01 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Üniversite kenti Yasaklayıcı sağlık Prof. Dr. Alper Uraz, Başkent Üniversitesi, [email protected] B ugün ülkemizde üniversitesi olmayan kent kalmamıştır. Önceleri kalkınmanın motoru olarak fabrika görülmekteydi, ancak şimdilerde ise hizmet sektörü genişleme gösterdiği için üniversite ısrarı fabrikanın önüne geçti. Üniversitenin bulunduğu kente hem ticari ve hem de sosyal bir canlılık getirmesi beklenir. Ancak, bugünlerde Türkiye düzeyinde ki üniversite mezunları arasındaki işsizliğin dört kişide bir olduğu unutulmamalı. İşsiz üniversite mezunu sorunu daha fazla kötüleşmeden sistemli bir çözüme kavuşturulması çok yerinde olacaktır. Üniversitenin, meslek kazandırmanın ötesinde, öğrenciyi yaşama hazırlama işlevi önde gelmekte. Bu yaşama hazırlama işlevi ise, kazanılacak evrensel değerlerle olanaklıdır. Tüm insanlığın ortak değerleri olarak bilinen evrensel değerler; özgürlük, eşitlik, adalet, sevgi, saygı, hoşgörü ve dayanışma diye özetlenebilir. Üniversite eğitimi bu değerlerin bireyde içselleştirilmesine yol açar. Toplumdaki ‘üniversite mezunu’ algısı ve içinde barındırılan övgü bu değerlerden kaynaklanır. Değerlerin kazanılmasına, sosyalleşme ve ufuk açıcı kitaplar büyük katkı yapar. Sosyalleşme araçlarının başında spor ve sanat gelir. Gençler tarafından internet kullanımının yaygınlaşması bireyselleşmeyi artırdığı gibi gençler arası sosyalleşmeyi azaltıyor. Özellikle spor daha az kişi tarafından yapılır hale geldi. Üniversitede her türlü spor teşvik edilmeli ve fiziki olanaklar sağlanmalı. Spor; kişisel zindeliği arttırmanın yanı sıra iyi bir sosyalleşme aracı, takım çalışması yeteneğinin kazanılmasının yardımcı olur ve sağlıklı bir yaşama hazırlar. Üniversiteler arası spor etkinliklerine katılımı arttırıcı önlemler alınabilmeli. Yöresel üniversitenin bir sakıncası ise, öğrenci yöre dışına hiç çıkmadan evrensel niteliğe sahip olması beklenen üniversite eğitimini de aynı yörede tamamlamasıdır. Bu sakıncayı azaltmak üzere, üniversiteler arası ve böylece bölgeler arası ne kadar spor ve sanat etkinlik alışverişi olursa o kadar iyidir. Sanata ilgi ve sevgi yapılacak etkinliklerle artırılmalı. Sanat etkinliği içinde yer alan müzik, resim ve yazın gibi alanlar gençlere sevdirilmeli ve katılımları özendirilmeli. Burada evrensel müzik içinde yer alan klasik Batı müziği öne çıkarılmalı. Üniversitenin diğer vazgeçilmez birimi ise kütüphanesidir. Yüklü para gerektirdiği için kütüphane kurmak ve zenginleştirmek hiç de kolay değil. Zaten toplumumuzda fazla yaygın olmayan kitap okuma alışkanlığı gençlerin internet kullanım alışkanlığıyla da azaldı. Üniversiteli gençler hem bireysel kararlılıklarıyla ve hem de toplumca daha fazla kitap okumaya teşvik edilmeli. O genç yaşta ne kadar fazla ufuk açıcı kitap okunursa o kadar kişiliği geliştirici katkısı olacaktır. İnternet kullanımına biraz yakından bakmakta yarar var. Gençler arasında internet en fazla oyun için kullanılmakta. Ancak internet dünyayı avuç içine getiren mucizevi bir araçtır. Daha fazla bilgi için yararlanılması