01 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Anadolu’da evcilleştirmeden ehlileşmeye Yabani canlıların evcilleştirilmesi insanlık tarihinin en önemli aşamalarından birisidir. Evcilleştirme öncesinde insanların ataları, avcılık yaparak ve meyve toplayarak, öncelikle gıda olmak üzere yaşam ihtiyaçlarını sağlamaya çalışıyorlardı. Bu beslenme uğraşısı insanın zamanının, enerjisinin ve aklının çok büyük bir kısmını işgal eden, neredeyse başka hiçbir konuya yoğunlaşmasına fırsat bırakmayan, zorlu bir süreçti. Prof.Dr. Alper Yılmaz, İstanbul Üni. Veteriner Fak. Zootekni A.D. Öğretim Üyesi, [email protected] ihayet, günümüzden 10000 yıl önce başlayıp 5000 yıl öncesine kadar uzanan Neolitik Devirde (yani Taş Devri’nde) insan, bitkilerin ve hayvanların evcilleştirilmesi aşamasına ulaşmıştır. Bitkileri (özellikle tahılları) kontrol altında yetiştirmesi insanlara, her an elinin altında bulundurabileceği, depolayabileceği güvenilir bir gıda kaynağına kavuşması olanağını sağlamıştır. Yine, gıda elde e t m e k amacıyla yetiştirilen başlıca çiftlik hayvanlarından, sırasıyla keçi, koyun, sığır ve domuz gibi türlerin günümüzden 7000 ila 5000 yıl kadar önce evcilleştirilmesi, insanlara avlanarak elde edebileceğinden çok daha fazla ve garantili bir hayvansal protein kaynağı sunmuştur. Bu sayılan çiftlik hayvanlarının evcilleştirilmesi süreci, çok büyük oranda güneybatı Asya’da, verimli hilal diye ifade edilen bölgede gerçekleşmiştir. Arkeolojik bulgular, bu hayvan türlerinde evcilleştirmenin, Anadolu’nun da yer aldığı bu coğrafi bölgede gerçekleştiğini destekler niteliktedir (Yalçın, 1981). Evcilleştirmenin gerçekleşmesi, insanın elinin altında, nispeten daha kolay ulaşabileceği gıda kaynaklarını oluşturması, kendi zamanını, enerjisini, aklını beslenmeden farklı alanlara kaydırabilmesine olanak sağlamıştır. Bu durum, uygarlığın, bilimin ve sanatın gelişmesine destek olmuştur. Evcilleştirme ve sonrasında ürün verimliliğini geliştiren yetiştirme ve ıslah yöntemleri olmasaydı insanlığın bugünkü uygarlık düzeyine ulaşması beklenemezdi. Atın evcilleştirilmesinin de orta ve güney Asya’da geryi bilmez. Vah zavallı vah!” nidalarıyla bütün ülkeye afişe edilebilmekte, bakandan direkt uyarı telefonları gelebilmektedir. Geçmişte YÖK’ün kaldırılmasını isteyenler, YÖK’e ve üniversite yönetimlerine istedikleri kadroları yerleştirdikten sonra bunu hiç gündeme dahi getirmemektedir. Üzerinde bu baskılar varken üniversite öğretim üyelerinin bireysel olarak çıkıp konuşması gerçekten zordur. Üniversiteden niye ses çıkmıyor sorusunun cevabı burada aranmalıdır. Bu noktada öğretim üyelerinin seslerini duyurmalarına imkân sağlayacak, örgütlü demokratik yapılara ihtiyaç olduğu bir gerçektir. Göçerlik anlayışından kurtulamamış, aydınlanmanın ışığından yeterince nasibini alamamış toplum için bilimin yol göstericiliğinden ziyade, inancın müeyyidelerini yerine getirmeyenin cehennemde yanacağının kesin oluşu daha etkili olmaktadır (Güvenç, 2011). Toplum koyunlaştırılmaya çalışılmaktadır ve bunun nedenleri mevcuttur. Toplumu dinsel bir yapıya dönüştürme çabaları ile beraber kapıların sömürüye sonuna kadar açılması, bir gün ulusal bağımsızlığımızı tümden tehdit eder konuma gelebilecektir. O gün Türk insanında gem vurulamayacak ölçüde yer etmiş ve Atatürk’ün “Bağımsızlık benim karakterimdir” sözünde somutlaşan bağımsızlık refleksi kendini gösterecek ve gerekirse yeni Kurtuluş Savaşları kazanılacaktır. Atatürk ve onun bağımsızlık karakteri bu milletin kök hücrelerinde mevcuttur ve çıkarmaya hiç kimsenin gücü yetmeyecektir. Türk toplumunun bu özelliğinin ayırdında olmayarak, küçük hesaplara girenler var. Hemen güçlüden, çıkarından yana tavır alan, uyum sağlayan, ehlileşen, boyunduruğa girenler mevcut. Bunun yanında korkuyla sinen, özgürlüğünü, birikimlerini kaybetmekten ürken, gelecekten umudunu kesen, oturduğu yerden kendi kendine söylenen ama direnç gösteremeyen çok geniş bir kesim de var. Bu kesim için en iyi çözüm, geriye kalan, sinmemiş demokratik örgütlü yapılar içerisinde yer alarak direnci arttırmak, toplumu bilinçlendirmek, Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyeti korumak, yaşatmak için sesini yükseltmektir. Gelecekte çocuklarımızın gözünün içine onurlu bir şekilde bakarak, bilimi ve bağımsızlık karakterini ülkemde yaşatmak için direndim diyebilmek için bugün, dik durmayı başarmak, ehlileşmemek gerekmektedir. Kaynaklar: Güvenç, B. (2011): İnanç, Akıl ve Bilim Eğitimi. TÜBA Günce, sayı 42, sayfa 24. Kuban, D. (2012): Geç Göçerin Yerleşik Uygarlığa Geçmesinin Bedeli. Cumhuriyet Bilim Teknoloji, sayı 1294, sayfa 2. Yalçın, B.C. (1981): Genel Zootekni. İstanbul Üni. Veteriner Fak. Yayınları, No:1, İstanbul. N çekleştirildiği bilinmektedir. At, çok önemli bir sürat ve güç kaynağı olarak insanlığa hizmet etmiştir. Atın sağladığı bu olanaklar ancak buhar makinesinin ve motorun keşfinden sonra önemini kaybetmeye başlamıştır. Atın sağladığı sürat ve güç ve bunları kullanma becerisi Türk atlı göçerin savaşlarda üstünlüğünü sağlayan en önemli kaynaklardan biri olmuştur. Evcil hayvanların sürekli beslenmelerine uygun otlaklar sağlanması mecburiyeti de göçerliğin azalmakla beraber halen süren en önemli nedenlerindendir. Göçerlikten yerleşik düzene geçme sürecinin uzaması bir uygarlık yaratmanın, geliştirmenin önündeki önemli engellerden biri olarak durmaktadır. Osmanlı döneminde göçerlikten yerleşik düzene geçmeye başlayan toplum, Batıyla arasına örülen duvarlar, buna bağlı olarak matbaanın dahi ülkeye çok geç getirilmesi gibi nedenlerle bilim ve teknolojide ilerleme sürecine geçmeyi başaramadı. Benzer yazgıyı yaşayan bizim dışımızdaki bütün İslam ülkeleri sömürge olmaktan kurtulamadı (Kuban, 2012). Anadolu’da ise Mustafa Kemal ve arkadaşları, bağımsız bir Türkiye Cumhuriyeti kurmayı başardı. Onların direnci karşısında, değil bugün yine türemekte olan içerideki işbirlikçiler, bütün emperyalist dünya diz çökmüştür. Ve onlar, kurdukları Cumhuriyeti “Gençliğe Hitabe” ile “Hayatta en hakiki yol gösterici bilimdir, fendir” sözü ile yolunu çizdikleri, oluşacak olan “Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” nesillere emanet ettiler. Ancak en hakiki yol gösterici olan bilimin, göçerlik anlayışından kendini kurtaramamış toplum için kısa vadede kendini ortaya koyacak bir yaptırımı bulunmamaktadır. Oysa bilimi, bilimsel düşünceyi takip etmeyen toplum çağdışı kalmaya, geri kalmaya ve sonunda bir biçimde sömürge olmaya mahkumdur. Olur olmaz yerde, beğenmediği üniversite rektörlerini değerlendirirken dahi kullanılan “iki koyun güdemez” ifadesinde de kurtulunamayan göçerlik zihniyetinin izleri olsa gerek. Aynı zihniyet, her şekilde kendini ifade edebilen “Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” nesiller yerine “dindar bir nesil” yetiştirmeyi hedef olarak ortaya koyabilmektedir. Gördüğü doğruları ifade etmeye çalışan öğretim üyeleri “Haberin var mı Hoca? Önünde prof. olan her şe 24 yol üzerine 1302. sayısında CBT’de “2012 yılında daha zeki olmanın 24 yolu” başlıklı yazının yan tarafında “işte yapacaklarınız” başlığı altında bir liste yayımladınız. Bana çok tehlikeli gelen 3 maddeyi paylaşmak istedim: 1 Haberleri ElCezire’den Alın: Yeni fikirlere açık olun.. ABD’de yapılan bir araştırmaya göre haberleri El Cezire’den alan insanların, BBC ve CNN izleyenlere oranla çok daha açık fikirli olduklarını ortaya konmuş. 2 Yüzünüzdeki gülücüğü yok edin: Deneyler kaş çatma gibi basit bir eylemin insanın düşüncelerinde daha kuşkucu ve CBT 1304/ 18 16 Mart 2012 analitik bir tavır takınmasına yol açtığını gösteriyor. 3 Şiddet içerikli video oyunları oynayın: Araştırmalar video oyunlarının tepkileri hızlandırdığını, çok sayıda görev üstlenme yeteneğini geliştirdiğini ve zorlu bir görevin ardından düşmanca duyguları yok ettiğini ortaya koyuyor. El Cezire, son Libya, Suriye olayları ile “ABD lehine her türlü yalan habercilik”maharetini ortaya koymuş ve yalanları defalarca ortaya çıkarılarak özür dilemek zorunda kalmış bir yayın kurumudur ki bu tutumunu baştan beri sergilemektedir.. Bunun yanına bir de asık yüz, şiddet vs.. önermesi, ABD sapkınlığının bize bulaştırılması için iyi bir yol daha keşfetmişler.. Fizik Yüksek Mühendisliği’ nasıl doğdu? ‘F Anıları önünde saygıyla eğildiğim fizik hocalarımız Prof. Dr. Rauf Nasuhoğlu ve Prof. Dr. Fahri Domaniç’ten dinlemiştim: Ankara Fen Fakültesinin Kimya Y.Mühendisliği bölümü 1950’lerin ortalarında yoğun ilgi görürken ve birçok öğrencinin başvurusu geri çevrilirken, fizik bölümüne başvuru sayısı çok azdı. Fizik dersleri 35 öğrenciyle ancak yapılabiliyor, bazen hastalık ve diğer nedenlerle onlar da gelemeyince, profesör biraz bekledikten sonra sınıftan ayrılıyordu. Fizik bölümüne ilgi çekmek için profesörler düşünüyorlar ve ‘kimya mühendisi olunuyor da fizik mühendisi neden olunmasın?’ diyerek, 4 yıllık fizik lisansını, diploma çalışması ve yüksek fizik dersleriyle birlikte 1 yıl uzatarak Fizik Y.Mühendisliği bölümünü kuruyorlar. Ondan sonra gerçekten de ilgi artıyor ve öğrenci sayısı laboratuvar aletleri sınırlamasıyla her yıl 3040 kişiye yükseliyor. Nedeni ise açık: ‘Yüksek Mühendis’ diploması, gerek devlet kurumlarında gerekse şirketlerde iş bulma olanağını arttırdığı gibi daha iyi bir pozisyon ve aylık sağlayabiliyor. Hocalar da bu arada öğrencisiz kalmadığından fizik bölümünün kapatılma tehlikesi de kalmıyor! Acaba daha da ileri gidilerek son yıllarda görülen Matematik Mühendisliği de böyle mi kuruldu dersiniz? Nilgün Çerikçioğlu, [email protected] Yüksel Atakan, Radyasyon Fizikçisi, Dr., (Fizik Y.Müh.), [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle