Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
HUKUK POLİTİKASI “Sorgulan(a)mayan Kalıplar” niçin zararlıdır? Tınaz Titiz, tinaztitiz@gmail.com Hayrettin Ökçesiz okcesizhayrettin@gmail.com http://okcesizhayrettin.blogspot.com Gerek okul gerekse toplumun diğer kesitlerindeki “sorgulanmayan ya da sorgulanamayan (ezber sözcüğünün gerçek anlamı) kalıplar” hakkında son günlerde yaptığımız bir çalışma, önemli bir gerçeği ortaya çıkardı. Kalıpların kendileri değil sorgulan(a)mamaları zararlıdır! 1994 yılında Ezbere Hayır! kampanyasıyla gündeme gelen ezber kavramı giderek kastedilenden farklı bir anlam kazandı. Öyle ki, sanki belleğe yerleştirilen (ezber) bir kalıbın ne olursa olsun zararlı olduğu anlayışı yaygınlaştı. Öğretmenler, ezber yaptırmadıkları konusunu bir övünç aracı olarak kullanmaya başladılar; Milli Eğitim dahi ezbersiz eğitim deyimini kullanmaya başladı. Bu nedenle bir defa daha, birkaç terimin açıklanarak tanım kargaşasına bir son verilmeye çalışılacak: * Bellemek: Bir bilginin bellek’te (hafıza) tutulması. (örn. önemli telefon numaraları, çarpım tablosu, yabancı dilde sözcükler, formüller vs), * Kalıp: Yaşamda sık kullanıldığı için kolay hatırlamaya yardımcı olmak üzere birer sabit söylem haline getirilmiş söz dizisi (örn. üçgenin iç açılarının toplamı, suyun elektriği iletmediği, paydaları eşit olmayan kesirlerin paydalarını eşitlemek için birbiriyle çarpılacağı, suyun sıfır derecede donduğu vs). * Ezber: 2 ayrı anlamı var.. 1. Gerçek anlamı: Sorgulanamazlık, sorgulamaya konu olamayan, dolayısıyla da herhangi bir koşula tabi olmayan, koşulsuz doğru. 2. Anlam kayması yoluyla zaman içinde kazandığı anlam: Bellemek * Ezbere Hayır! projesi, ezber’in bunlardan birincisine (sorgulanamazlığa) yönelik olup, Sorgulanamazlığa Hayır! biçiminde anlaşılmalıdır. * Kalıplar yararlı mı zararlı mı? Kalıplar koşulsuz olarak kullanılırsa zararlı, koşulları hatırda tutularak kullanılırsa yararlıdır. (Örn. “su sıfır derecede donar” kalıbı bu şekilde ileri sürülür ise yanlışa yönlendirebilirken; “tuz içermeyen su, normal basınç koşullarında sıfır de recede donar“ şeklinde koşullu olarak belirtilirse daha doğru olur) * Koşulsuz kalıplar niçin zararlıdır? Koşulsuz kalıplar soru sormanın önünü keser. Koşullu kalıplar ise, o koşulların dışında ne olup bittiğini sormayı özendireceği için merakı tahrik eder. Merak ise her şeyin temelidir. (Örn. “Suyu normal basınç koşullarının dışında daha yüksek veya daha düşük sıcaklıklarda dondurmak nasıl mümkün olur? sorusu, koşullu kalıp nedeniyle akla gelir. Bu ise birçok yeniliğin önünü açar) * Koşullar sorgulama yoluyla ortaya çıkarılır: Koşulsuz olarak önümüze konulanlar bir kalıp sorgulamaya kapalı olsa da, sorulacak her soru, bu kalıbın daha işlevsel hale gelmesine, bu kalıptan yeni bilgiler üretilebilmesine yol açar. * Peki sorgulanabilen ya da sorgulamaya kapalı ezber kalıpların hepsi doğru mudur? Hayır, kalıpların doğruluğu ya da yanlışlığı, koşullu ya da koşulsuz olmanın dışında da sorgulanabilmelidir. Örneğin, “Yılanın başı küçükken ezilmelidir” kalıbı muhtemelen “sorunlar büyümeden çözülmelidir” ya da “kötülükler dal budak sarmadan önlenmelidir” anlamında söylenmişse de, zamanla doğanın en yararlı yaratıkları olan yılanların “zararlı oldukları ve her görüldüğü yerde kafalarının ezilmesi gerektiği” gibi son derece vahşiyane ve tabii yanlış bir ifadeye dönüşmüştür. Görüldüğü gibi bu kalıp da şu sorularla sorgulanabilseydi bu zararlı ve yaygın sonuç ortaya çıkmayabilecekti: •Yılanlar niçin öldürülmelidir? •Yılan zararlı ise doğada niye vardır? •Yılanın faydaları neler olabilir? •Yılanlar insanlara zarar verir mi? •Ne zaman zarar verirler? •Yılan ya da herhangi bir hayvanın zarar vermemesi için ne yapmak gerekir? •Bir yılanın gözlerine hiç baktınız mı? •En zararlı hayvan hangisidir? (cevabı basit olsa da sorulması iyi olur) Sonuç: Ezber kalıpların zararlı oldukları gibi bir kanı doğru değildir. Zararlı olan, herhangi bir yargıyı koşulsuz, mutlak olarak niteleyerek, hakkında soru sormanın önünü kesmektir. Sevgili Balbay zindan yazılarına bu adı koymuş. Bu gülümseme acı bir gülümsemedir! Başka neler direnmektir, bir bakalım mı? Düşünmek direnmektir. Özgürlük direnmektir. Hukukun özü direnmektir. İnsanın özü direnmektir. Sevmek direnmektir. İnanmak direnmektir. Umut direnmektir. Acımak direnmektir. Yedi erdemin yedisi de direnmektir. Cesaret direnmektir. Bilgelik direnmektir. Ölçülülük direnmektir. Adalet direnmektir. İçtenlik direnmektir. Kardeşlik direnmektir. Aydınlık direnmektir. Coşku direnmektir. Sevinç direnmektir. Nazım direnmektir. Neruda direnmektir. Lorca direnmektir. Dağlarca direnmektir. Atatürk direnmektir. Üniversite direnmektir. Her Bahar direnmektir ilkiyle, sonuyla… Bunca şey direnmekse, direnmek de onca şeydir. En başta gülümsemektir, acı da olsa. Direnmek başka nedir, bir bakalım mı? Direnmek düşünmektir. Direnmek özgürlüktür. Direnmek hukukun özüdür. Direnmek insanın özüdür. Direnmek sevmektir. Direnmek inanmaktır. Direnmek acımaktır. Direnmek erdemdir, yedisi birden. Direnmek cesarettir. Direnmek bilgeliktir. Direnmek adalettir. Direnmek ölçüdür. Direnmek içtendir. Direnmek kardeşçedir. Direnmek aydınlıktır. Direnmek coşkudur. Direnmek sevinçtir. Direnmek Nazım’dır. Direnmek Neruda’dır. Direnmek Lorca’dır. Direnmek Dağlarca’dır. Direnmek Atatürk’tür. Direnmek İlkbahardır, Sonbahardır. Direnmek üniversitedir. Direnmek dirilmektir yeniden, hesap sormak için. Direnmek, zulme karşı direnmektir. Direnmek açlığa, sefalete karşı direnmektir. Direnmek alçaklığa, düşmüşlüğe karşı direnmektir. Direnmek sürüye karşı, hurafeye, safsataya karşı direnmektir. Zamana, ölüme karşı, sonsuz bir kışa direnmektir Promete’nin ateşiyle ve aşkla. Direnmek hiçbir şey uğruna satmamaktır ruhunu. Direnmek güzeldir. **** Çıktı: Afşar Timuçin, Estetikte Anlam ve Yorum. İstanbul 2011 “Gülümsemek Direnmektir” “Yaşamın Çarklarını Çevirenler“ Ömer Kuleli, Pan Yayınları, Bilim dizisi Ömer Kuleli hep merak edip durdu yaşamın çarklarını kimin, nasıl çevirdiğini. Çocukken çarkları babasının döndürdüğünü sandı. Sonra babanın o büyük yerini çevresindeki dayılar, öğretmenler, başbakanlar aldılar, birlikte yazarın çarklarını ya hızlandırdılar ya da yavaşlattılar. Yazar yaşamın nasıl sürdüğünü merak etmeyi sürdürdükçe kömürdü, petroldü, rüzgârdı.. derken güneşe ulaştı öğrendikleri; güneşin bizi nasıl yaşattığını anlar gibi oldu.. ama bir de onsuz yapamadığımız su var, hava var.. Hâlâ öğrenemedi suyun nasıl olduğunu. Hidrojenle oksijenin sonsuz aşkının nasıl başladığı ona hep Kerem ve Aslı’dan daha çekici geliyor. Suyun varlığının etrafında dönüp duran ilişkilerçelişkiler yazarı hep şaşırtıyor: “Yukarıdan bakıyorsun dünyanın çoğu su, yakından bakıyorsun kendi vücudunun yarısından çoğu su. Susuz yaşayamıyoruz. Yedi milyar nüfusa suyu bulmakta da çok zorlanıyoruz. Her tarafta su var.. ama herkese su yok! “Su, değerini bize kanıtlamak istercesine kimi zaman aç bı CBT 1304/15 16 Mart 2012 rakıyor bizi, gücünü göstermek isteyince de boğuyor. Ya suyun içindeki enerji? Güneşten gelip bizi yaşatan, ama kimi zaman da öldüren enerjiye ne demeli? Enerji suyu dünyada yürütüp duruyor durmaksızın, dağlardan denizlere, damarlardan beynimize; köklerden yapraklara. Enerjiyi gemiyi götürürken, kimyasal tepkimelerin yanı başında, buhar türbinlerini çevirirken görüyoruz ve somut olarak algılayabiliyoruz. Ama vücudumuzun iç sıvıları kanallardaki tıkanıklıkları, enerji yetersizliğinden aşamayıp gereken yerlere gidemediklerinde, besinler, mineraller gerekli organlara taşınamadığında buradaki enerjisu işlevlerini algılamamız çok zor, kısaca “hastayım” deyip geçiyoruz. “Enerjim bitti, suyum azaldı” diyeni gören var mı? Su ve enerji, hep yan yana, hep işbaşında. Bu ikilinin becerileri saymakla bitmiyor. Aralarındaki ilişkileri anlamak da, anlatmak da bitmeyecek bir çaba. Yazar kararını vermiş artık: Yaşamın çarklarını su ve enerji çeviriyor, krallar ya da başkanlar değil.. Su ve enerji ile dost olup yaşamak daha akıllı.. Ömer Kuleli, Pan Yayıncılık, Bilim dizisi, 134 sayfa, Mart 2012