özendirilmeli. İnternette derslere, ödevlere ve bilimsel çalışmalara destek bulunur. İnternet aracılığıyla diğer üniversitelerin kütüphanelerinden yararlanma sağlanabiliyor. Yani, internet ile çalışma ortamı dünya kütüphanesine dönüşmekte. Gençler, üniversite öğrenimleri boyunca bir hobi edinmeye özendirilmeli. Hobi, sosyalleşme aracı olduğu gibi kişiliği olumlu yönde geliştirici katkı yapar. Hobi etkinliği için de internet sonsuz seçenekler sunar. Üniversite ayrıca, özgür düşünme, tartışma ve bilimsel düşünce üretme ortamıdır. Eleştirel düşünme sistematiği; gözlemsel (ya da deneysel) kanıt, akıl yürütme ve kuşkulu olma döngüsü üzerine kuruludur. Bu olabildiğince nesnel döngü içinde; kişisel duygu, inanç ya da yazgıya inanma gibi öznellikler yer almaz. Nesnellik ve nedensellik öne çıkmalı. Nedensellik bize, olayları nedensonuç kurgusu içinde irdeleme olanağı ve böylece zamanın akış yönünü sağlar: Geçmiş ve şimdi geleceği etkiler, ancak gelecek geçmişi ya da içinde bulunduğumuz anı etkilemez. Örneğin nedensellikle yazgıya inanma, birbirleriyle çeliştikleri için, bir arada bulunamaz. Yanılgıya düşmemek ya da onu aşmak için sorgulayıcı ve kuşkulu olunmalı. Kuşkulu olma, düzeltmeyi ve doğruya yönelmeyi sağlamaktadır. Üniversite, toplumun çağdaş uygarlık düzeyine gelmesinde dinamo görevi görür. Uzun erimde üniversite ve kent birbirini etkilemeli, bireyde sağladığı olumlu dönüşümü o kentin toplumunda da sağlayabilmeli. Aradan birkaç nesil geçtikten sonra o toplumda beklenen evrensel değerlere bakış açısında hiç değişim olmamışsa o toplum, dinamik niteliğini yitirmiş ve durağanlaşmış demektir. Başka bir ifadeyle o kent ‘üniversite kenti’ olamamıştır. “Gerçekleştirdikleri çoklu kolbacak ve yüz aktarımı ile gündeme oturan tıp emekçilerinin hiçbir şekilde karşılıklandırılamayacak emeklerine saygıyla! Bu başarı aklın, bilimin, bilginin ve o bilgiyi becerileriyle donatanlarındır!” Ceyhun Balcı D ünyada ilklerin altına imza atan saygıdeğer meslektaşlarımız bizlere bir başka konuda daha önemli şeyler öğrettiler. Başbakan’ın geçirdiği cerrahi girişimlerle gündeme gelen, yüz ve kolbacak aktarımlarıyla gündemdeki yeri pekişen gerçekliktir “yasaklı hekimler”. Çok ilginç bir durum değil mi? Hekim nasıl olur da yasaklı olur? Hem de 1219 sayılı “Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcrasına” ilişkin yasa yerli yerinde dururken. Yasaya da adını verdiği gibi hekimlik esnaflık ya da zanaatkârlık gibi başkaca etkinliklerle özdeş tutulamaz. Hekimlik sözcüğün tam anlamıyla Sanat’tır! Yeri ve zamanı da yoktur; 7/24 gerçekleştirilen bir uğraştır. Uygulama mekânı da her yerdir! Vapur, tren, sokak, cadde, stadyum, hastane, muayenehane ve benzeri mekânlar akla ilk gelen “her yer” örnekleridir. Dünya ölçeğinde ses getiren cerrahi girişimlerin gerçekleştirilmesi gözden kaçırılmaması gereken “özel izin” ile mümkün olabilmiştir. Konumuzla ilgili gibi görünmeyen bir taze haberi okuyalım! “100 Cerraha Ameliyat Yasağı Geldi İddiası” www.hurriyet.com.tr/izmir/19994473.asp Az önce her türlü övgüye değer bulduğumuz cerrahi girişimleri gerçekleştiren cerrahlar da (en azından bir bölümü) yasaklıydı. Olağan koşullar altında çalıştıkları üniversite hastanesinde cerrahi girişim gibi öğretici işlemleri gerçekleştiremezlerdi. Özel izin ile gerçekleştirebildiler. Neden verildi bu özel izinler? Dikkat edilirse eğer, dünya ölçeğinde ses getiren önemli tıp olaylarının Sağlık Bakanlığı’nca bir tanıtım ve reklam aracı olarak kullanıldığı fark edilecektir. İki lafın başında Sağlık Bakanlığı güzellemeleri dikkatten kaçmamaktadır bugünlerde. Meğer, bu işle rin gerçekleştirilmesi Sağlık Bakanlığı’nın düzenlemeleri ile mümkün olabilmiş! 663 sayılı KHK ile icracılığı resmen ortadan kaldırılan düzenleyicilik, eşgüdüm sağlama ve yaptırma (yapma değil) gibi yeni görevlerle donatılan Sağlık Bakanlığı’nın bu kadarıyla da görevli olduğu ve bunların doğallıkla gerçekleştirmesi gereken ödevler olduğu her nedense görmezden geliniyor. İzmir’deki yasaklı cerrahlara dönecek olursak; onların suçu nedir? Her fırsatta hasta odaklı olmakla övünç duyan yetkililerin gözünde o yasaklı cerrahların hastaları da hasta değil midir? Onların hasta hakları yok mudur? Onlar hekimlerini seçme hakkından yoksun mudur? İlklerin kenti İzmir işgalciye ilk kurşunu sıkmasıyla, işgalciyi son neferine değin denize dökmesiyle bilinir. İzmir kenti bir ilk sıfatına daha sahip olmuştur “yasaklı cerrahlar” olgusuyla. Ama bu hiç de övünülecek gibi bir sıfat değildir. 26 Ağustos tarihli Tam Gün KHK’si geçen 5 ay içinde kevgire dönmüştür. KHK içeriğinde bulunmayan ve İzmir’e özgü buluşlarla bezenen uygulamalar artık hayal gücümüzün sınırlarını zorlayacak boyutlara erişmiştir. Yetkililerin yarın karşımıza nasıl bir yenilikçi buluşla çıkacağını artık kestiremez durumdayız. Yeri geldiğinde hasta haklarını da hiçe sayan anlayışın bu yaklaşımını nereye sığdırdığı konusunda da bir çift söz etmekte yarar var! “Çoğulcu” değil ama “çoğunlukçu” anlayış bu gizemli durumun da açıklayıcısıdır. “Sağlıkta Dönüşüm” ile estirilen “özgürlükçü sağlık” algısı son aylarda kendini gösteren uygulamalarla yerini “yasaklayıcı sağlık” anlayışına bırakmıştır! Bu saygısız, özensiz, hoyrat ve hukuk tanımaz anlayışa karşı elimizdeki tek aygıt Mücadele’dir! Bu aygıtı iyi kullanmamız “Olmak ya da olmamak” savaşımımızda yaşamsal öneme sahiptir. DÜN YA GÖS TER GEL ER İ Liderlerin iktidar merakı Ortadoğu liderlerinin en önemli özelliği koltuklarını bırakmaya yanaşmamalarıdır. Bu bölgede iktidarda kalma süresi ortalama 8 yıldır. Ortadoğu ülkelerini ortalama 7 yıl ile Afrika ülkeleri izliyor. Askeri darbelerin anavatanı olan Güney Amerika şu anda daha demokratik bir döneme geçmiş bulunuyor. Son yıllarda burada liderlerin 4 yılda bir değiştiği izleniyor. En sık lider değiştiren bölge Avrupa. Bunun en önemli nedeni genel olarak başbakanların başkanlardan daha fazla olması. Bu çalışmada iktidar sürelerinden çok bireyler üzerine odaklanıldığı için Rusya’da Vladimir Putin gibi başbakanlık ve başkanlık arasında gidip gelen liderler, koltuklarında en uzun süre kalan liderler sınıfına dahil ediliyor. CBT 1304/ 19 16 Mart 2012
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle