24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

GÜNCEL TIP 8 TEMEL SORUYLA, DERİN GELECEK BİZE NE SÖYLÜYOR? 21. yüzyılda geleceğin çoktandır yaşanmakta olduğunu düşünebiliriz. Oysa, gelecek daha yeni yeni başlıyor. İnsanlar bugünlerde beklentileri konusunda karamsarlığa kapılma eğiliminde olsalar da, türümüz en az 100.000 yıl daha buralarda olabilir. Aşağıdaki satırlarda gelecek çağlarda konuşacağımız dilden soyumuzdan gelenlerin çöpleri nasıl değerlendireceklerine uzanan bir gezintiye yer veriliyor. Mustafa Çetiner cetiner.m@superonline.com www.mustafacetiner.com Ne kadar daha Yeryüzü’nde kalacağız: 100 yıl mı 100 bin yıl mı? iç açıcı değil. İnsanlar yeryüzü tarihinin en kötü kitlesel yok oluşlarından birine yol açıyorlar. Doğal yaşam alanları yerle bir ediliyor, hava, su ve toprak kirletiliyor. Tüm bunlardan öncelikle biyolojik çeşitliliğin şiddetli bir darbe alması bekleniyor. Uzmanlar omurgalı türlerinin beşte birinin tehlikede olduğuna dikkat çekiyorlar. Bu durum 50 yıl içinde söz konusu türlerin büyük bir olasılıkla yeryüzünden silinecekleri anlamına geliyor. Bunun asıl nedeni doğal yaşam ortamlarının yok olsa da, insan eliyle gerçekleştirilen iklim değişimleri giderek önem kazanacak. Gelgelelim, eninde sonunda yaşam, her zaman olduğu gibi, yeniden belini doğrultacak. Geçmişte yaşanan kitlesel yok oluşlar ekosistemin zamanla kendini nasıl toparlayacağıyla ilgili birtakım ipuçları sunuyor. Bu tür toparlanmalar genelde iki aşamadan oluşuyor. Gelecekte de aynı sürecin işlediği varsayılacak olursa, ilk 23 milyon yıla hızla üreyen, kısa ömürlü “felaket taksonları” egemen olacak. Bunlar hızla yeni canlı türlerinin ortaya çıkmasına ve yeryüzündeki türlerin sayısının yeniden eski düzeyine ulaşmasına neden olacaklar. Ne var ki, doğada bir yığın şey yine de eksik olacak. Ekosistemler benzer işlevlere sahip benzer türlerden oluşan basit ekosistemler olacak. Otçul türler eskisinden daha az bir çeşitlilik sergileyecek ve birçok yer başlıca avcı hayvanlardan belki de tümden yoksun kalacak. Ancak böyle olmak zorunda değil. İyileştirme sürecine ne denli ivme kazandıracağımız tam olarak bilinmese de, şimdi devinime geçip bu durumu düzeltebiliriz. Koruma uzmanları canlı türlerini kendi başlarına gelişip büyüyebilecekleri başka yerlere taşımak gibi hiç akla gelmeyen çözümlere kafa yoruyorlar. Bu tür çözümler ilk bakışta doğaya aykırıymış gibi görünebilir. Ancak insanoğlunun yeryüzündeki hemen hemen her ekosisteme el attığı düşünüldüğünde “doğal” kavramının da artık çarpıtılmış bir kavram olduğunu düşünmek de pek yanlış olmasa gerek. Doğa hiç beklenmedik bir kaynaktan kurucu türler sağlayarak sorunu çözebilir. Güvercin, sıçan ve tilki gibi hayvanlar şimdiden insanlarla birlikte gelişiyorlar ve bu canlıların yeni canlı türleri üretip yeni ekosistemin kurucuları olmaları işten değil. sini kabullenmek zorunda kalacaklar. Yine de, yıldızlara ulaşma düşünü canlı tutmaya çalışanlar hep olacak. ya da çöken yıldızlardan kaynaklanan gama ışın patlamaları gibi tehlikelerin altından kalkmamız gerekiyor. Ne var ki, bu tür olaylara son derece ender tanık olunduğundan, önümüzdeki 100 bin yıl içinde insanların yeryüzünden silinmesine yol açacak bir olayın meydana gelme olasılığının sıfır olduğu belirtiliyor. Bundan kurtulmak için şanslı olmak gerekiyor. 65 milyon yıl önce dinozorların yeryüzünden silinmelerinde 15 kilometre genişliğinde bir asteroit çarpmasının etkili olduğuna inanılır. 100 bin yıllık herhangi bir zaman dilimi içinde 10.000 megaton TNT’ninkine eşdeğerde bir etki yaratacak bu tür bir çarpışma beklenebilir. Gelgelelim, NASA’ya bağlı Gezegenlerle İlgili Savunma Grubu eşbaşkanı ve eski uzay adamı Thomas Jones böyle bir çarpışmanın tüm bir uygarlığı yok etmeye yeterli olmayacağını, ancak Fransa gibi küçük bir ülkeyi kesinlikle yerle bir edeceğini belirtiyor. Kitaplar, Kitaplar2 Elimde biriken kitapların ilk kısmından geçen yazımda söz etmiştim. Bu yazımda da kitap tanıtımlarına devam edeceğim. İlk iki kitap Gürer yayınlarından, sevgili Turgut Gürer’in Türkçeye kazandırdığı iki popüler bilim kitabı. Kafası Güzel Filler, En acaBu kitaplardan ilki Alex Boeser’in yazdığı “K yip Deneyler” ismini taşıyor. Kitap günümüze kadar yapılmış acayip deneyleri anlatıyor. Zombi kediler, görünmez goriller, gıdıklama makinesi, hamamböceği stadyumu, beynin haz tuşu, insan maymun melezleme deneyleri, kafa nakli bunlardan sadece bir kaçı. Bu acayip deneylerin bir bölümü de gündelik yaşantımızı kolaylaştırmak amacıyla yapılmış! Yeşil ışık yandığında arkanızdaki araba korna çalmasın diye ne yapılabilir? Önüne gelen ilk kişiye “benimle yatar mısınız” derseniz ne olur? İlk görüşte zor görünen kadınlar erkeklerden daha mı çok rağbet görür? Hem bilimin geçirdiği evrimi izlemek, hem de eğlenip şaşırmak istiyorsanız “Kafası Güzel Filler, En acayip Deneyler” tam size göre... İkinci Gürer yayınları kitabı “İnanılmaza İnanmak”… Kitabın yazarı evrim biyologu, İngiliz Kraliyet Bilim Cemiyeti üyesi Lewis Wolpert kitabında inanışların psikolojik temellerini sorguluyor. Alternatif tıp, din ve ahlak konusundaki inanışların ortak evrimsel kökenlere dayanabileceğine dair kanıtlar sunuyor. Lewis Wolpert, inanışlarla evrimsel sürecimiz arasındaki ilişkiyi irdelerken yanıtını bilmediğimiz basit, belki de önemsiz sorularımıza ciddi yanıtlar bulmaya çalışıyor. Aklımızdan geçirdiğimiz biri, tam o anda telefonla aradığında neden bazıları bunu telepatiye bağlıyor? Aklı başında insanlar bile neden tahtaya vuruyor, neme lazım diyerek merdivenlerin altından geçmiyor. Kendilerine ne kadar aksi kanıtlar sunulsa bile çoğu insan neden bazı inanışlarından vazgeçemiyor? Birçok insanın neden bilimsel açıklamaları değil ama hurafeleri tercih ettiğini öğrenmek istiyorsanız İnanılmaza İnanmak isimli kitabı okuyun. New Scientist dergisi kitap için “İnanma ihtiyacımızın kaynağına dair harika ve ikna edici bir arayış” diyor. Mustafa İzberk imzalı, İleri Yayınlarından çıkan “Kim Türk, Türkçe Ne” söz etmek istediğim üçüncü kitap. Kitabın daha kapağını kaldırdığınızda Mustafa Kemal Atatürk’ün o çok bilindik sözü dikkati çekiyor. “Türk demek Türkçe demektir”… Kitabın yazarı neden yazdığını anlatırken diyor ki; “Evet (bu kitabı) yazardım. Neden? Binlerce, binlerce neden içinde Beşiktaş’a her inişimde sol yanımda bana, bir de Barbaros’un bulvarına sırıtıp duran; ama yerinden sökmek için bir nenler yapamadığım “Döner chi” dükkân adını gözüme sokan dükkâncı yurttaş da buna neden olurdu, kuşku yok. Ya da en yakınlarımın bile yanımdan ayrılırken, ‘sağlıcakla’ diyecek yerde “Baay!..”lamaları türünden nedenler...” “Kim Türk, Türkçe Ne” tam da güzel Türkçemizin sevdalılarına göre… Tahir Hatipoğlu öğretim üyesi, yazar, Anatomi Histoloji ve Embriyoloji Profesörü ve bir o kadar da bu ülkeye tutkun bir aydındır. Kitabını postadan aldığımda tamam dedim, Türk Tıp tarihi ve Türkçemiz için işte harika bir kaynak daha... Kitabın ismi: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Toplumsal İlerlemenin ve Türkçe Eğitimin Öyküsü Tıbbiye... Açıp okuyun, müthiş bir araştırma ve birikimin ürünü olduğunu göreceksiniz. Bugünleri yorumlarken Cumhuriyetimizin saç ayağı Mülkiye, Tıbbiye ve Harbiyenin tarihini bilmek büyük önem taşıyor. Dedim ya, bana gönderilen kitaplar çok. Sevdiklerimden bir çoğunu hâlâ yazamadım, ama yazacağım yakın zamanda. Ne demiş Ebu Said Hadimi; Kâmil odur ki, her yerde koya bir eser, Eseri olmayanın yerinde yeller eser... Dünyaya yazarak iz bırakmak isteyenlerin bu dileği yazdıkları okunduğunda gerçek olabiliyor ancak. İnsan türünün yok olmaktan kurtulma olasılığı ne kadar? 2008 yılında Oxford’daki Küresel Felaket Riski Konferansı’na katılanlar insanoğlunun 2100 yılına dek ayakta kalabilme olasılığının yalnızca %19 olduğu yönünde bir öngörüde bulundular. Ancak konuya daha yakından bakıldığında bu aşırı karamsarlığın temelsiz olduğu görülüyor. İnsan türü, bırakın 2100 yılına dek ayakta kalmayı, en az 100 bin yıl daha varlığını sürdürebilecekmiş gibi görünüyor. Princeton Üniversitesi astrofizik uzmanlarından J. Richard Gott’un hesaplamaları insanların 5100 ile 7.8 milyon yıl arasında bir süre daha varlıklarını sürdüreceklerini ortaya koyuyor. Fosillerle ilgili kanıtlar da, memelilerin yaşamlarını sürdürebilecekleri ortalama sürenin yaklaşık bir milyon yıl olduğunu gösteriyor. Gelişmiş bir uygarlık için en büyük tehlike dizginlerini koparmış teknoloji olsa gerek. Nükleer silahlar, biyomühendislik ve nanoteknoloji gibi kavramlar hep umacıymış gibi ele alınıyor. Ancak felaket uzmanı ve coğrafyacı Jared Diamond artık soyutlanmış toplumlarda yaşamadığımıza, insanlığın artık uygarlıklardan oluşan küresel bir ağ oluşturduğuna ve güçlükle edinilmiş bilgi havuzunun tüm insanların korunmasına yardımcı olduğuna dikkat çekiyor. İnsanların ölümcül bir virüs salgınıyla yeryüzünden silinmeleri olasılığı da pek yok. Çünkü tüm bir türün hastalığa bağlı olarak yok olması, ancak o nüfusun küçük bir alana hapsolması durumunda gerçekleşebilir. Büyük bir volkan patlaması çok daha ürkütücü sonuçlar doğurabilir. Yaklaşık 50 bin yılda bir, bir yerlerde bir volkan patlıyor ve ortalığa 1000 kilometre küpten fazla kül saçılıyor. Ancak Londra University College Benfield Afet Araştırma Merkezi’nin yöneticisi Bill McGuire’ın da belirttiği gibi, insan nüfusunda çok ciddi azalmalara yol açan volkan patlamalarının meydana geldiği tarihlerde yeryüzünde çok daha az sayıda insan yaşamaktaydı ve bu insanların daha çok tropikal bölgelere yerleşmiş olmaları patlamanın yarattığı olumsuz etkileri daha da arttırmaktaydı. Oysa, günümüzde geniş bir alana dağılmış olarak yaşayan insanlar için böyle bir durum söz konusu değil. Dahası, bilim insanlarının hesaplamaları önümüzdeki 100 bin yıl içinde dev bir volkan patlamasının meydana gelme olasılığının %1020 kadar olduğunu gösteriyor. En büyük yok olma tehlikesi uzaydan geliyor. Asıl güneş patlamaları, asteroit çarpışmaları ve süpernova patlamaları NEDEN HÂLÂ BURADA OLACAĞIZ? 1924 yılında genç bir maden mühendisi olan Ira Joralemon, elektrik ve bakır çağının kısa erimli olacağına, yoğun üretim hızı nedeniyle dünyanın bakır kaynaklarının birkaç yıl içinde tükeneceğine dikkat çekiyor ve,”Elektrik gücüne dayalı uygarlığımız giderek çöküp yok olacak,” diyordu. Bakır ve uygarlığımız günümüzde varlığını sürdürüyor. Ancak Jorelemon’un uyarısından bir yüzyıl kadar sonra bile benzer haykırışlar duyulabiliyor. Çin’den gelen yoğun istem karşısında bakırın fiyatı bugüne dek hiç görülmemiş düzeylere ulaştı. Kimileri “bakır” için tehlike çanlarının çaldığına, bakır rezervlerinin yirmi otuz yıl içinde tükeneceğine inanıyor. Bu tür felaket haberlerinde önemli bir nokta gözden kaçırılıyor. Tarih boyunca teknolojideki gelişmeler mevcut malzemeler tarafından belirlendi. Taş Çağı, Tunç Çağı, Demir Çağı’nı düşünün. Ne var ki, çağımız Silikon Çağı ya da daha doğru bir ifadeyle Hidrokarbon Çağı olarak adlandırılabilse de, artık tek malzemeyle yetinmiyoruz. Bugünlerde yaşanan hızlı teknolojik gelişmeler muhtemelen bel bağladığımız malzemelerin de değişmesine neden olacak. Uzmanlara bakılırsa, 5060 yıl içinde öylesine büyük ilerlemeler kaydedilecek ki daha ötesiyle ilgili kestirimlerde bulunmak neredeyse olanaksız olacak. Burada öncelikle ender bulunur toprak madenleri söz konusu. Uygulama alanları dokunmatik ekranlardan, pillere ve enerji tasarruflu ampullere uzanan bu elementlerin önümüzdeki 1020 yıl içinde giderek azalacağı düşünülüyor. Ancak bunun da ötesinde, kaynak darboğazları sorununun giderilmesi konusuna herhangi bir yenilik getirmemiş olacağız. Uzmanlık konusu geleceğin teknolojileri olan Futurizon adlı bir danışmanlık şirketinden Ian Pearson,”Uzak bir gelecekte karşımıza çıkan sorun ne olursa olsun, malzeme kıtlığının bu sorunlardan biri olması olanaksız,” diyor. KAYNAKLARIMIZ TÜMDEN TÜKENECEK Mİ? Bir CroMagnon erkeğini kaçırıp, yıkayıp sakalını tıraş ettikten sonra New York metrosuna bırakmakla ilgili ünlü bir düşünce deneyi vardır. Böyle bir görüntü karşısında kimse kılını kıpırdatır mı? Büyük bir olasılıkla kimsenin umurunda olmaz. CroMagnon’lar yaklaşık 30 bin yıl önce yaşamış olmalarına karşın her yönüyle çağdaş insanlardı. Fiziksel açıdan biraz daha güçlü kuvvetli olsalar da, davranışları bizimkinden farklı değildi. Şimdi yukarıdaki düşünce deneyini tersine çevirip çok uzak bir geleceğe uygulayalım. Günümüzde yaşayan bir kişi, 30.000 hatta 100.000 yıl sonrasının New York’una götürülse ne olur? O güne uygun giysiler içinde bile olsa, ortama uyum sağlayabilir mi? Buna kesin bir yanıt vermek olanaksız. Dirimsel özelliklerin 1000 kuşak boyunca hiç değişmemiş olması bu durumun binlerce kuşak daha öyle süreceği anlamına gelmez. Kimi gelecekbilimcilere bakılırsa, beyinlerimizdeki protezler ve kanımızda dolanıp duran minicik robotlar (nanobotlar) sayesinde, zamanla sayborglara, yani insan ve robot karışımı sibernetik organizmalara dönüşeceğiz. NEYE BENZEYECEĞİZ? sıl bir dil konuşacakları konusunda bir kestirimde bulunabiliriz. Burada en önemli soru o insanların İngilizceyi konuşuyor olup olmayacakları. İngilizce dünyanın ortak iletişim dili olmakla birlikte, bu dilin böylesine yaygın kullanılıyor olması öncelikle Anglofon ülkelerin günümüzdeki ekonomik öneminden kaynaklanıyor. Dünya ticaretine başka bir ülkenin egemen olması durumunda bizden sonraki kuşaklar o ülkenin dilini öğrenmeye başlayabilirler. Bu durumda birtakım terimleri kendi anadillerine ekleyebilirler. Ne var ki, çok yaygın kullanılan diller genellikle bu tür kuşatmalara direnç gösterme eğilimindedirler. Bu yüzden, bölünmeler olsa ve yeni lehçeler oluşsa bile, İngilizcenin tümden yok olacağını düşünmek yersiz olur. Ancak eski metinlerden yola çıkıldığında dilbilgisi kurallarında birtakım değişiklikler olacağı düşünülebilir. Zamanla yeni yeni sözcükler türetilebilir, ya da başka bir dilden terimler ithal edilebilir. Öyle ki, sonraki kuşaklar İngilizceyi bir biçimde konuşabiliyorlarsa bu sayfaların içerdiği anlamı kavramaları da işten değil. Son buzul çağından sonra dünya değiştikçe atalarımızın birçoğu yuvalarını terk etmek zorunda kaldı. Bırakın 100 bin yıl sonrasını, önümüzdeki 1000 yıl içinde de dünya yeniden çarpıcı bir değişimden geçerek milyarlarca insanı yeni yerleşim yerleri bulmaya zorlayacak. Kimi bölgeler deniz düzeyi değişmese bile ayakta kalmak için boğuşacak. 2000 yıl önce Mısır’daki Heraklion kenti üzerine kurulmuş olduğu delta kumlarının dibe çökmesi sonucunda Akdeniz’in derinliklerine gömüldü. Günümüzde aynı durum New Orleans ve Şanghay gibi kentler için de söz konusu. Miami ve kimi başka yerlerde deniz ve ırmaklar kentlerin üzerlerine kurulu oldukları toprakları giderek aşındırıyor. Dengeli bir iklimle bu kentleri kurtarmak mümkün olabilir. Ancak dünyadaki ısınmanın sürmesi durumunda yükselen deniz düzeyleri çok sayıda kıyı kentinin yanı sıra tarım alanlarının çoğu da sulara gömülecek. Değişen iklim koşulları deniz düzeyinin çok üzerinde yaşayanları da etkileyerek bu alanları yaşanabilir olmaktan çıkaracak, ama başka yerlerde yeni olanaklar yaratacak. NEREDE YAŞAYACAĞIZ? EVRENİN NERESİNİ ARAŞTIRACAĞIZ? Kaçınılmaz gerçek şu ki, uzay boşluğunda insanoğlunun ulaşabileceği yerler her zaman akıl erdirilemez uzaklıklara yolculuk etmemize olanak sağlayacak teknik olanaklarımızla sınırlı kalacak. Binlerce yıl sonra değilse bile, önümüzdeki birkaç yüzyılda insanlar büyük ölçüde güneş sistemiyle sınırlı kalacaklar. Kimyasal roketlerin yerine daha iyi sevk sistemleri geliştirilinceye dek, yeryüzüne yakın yerlere ulaşma konusunda bile çok ağır adımlarla yol alacağız. Bir yıldıza insanın yaşam süresi içinde ulaşabilmesi için gerekli hız sağlansa bile, oraya varmak için gerekli enerjinin sağlanması olanaklarımızın çok ötesindedir. Bu yüzden bizden çok sonraki kuşaklar da yıldızlara ulaşma olanağına asla sahip olamayacağımız, en azından insan ömrünün buna olanak tanıyamayacağı düşünce CBT 1308/ 10 13 Nisan 2012 İngilizce topu topu 1000 yılda tanınmaz duruma geldiğine göre, on binlerce yıl sonra bu dil neye benzeyebilir? Diller büyük ölçüde konuşmacılarının önceden kestirilemeyen istekleri doğrultusunda biçimlendirilmekle birlikte, dili etkileyen güçler incelendiğinde bizden sonraki kuşakların na Görünüşe bakılırsa, doğal yaşamın geleceği hiç de DOĞADAN GERİYE BİR ŞEY KALACAK MI? Yazının devamı 19. sayfada CBT 1308/ 11 13 Nisan 2012 Binlerce yıl sonra torunlarınız bu sayfaları sararmış ve yıpranmış bir halde bulacak olsalar, İngilizceye egemen olduklarını öne sürseler bile, sözcüklerin birçoğunu anlamayacaklar. Ne de olsa, bizler de Beowolf gibi eski İngilizce ile yazılmış metinleri anlamaya çalışıyoruz. HANGİ DİLİ KONUŞACAĞIZ? Uzak bir gelecekte insanların 2012 yılının ilkel uygarlığıyla ilgili parçaları biraraya getirip bölük pörçük bir görünüme ulaşmalarında en büyük katkıyı kuşkusuz kazıbilim sağlayacak. Çünkü döneme ışık tutabilecek en iyi kitaplıklar, belgelikler ve müzeler tıpkı İskenderiye kitaplığında olduğu gibi tek bir yangınla yerle bir olabilir. Peki, günümüzden 100 bin yıl sonra kazıbilimciler bizlerle ilgili ne gibi bilgilere ulaşabilirler? Yalnızca en şanslı insan yapımı eşyalar parçalanmaktan, dağılmaktan, dönüşümden ya da ayrışmaktan kurtulabilecekler. Kişisel bağlamda, insan geriye çok uzun süre ayakta kalabilecek hiç bir şey bırakamayacak. Bunun nedenini daha iyi kavramak için zamanın okunu aynı oranda geriye doğrultmanız yeterli. Yaklaşık 100 bin yıl önce çağdaş insanlar daha yeni yeni Afrika’nın dışına çıkarak dünyanın farklı yerlerinde yaşamaya başladılar. O dönemden elimizde kalan yalnızca keskin taştan aletler ve bir avuç fosilden ibaret olduğundan, bu insanlar konusunda bildiklerimizin büyük bir bölümü kes TORUNLARIMIZ BİZLERİ NASIL BİLECEKLER?
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle