24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

POLİTİK BİLİM Aykut Göker http:/www.ınovasyon.org;hagoker@ttmail.com Sevgili bilişimciler; ülkemin seçkin beyinleri: İçinizde o kadar çok tanıdığım, saygı duyduğum, sevdiğim insan var ki... Ama bugün sözüm, biraz da sizleredir... “İlk Milli Türk Tankı”mı? Biraz Bilgi ve Vefa!... Dr. Serdar Şahinkaya (*) Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi. Serdar.Sahinkaya@kalkinma.com.tr> CBT 1341/ 8 30 Kasım 2012 Okuyunca yine şaşırıp kaldım. T.C. Kalkınma Bakanlığı Bilgi Toplumu Dairesi Başkanlığı, “Bilgi Toplumu Stratejisinin Yenilenmesine İlişkin Hizmet Alımı İşi” ihalesini tamamlamış ve ihaleyi kazanan yabancı kökenli bir danışmanlık firması ile bakanlık arasında 12 Kasım 2012 tarihinde sözleşme imzalanmış! Başbakanı Allah’ın günü esip gürleyen, İsrail’den ABD’ye, Avrupa Birliği’nden Birleşmiş Milletler’e varıncaya dek bütün dünyaya kafa tutan bir ülke, bilgi toplumu stratejisini bir yabancı firmaya yeniletiyor! Demek böyle bir stratejimiz vardı ki, yeniletecekler. Böyle bir stratejimiz olduğuna göre, bilgi toplumunun nasıl bir toplum olduğunun da muhakkak, farkındadırlar. Herhalde o stratejide bilgi toplumunun, hazır bulduğu bilgiyi kullanabilme becerisinin ötesinde bilginin kendisini de üreten, üretebilen bir toplum olduğu da yazıyordur. Başkalarının açık ettiği bilgilere (enformasyona / malumata) iletişim ağları ve bilgisayarlar yardımıyla erişebilmenin artık marifet olmaktan çıktığı; asıl marifetin başkalarının da sizden almaya çalışacakları bilgiler üretmek olduğu da orada yazıyordur. Asıl bilgi toplumunun, elde ettiği ekonomik ve toplumsal zenginlikleri, bireylerinin refah ve mutluluğunu, savunma gücünü, kendisinin de üretebildiği bilgilere dayandıran toplum olduğu da o yazılanlardan anlaşılıyordur. Bilgiyi üretebilen toplum, doğa bilimlerine, felsefeye, sanata, toplum bilimlerine, beşeri bilimlere, mühendislik bilimlerine ve teknolojiye egemen olan toplumdur. Bu alanlarda belirli bir bilgi ve deneyim birikimine erişmiş; bu alanlarda eser verebilen, birikimini geliştirebilen ve insanlığın kültür mirasına katkıda bulunabilen bir toplum olmadan bilgi toplumu olunamayacağını, bilmem, ayrıca söylemeye gerek var mı? Eski strateji her ne ise, toplum olarak bizi pek parlak bir noktaya getiremedi ya da biz o stratejiyi iyi uygulayamadık ki, ne bilimde, ne teknolojide, ne de üretimde, pek iç açıcı bir noktada değiliz. Kısa bir süre önce de yazdım; bilim ve teknolojideki gelişmeleri belirleyen ya da önemli ölçüde etkileyen ülkeler arasında değiliz. Üretimde dünya pazarlarında dişe dokunur bir paya sahip olamadık. Onun için de dünya nimetlerinden bize düşen pay çok az. Demek şimdi o stratejiyi yeniletecekler. Ve saydığımız yetenekleri toplumumuzun nasıl kazanabileceğini, oturup yabancılar yazacak! Şimdiye dek şunu yap[a]madınız; şimdi şunu yapın ki beceriniz artsın ve gezegenimizde kurulu ‘kurtlar sofrasından’ siz de daha fazla nemalanın, diyecekler! Kendi elleriyle, kendi paylarını bizim lehimize azaltmanın yol ve yordamını gösterecekler! Hiç kuşkum yok, ihaleyi açanlar dürüst insanlardır; ne yapıp edip bize dürüst davranacak, müstesna bir firma seçmişlerdir. Eğer öyleyse, o firmanın yazacağı stratejinin birkaç satırı geçmemesi gerekir. Çünkü gerçekten dürüst bir firma şunu yazacaktır: ‘Siz bugüne dek, zekâ derecesi yüksek gençlerinizden önemli bir bölümünü üniversitelerinizin elektronik mühendisliği ve bilgisayar mühendisliği bölümlerine gönderdiniz. Onların da önemli bir bölümüne doktora yaptırdınız. Tuttunuz, o beyinlerin de çoğunu, kendiniz yardıma muhtaçken, ABD gibi zengin ülkelere hibe ettiniz. Bakın bir de o parlak beyinler, yeteneklerini bu ülkede kullanabilmek, toplumlarına yararlı olabilmek için defalarca size, uygulayasınız ve daha fazla beyin, zaman, kaynak kaybetmeyesiniz diye, oturup ulusal stratejiler de tasarladılar; uygulamadınız. Şimdi bize para verip ulusal stratejinizi yazdırıyorsunuz. Bilgi toplumu olabilmek için önce asgari ölçüde de olsa akıl gereklidir. Bu ise sizde yok. Onun için hepinize geçmiş olsun. Saygılarımızla...’ Stratejisini Yabancıların Belirlediği Ülke! G eçen hafta gazeteler, televizyonlar birlikte bir güzel haberi paylaşıyorlardı. Türkiye, ilk milli tankını yapmıştı. Dört yıl önce Temmuz 2008’de imzalanan sözleşme ile başlatılan proje hayata geçmiş ve ilk örnekleri, Koç Topluluğu Şirketi Otokar’ın ana yükleniciliğinde hazırlanmış ve görücüye çıkmıştı. Bu gerçekten gözden kaçırılmaması gereken önemli bir aşama. Kutlamak gerekiyor. Edinilen bilgilere göre, ismini Kurtuluş Savaşı’nda 5. Süvari Kolordusu’nu komuta eden Fahrettin Altay’dan alan milli tank ile Türkiye bu alan da dışa bağımlılıktan kurtulacak ve Altay’ın tüm tasarım ve fikri mülkiyet haklarına sahip olacakmış. Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel’in de katıldığı törende Başbakan, Osmanlı İmparatorluğu döneminde de özellikle beşeri yeterlilik ve donanım açısından çok güçlü bir ordu olduğunu vurguladığı konuşmasına, şöyle devam ediyor: “Osmanlı coğrafyasının her köyünden, hiç tereddüt etmeden savaşmaya koşan kahramanlarımız, yiğit Mehmetçiklerimiz vardı. Savaştıkları her cephede destan yazan komutanlarımız, zabitlerimiz, subaylarımız vardı. Ama bu ordu, özellikle Osmanlı‘nın son dönemlerinde lojistik konusunda, teçhizat konusunda gerçekten çok büyük sıkıntılar içerisindeydi” Konuşmasının sonuna doğru da “…, 2002 yılına kadar tam 81 yıl geçti. Bu 81 yıl boyunca, savunma sanayinde gerekli adımların neden atılmadığını, gerekli yatırımların neden yapılmadığını sorgulamak zorundayız. Gazi Mustafa Kemal’in başlattığı o girişimlerin neden akamete uğradığını, Türkiye’nin kendi silahını, uçağını, helikopterini, tankını, gemisini yapmaktan neden uzak kaldığını ya da neden uzak tutulduğunu detaylı şekilde sorgulamak zorundayız. Eğer bunu sorgulamazsak işte şu son 10 yılda attığımız devasa adımları geleceğe taşıyamayız.” demektedir. Hadi gelin biz de biraz daha yakından bakalım ve sorgulayalım. Efendim, Cumhuriyetin 1930 yıllarda başlattığı iddialı sanayileşme hedeflerini yürüten bir sihirli denklemden bahsetmenin yeridir. O denklemi, Sanayileşme + Demiryolları = Devletçilik şeklinde yazabiliriz. Bu denklem dâhilinde kurgulanan “Türkiye sanayileşmek mecburiyetindedir” stratejik BİRAZ BİLGİ BİRAZ VEFA tercihi ile oldukça ciddi mesafeler alınmıştır. Temel stratejik sentezin yapıldığı 1932 sonrasında, bu dönemin ortalama büyüme hızı yüzde 8’e yakındır ve sanayi öncülüğündedir. O yüzdendir ki, İkinci Dünya Savaşı’nın büyük tahribatına rağmen, savaş sonunda Türkiye ekonomisi, bu yılların kuvvetli yatırım temposu sayesinde 1945 sonrasında tekrar hızla canlanabilmiştir. Kemalist Türkiye’nin bu alandaki deneyimi, ilk defa yirminci yüzyılda geri kalmış ve bağımlı bir ülkenin dış açıkları, kronik dış borçlar ve mali esareti olmadan, kendi kendine yeten bir sanayileşmeyi gerçekleştirmesinin, ütopik bir fantezi olmadığını gösterdi; başka bir deyişle, Kemalist deneyim ulusal kapitalist model içinde geri kalmışlık ve bağımlılığın üstesinden gelmenin önemli bir çabası olarak tanımlanabilir. İşte bu dönemde, 6 Ekim 1926’da Kayseri’de kurulan Tayyare ve Motor Türk Anonim Şirketi (TOMTAŞ) ve uçak fabrikası, Ankara’daki uçak üretim tesisleri, İstanbul’da Şakir Zümre’nin savunma sanayiine dönük fabrikası, Vecihi Hürkuş ve Nuri Demirağ’ın uçak üretim tesisleri ve pilot okulları….Ve Karabük Demir Çelik Fabrikası..İmalatı Harbiye’den dönüştürülen askeri fabrikaları hatırlamak gerekiyor. Bu hatırlama, öğrenme meselesi için Prof. Dr. Bilsay Kuruç Hocanın Bilgi Üniversitesi yayınları arasında çıkan ve 2011 yılı Simavi Sosyal Bilimler Ödülünü alan bir başyapıta Mustafa Kemal Döneminde Ekonomi Büyük Devletler ve Türkiye’sine göz atmak lazım gelir. Prof. Dr. Kuruç, o dönemin birinci elden tanığı, Türkiye’nin ilk metalürji mühendisi ve Kırıkkale’deki askeri fabrikalarda çalışan, yöneticilik yapan Selâhattin Şanbaşoğlu’nun anılarından hareketle kitabının 382. sayfasında İlk Milli Tank için bakın neler yazıyor: (italikler Şanbaşoğlu’nun ifadeleridir) ŞANBAŞOĞLU’nun deyişiyle “heves, gayret ve sonuç” olduğu için, bu minyatür sanayi sitesindeki ürün çeşitleri başlangıç yıllarıyla karşılaştırılamayacak derecede çoğalmaktadır. Zaten bilinmekte olan mavzer tüfeğinden yılda 40 bin adet yapılır. Top, tabanca, zırh mermisi, zırh levhası, vagon yayı, tampon yayı, kurşun yüksek fırını, akümülatör ve daha birçok ürün kabına sığmayan sanayi aklının ve çabasının ürünleridir. “1938’de tanksavar toplarının yapımı başladı. Bu, üstün teknik isteyen bir şeydir. Lisans alınmadı. Top ebadı bilerek, takliden yapıldı. Savaş başlayınca, dışarıdan artık hiçbir şey gelmedi. Umum Müdür Eyüp Paşa (DURUKAN) krom nikelli çelik gerektiren ileri top namlusu istedi. ‘Guleman’dan kromu getirdim. Maliye Bakanlığının nikelli bozuk paralarına da el koyuyorum!” dedi. Böylece, 193945 arasında 3,7’lik, sonra 5,7’lik tanksavar topu için 500 namluluk çelik çıkardık.” Bir askeri yapı içinde emir ve hedef önceliklidir. Ama, kabına sığmayan sanayi aklı kendi ken
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle