Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Elektromanyetik kirlilik ve kanser riski Bursa Nilüfer Belediyesi’nin baz istasyonları ve yüksek gerilim hatları yakınlarında yaptırdığı ölçümlerle ve yapılabilecek benzer araştırmalarla ilgili görüş ve önerilerimiz Yüksel Atakan, Dr., Radyasyon Fizikçisi, ybatakan@gmail.com B ursa Nilüfer Belediyesi’nin, Sakarya Üniversitesi elektronik bölümüne belediye bölgesinde bulunan baz istasyonları ve yüksek gerilim hatları yakınlarında ayrıntılı elektromanyetik (EM) alan şiddeti ölçümleri ve değerlendirmeleri yaptırdığını belediyenin internet sayfasından öğreniyoruz (http://cevre.nilufer.bel.tr). Her şeyden önce Nilüfer Belediyesi’ni, halkı bilgilendirmeyi ve gerekiyorsa önlemler alarak halkı korumayı amaçladığı bu çeşit ölçüm ve bilimsel değerlendirmeleri yaptırdığı için kutlar, bu çalışmaların diğer belediyelerimize de örnek olmasını dileriz. Yapılan ölçümlerle ilgili önemli bulduğumuz bazı noktaları aşağıda açıklayıp tartışmanın, hem bu çalışmalardan elde edilen sonuçların uygulanmasına ve hem de başka yerlerdeki benzer çalışmalara katkıda bulunabileceğini umuyoruz. 90 kadar baz istasyonu çevresinde yapılan ölçümler, elektriksel alan şiddeti değerlerinin, uluslararası ve ulusal sınır değerlerin çok altında kaldığını; yüksek gerilim hatları yakınlarındaki ölçümlerde ise, ilgili sınır değerlerin yer yer aşıldığı bu raporlarda yer alıyor ve bazı önlemler öneriliyor. Raporlarda açıklanmayan, özellikle ‘sınır değerlerin iki katına varan’ değerler gösteren yüksek gerilim hatları yakınlarında bulunan insanların korunmasıyla ilgili yapılabilecek çalışmaların ve alınabilecek somut önlemlerin neler olduğudur. Önlemlerin gerekip gerekmediğini ve gerekiyorsa neler olabileceğini belirleyebilmek ancak, aşırı değerler gösteren yüksek gerlim hatları çevresindeki binaların, büro, oturma ve yatak odaları gibi uzun süre kalınan bölümlerinde ayrıntılı ölçümler yapılmasıyla ortaya çıkarılabilir. Ölçümlerin yanı sıra, binalarda yaşayanların buralarda geçen süreleri gün ve saat olarak araştırılıp vücutlarının et kilendiği radyasyon dozlarının (SAR: Özgül Soğurma Hızı) hesaplanması ve gerekiyorsa gerekli koruyucu önlemler alınması ve bunların yetkililerce yaptırımı gerekir. Elektromanyetik alan şiddeti, kaynaktan uzaklaştıkça uzaklıkla ters orantılı olarak azalırken, vücuda etkide önemli olan elektromanyetik güç akısı yoğunluğu bu uzaklığın karesiyle ters orantılı olarak azaldığından, oralardaki insanlara etki çok düşeceğinden belki de önlemler gerekmeyebilir. Ancak bunun ölçümlerle ve hesaplamalarla değerlendirilmesi sonra da gerekiyorsa önlem alınması izlenecek yol olmalıdır. Bu nedenlerle bu konuda henüz yapılmadıysa yeni bir ölçüm ve değerlendirme programının başlatılması önerilir. Öte yandan gerek Sakarya Üniversitesi’nin ve gerekse Uludağ Üniversitesi’nin, yukarıdaki internet sayfasında açıklanan rapor ve sunumlarında, elektromanyetik dalgaların bilimsel olarak henüz kanıtlanamayan beyin tümörü (kanser), bağışıklık sistemi bozukluğu, uykusuzluk gibi daha bir dizi olumsuz etkilere neden olduğu, çeşitli çalışmalar kaynak gösterilerek açıklanmaktadır ki bunlar, bugün ulaşılan bilimsel düzeyi doğru yansıtmıyor. EM dalgaların kanser oluşturması gibi ısıl olmayan etkilerinin araştırılmasıyla ilgili olarak son 2030 yıldır 4050 bin dolayında bilimsel çalışma yapılmış olmasına ve bazı bulgular elde edildiği ileri sürülmesine rağmen, bu çeşit etkiler bilimsel olarak henüz sınanıp kanıtlanamadı. Bugün bu çeşit etkilerin olduğunu ileri süren her bilimsel çalışmaya karşın, bu çeşit bulguların belirlenemediğini ileri süren en azından iki bilimsel çalışma vardır. Bu demek değildir ki bu çeşit etkiler olamaz. Bilim, bilindiği gibi, ancak bilimsel yol ve yöntemlerle yapılan gözlem ve karşılaştırmalara dayanarak sonuçlar çıkardığından, doğruluğu henüz sınanarak kanıtlanamamış bulgular kesin leşmiş sayılamaz. EM dalgaların etkileriyle ilgili bilimsel değeri olan her çalışma, ilgili bilimsel uzmanlardan oluşan uluslararası ICNIRP kurulunca incelenip değerlendirilmektedir (ICNIRP: iyonlayıcı olamayan radyasyonun etkilerinden korunmayla ilgili çalışan uluslararası üst kurul). Bu kurulun yayımladığı yüzlerce sayfalık bilimsel ve teknik raporlarda /bkz.1/ bu konuda yapılan bilimsel çalışmalar ayrıntılarıyla değerlendirilmekte, bazı çalışmaların ise yol, yöntem yanlışları gibi daha bir dizi nedenlerle göz önüne alınmadığı açıklanmaktadır. Bugüne kadar yapılan bilimsel araştırmalardan elde edilen sonuçların değerlendirilmesine dayanılarak, beyinde, merkezi sinir sisteminde ve vücudun diğer bölgelerinde tümör (kanser) gibi etkilerin oluşma olasılığının çok düşük olduğu bu ve diğer önemli raporlarda yer almaktadır /2,3/. Bu raporlarda önerilen sınır değerler bugün tüm dünyaca benimsenmekte ve bunlara göre ulusal sınır değerler belirlenmektedir/4/. Öte yandan 13 ülkenin katıldığı ve 10 yıldan daha uzun süren interfon bilimsel araştırması da ısıl etkiler dışındaki bu çeşit etkileri kanıtlayamamıştır /5/. (CBT’N N NOTU: Durum böyle olmasına rağmen, konu üzerinde bilimin büyük bir duyarlıkla araştırmalarını sürdürdüğü anımsanarak, kullanıcıların aşırı duyarlı davranmasında ve önerilen önlemleri dikkate almasında büyük yarar vardır. Kişisel güvenlik, bu noktada önem kazanıyor.. Bu aşamada hiçbir bilim insanının, “zararı yok, özgürce davranabilirsiniz”, gibi bir vaazda bulunma hakkına da sahip olmadığını bilmemiz gerekmektedir.) Kaynaklar: /1/ Exposure to high frequency electromagnetic fields, biological effects and health consequences (100kHz300 GHz), ICNIRP 16/2009 The International Commission on NonIonizing Radiation Protection /2/ Health Physics, September 2009, Volume 97, Number 3 /3/ Cell Phones and Cancer Risk, US National Institut of Health, www.cancer.gov. /4/ Mobil iletişim nasıl sağlanıyor? Tübitak Bilim Teknik dergisi Aralık 2010, Atakan.Y. Ülkemizde hekim olmak Prof. Dr. Rana Yavuzer Anadolu; Türk Dermatoloji Derneği Yön. Kur. Üyesi, profdrranaanadolu@gmail.com T CBT 1250/ 18 4 Mart 2011 ürkiye’de hekim olmak; ister tam zamanlı, ister eşref zamanlı, ister kamusal, ister özel, isterse de akademik koşullarda olsun son derece zordur. şin en başında tıp eğitimine yönelmenin zorluğu vardır; onbinlerle yarıştığımız üniversite giriş sınavlarının getirdiği maddimanevi yükler. Üstelik; meslek seçimi konusunda doğru yönlendirmeden yoksun olduğumuzdan kimilerimiz için daha başından yanlış seçimdir hekimlik. Üniversite eğitimi zorludur, hele de tıp eğitimi: Altı yıl. Yüzlerce öğrencinin doldurduğu stadyum gibi amfilerde ders görürüz. Tıp, uygulamalı ve usta çırak usulü ile öğretilen, öğrenilen bir sanattır. Fason seri üretime tabi tutulan bizler, ne yazık mesleki olarak yeterli donanımı alamadan mezun ediliriz. Ülkemizde; tıp fakültesini bitiren her hekim, devlet bursu kullanmadığı halde zorunlu hizmete tabidir. Kura ile atanır ve çoğunlukla yanında danışabileceği bir kıdemli hekim olmadan, sudan çıkmış balık gibi meslek yaşamına atılır. Ülkenin koşulları zor, olanakları kıttır. Genç ve deneyimsiz hekimin; en zorlu şartlarda, tek başına, memleketin dört bir yanında, yamalı bohça durumundaki, sistemsiz sağlık sistemini omuzlaması gerekir. Sağlık işlerinin tek sorumlusudur artık. Halkımız eğitimsiz bırakılmıştır. Fevridir. Olayları derinlemesine düşünüp irdelemek yerine, bir sorunla karşılaştığında hemen en yakınındaki birilerine fatura etme kolaylığını seçer. Hastasının durumu kritikse doktoru tehdit etmek, istediği ilaç yazılmazsa hekimi dövmek, hastası ölürse doktoru çekip vurmak hakkını kendinde görür. Ülkemizde sağlık çalışanlarının çoğu çalışırken şiddete maruz kalmaktadır. Uzmanların %67, pratisyenlerin %77 ve kadın pratisyen hekimlerin ise %81’i şiddet görmektedir. Kızınızın veya eşinizin doktor olmasını ister misiniz? Halkımız karşısındakinin bilgisine değil, yaşına, konumuna, gücüne saygı duyan doğu değerlerine yatkındır. Sade hekimi küçümser, uzmanlık, doçentlik, şeflik, prof’luk arar saygı göstermek, kabul etmek için. Hekimimiz, Tıpta Uzmanlık Sınavı’na çalışır bu kez, üniversite sınavına çalışır gibi. Dört beş yıl civarı bir uzmanlık çalışması sonunda ödülü kendisini beklemektedir. Yine zorunlu hizmet! Tekrar yollara düşer. Bu arada vakit bulup evlendi, çoluk çocuk yapabildi ise eşler aynı yerlere tayin için çile çekerler, aileler yıllar boyu parçalanmış biçimde yaşar. Hekim, pek çok branşta bir de üst ihtisas yapar ve 3.kez zorunlu hizmete gider, 300 ila 600 gün. Yaz tatilleri, hastalık vb. bu süreye eklenir. Erkekler için bir de vatani görev vardır tabii ki askerlik. O da yapılıp bitirilir. Şakaklarına da karlar yağmıştır artık. Saygıyı hak edecek görüntüye bürünmüştür ama elde yoktur, avuçta yoktur. Kazanılan yollarda, bellerde, kiralarda, taşınmalarda, telefonlarda, otobüslerde, uçaklarda, kitaplarda, kurslarda, mesleki alette, edevatta harcanıvermiştir. Genel kanının tersine, hekim yaşıtı diğer meslek sahibi arkadaşlarından daha düşük ücretlendirilmiş ve peşin vergilendirilmiştir. Hekim olduğundan; lojmanı, yaz tatil kampı, servis aracı, vb. yaşamı kolaylaştırıcı olanakları hiç olmamıştır. Hekimin mesleği gereği, geceleri ve tatil günlerinde nöbetleri vardır. Ancak bunların dışında da; çarşıda, pazarda, dolmuşta, asansörde, yemekte, koridorda, tatilde, gece gündüz hep ona hastalıklar sorulur, gösterilir, ayaküstü muayeneler, tedavi önerisi alma çabaları vardır. Bir de tabii gerçekten zorunlu haller; kazalar, acil durumlar, beklenmedik anda onu göreve çağırır. Hekimin aslında görev yeri ve mesai saati yoktur. Hekim olduğundan; mesleki riskler taşımaktadır. Hastalarını muayene ederken veya bir müdahale sırasında, ölümcül olabilen pek çok hastalık etkeni ile karşılaşır. Hastalanır ve hatta bu hastalık etkenlerini evine ailesine, çocuklarına taşır istemeden. Hekim olduğundan sürekli olarak güncel bilgileri takip etmek, kendini geliştirmek, popüler deyim ile ömür boyu okumak zorundadır. Peki ya bunları sağlayacak maddi ve manevi koşullar nerededir? Üstüne üstlük bir de; durmadan değişen yeni yasa ve yönetmelikler ile hekimlerin kamuda veya özel sektörde, büyük sermayenin sahip olduğu hastanelerde patronaj altında çalıştırılması dayatılmaktadır. Hekimlerin mesleklerini serbestçe ve kendi erkleri ile bağımsız biçimde icra etme hakları direkt ve dolambaçlı yollardan engellenmektedir. Bu engelleme; tamgün yasa maddeleri, muayenehanelerin engellenmesi, özel sağlık kuruluşlarının ve kadrolarının bakanlık tarafından kısıtlanması, kamuda ve üniversitelerde çalışanların köleleştirilmesi şekilleri ile hayata geçirilmektedir. Sözün özü; ülkemizde hekim olmak hiç de kolay değildir. Bunca fedakârlıklarla yetiştirilen ve bunca zorluklara göğüs geren hekimlere ülkemizde de artık en doğal hak ve özgürlükleri olan; serbestçe ve istedikleri gibi çalışma, meslek onurlarını koruma, çalışma barışı içinde görev yapma, emeklerinin karşılığını alma, yani en temel olan insanlık ve vatandaşlık haklarını teslim etme zamanıdır.