yüzyıldaki bilançosu korkunç olup, hemen hemen 100 milyon insanın hayatına mal olmuş, hesabı bile mümkün olmayan kültürel varlığın kaybını intaç etmiştir. «Kahrolsun ırkçılık» ve/ veya «yaşasın demokrasi» diye nara atanları duydukça bunları unutmayınız. Dünyanın en eski sinir sistemi Paleontologlar sadece üç santim uzunluğundaki bir deniz canlısı fosilinde dünyanın en eski sinir sistemini keşfetti. Söz konusu eklembacaklı, günümüzde yaşayan örümceklerin bir atası sayılıyor. 520 milyon yıllık kalıntı, fosillerin buluntu yeri olarak bilinen Çin’in Yunnan bölgesindeki bir kayağantaş tabakasında bulunmuş. Hayvanın uzun bir bedeni, yüzmek için kullandığı kavrayıcı kolları, bir tür sırt omuriliği, gözleri ve beyni var. Kafasında ise makas biçiminde bir pençe bulunuyordu. Bu pençenin dokunmaya veya kavramaya yaradığı sanılıyor. Artık ilkel eklembacaklıların, günümüzdeki karideslerin ve yengeçlerinkine benzer bir sinir sistemine sahip olduğunu biliyoruz, diyor Nicholas Starusfeld (Arizona Üniversitesi). Nature dergisindeki yazıya göre, bulgu, günümüzdeki örümceklerin, yengeçlerin ve diğer akrepgillerin, eklembacaklılardan ayrıldığı bir döneme ait. DNA saati organların yaşını gösteriyor Amerikalı bir genetikçi dokuların yaşlarını kimyasal sinyallerle saptayabildiğini açıkladı. Ayrıca bedenimizin bir mozaik olduğunu da söylüyor. Buna göre bazı organlar diğerlerinden daha çabuk yaşlanıyor. Kaliforniya Üniversitesi genetikçisi Steve Horvath, bedendeki dokuların durumunu gösteren bir yöntem geliştirdi. Yöntem DNA üzerindeki kimyasal değişimlere uzanıyor. Bazı enzimler, metil gruplarını kalıtım molekülüne kenetliyorlar, bu durum ise genlerin 46 milyon yıllık fosilin içi kanla dolu 46 milyon yıl yaşında olan bir sivrisinek fosili, içinde kan bulunan ilk fosil, diyor Dale Greenwalt (Washington Doğa Tarihi Müzesi) PNAS dergisinde. Kanın bir kuşa ait olduğu bir tahmini var. Fosilden DNA elde etmek mümkün değil. Bugüne dek bulunan en eski sinek fosili gerçi iki misli yaşında, ama içinde hiç kan izi yoktu. Yeni bulunan sivrisineğin içinde kütle spektrometresiyle yüksek demir içeriği saptanmış. Fosil bir böcek araştırmacısının koleksiyonuna ait ve 25 yıl önce Montana eyaletindeki bir petrol şisti tabakasında bulunmuştu. Nilgün Özbaşaran Dede nilodede@hotmail.com etkinliklerini etkiliyor. Horvarth, Genome Biology dergisinde, metillenmenin bir tür kimyasal saat olduğuna değiniyor. Motifler zamanla değişerek, bir organın kaç yaşında olduğunu gösteriyor. Yeni hücreler için bir kaynak oluşturan kök hücreler, “yeni doğmuş” durumdalar, yani kimyasal saatleri hep sıfırda duruyor. Kimyasal saatimiz ilk gençliğe kadar değişken hızlarda çalışırken, 20 yaşından itibaren sabit hızla çalışmaya başlıyor. Fakat CBT 13897 / 1Kasım 2013
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle