25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Ölümünün 50. yılında Hasan Âli Yücel Yücel’in klasiklerin başına yazdığı önsöz, hümanizma ruhunu kavramış, büyük bir kültür adamının imzasını taşıyan anıtsal bir eserdir. Zeki Arıkan medeni ülkenin fikir tarafına hiç iltifat etmemiş olmamızdır” diyordu. “Batı’yla ilişkilerin yoğunlaştığı son yüzyıllarda sürekli olarak günün gereksinmelerinin baskısında kalmış, o günü doğuran kültür kaynaklarını araştırma zorunluluğunu bir türlü duymamışızdır.” İşte kendisi büyük bir atılımla buna yöneldi. Unutmayalım ki Yücel, eserleriyle, ders kitaplarıyla, geniş kültürüyle kendisini sürekli olarak “Maarif” bakanlığına hazırladı. Ulusunu aydınlatmak için bu günü bekliyordu. Atatürk’ün ölümünden sonra bu göreve geldi. H asanÂli Yücel (1897 1961), 1946’da Milli Eğitim Bakanlığı’ndan, 1950 seçimlerinden sonra da milletvekilliğinden ayrıldı. Henüz elli yaşlarında bir gençti. Açtığı hakaret davası, Cumhuriyet’in değerleriyle bir hesaplaşmaya dönüşmüş; ne yazık ki kendisini destekleyen bir iki dost dışında yanında kimseyi bulamamıştı. Partisinden bile ayrılmak zorunda kaldı. Yılmadı, savaşım gücünü yitirmedi. İlk mesleği gazeteciliğe döndü. Bugün ciltler tutan, Türk düşün yaşamının en verimli ürünleri bu dönemin eseridir. Aynı zamanda Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’nı kurarak pek değerli eserlerin ortaya çıkmasına katkıda bulundu. Yücel, daha çocuk yaşta ülkenin geleceği ile ilgilenmeye ve kafa yormaya başladı. “Hürriyet” sözü ile II. Meşrutiyet’in ilk günlerinde karşılaşmıştı. 1912 Balkan bozgununun İstanbul’a yığdığı sefil, perişan, aç, yoksul insan kalabalığı ülkenin ne duruma geldiğini açıkça gösteriyordu. Gözleri kan çanağına dönmüş Fikret, Sirkeci’de Cenap Şahabettin’e sesleniyordu: “Gördün mü, gördün mü”? Geleceğin büyük eğitimcisi Necati, İzmir’de bu yenilginin alnımızdaki lekesini silmek için gençlere yepyeni bir eğitim verilmesi gerektiğini savunuyordu. Şark Mektebi bu arayışın sonucudur. Çocuk yaştaki genç, bu büyük felaketin düğümünü çözmüştü; Cahillik!.. Yücel, Tanzimat hareketini yeterli bulmamış, 19. yüzyıldaki fikir verimlerimizi çağdaş milletlerinkiyle karşılaştırdığı zaman düş kırıklığına uğramıştır hep. “Biz Avrupa’ya en köklü adımı 14. yüzyılda attığımız halde el’an bocalamamızın sebebi, ortasına kadar geldiğimiz bu ÇEVİRİ HAREKÂTI 1939 yılında topladığı Birinci Neşriyat Kongresi’nde geniş bir çeviri hareketi gündeme geldi. Batılılaşma düşüncesinin özüne, hümanizmaya varmak amacıyla çeviri hareketi başladı. Yahya Efendi Divan’ıyla, Hamit’in Yadigârı Harb’iyle aydın yetişmeyeceği açıktı (aydın sözü o günlerin ürünüdür) . Ülkenin iyi yetişmiş aydınları bu çeviri hareketinde görev aldılar. Doğu’nun önemli eserleri de bu kapsama alındı. Yücel’in klasiklerin başına yazdığı önsöz, hümanizma ruhunu kavramış, büyük bir kültür adamının imzasını taşıyan anıtsal bir eserdir. Yücel, bu çeviri hareketiyle bir yandan insanın özünü yakalamaya çalışırken, öte yandan da Anadolu’ya yöneliyordu. Cumhuriyet’in Osmanlı’dan devraldığı köy, bir sorunlar yumağı idi. Binlerce köy, eğitimsizlikten, bilgisizlikten, yoksulluktan kırılıyordu. Köylerin üretim ilişkilerinde, yaşayışlarında yüzlerce yıldan beri bir değişiklik olmamıştı. Nüfusumuzun % 70 – 80’i köylerde yaşıyordu. 1925 yılında bakanlık köylere “irşat heyetleri” göndermeye karar verdiği zaman, buna ilk karşı çıkan genç öğretmen Hasan Âli oldu: “Anadolu mu reşit değil, yoksa onu doğru dürüst tanımaktan âciz münevverlerimiz mi? Anadolu’yu irşat, bu bizim hakkımız değil. Onu önce tanımaya çalışalım…” diye yazıyordu. 1936 yılında da, köylerimizi okutmak için, nüfusumuz aynı kalmak koşuluyla tam bir yüzyıl beklememiz gerektiği üzerinde duruyordu. “Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi” Anadolu’yu dolaşa dolaşa onun ruhunu kavramıştı. Kurduğu Köy Enstitüleri, eğitimde yepyeni bir yöntem getirmiş, Anadolu aydınlanması bu çağdaş kurumlarla başlamıştır. Burada Genel Müdür Tonguç ve İsmet Paşa da kendisine büyük destek verdiler. Dahası, Tanpınar, “Enstitülerin sadece münevver yetiştirmemizdeki tesadüfleri değiştirmesi bence kâfidir” der. Bununla aydın kaynağımızın çıkış noktasının köylere kaydığını vurgular. Fakir Baykurt’u, Mehmet Başaran’ı, Adnan Binyazar’ı ve daha nice aydınları düşünmek yeterlidir. Bu etkinliklerin yanında topladığı şuralarla, kongrelerle, kurduğu üniversite ve fakültelerle, üniversite özerkliğiyle gerçekten “BÜYÜK” denebilecek işleri başardı Yücel. İslam Ansiklopedisi, Türk (İnönü) Ansiklopedisi, Sanat Ansiklopedisi vb. yayınlarla kültürel yaşamda bir Rönesans başlattı. Devlet Opera ve Balesi, Devlet Konservatuvarı dönemin en önemli kurumları oldu. Ya Anadolu’dan yaptırdığı derlemeler… Bunlar gelecekte yetişecek büyük bestecilerimiz için birer “duygu unsuru” olacaktı. Tekelci kâğıt ve matbaadan, bireyin demokratik sosyal medyasına Baştarafı 15. sayfada sin inanıyorum.. Bireye, yapabileceği her şeyi sunmaya doğru giden bir dünya... Çivisi çıkmış dünya edebiyatına katılmıyorum! Bu tür edebi söylemler hoşumuza gider ve çok da taraftar bulur.. Bireyin daha çok rol aldığı daha demokratik bir dünyanın temelleri atılıyor. Bu bilgi Toplumu dünyasıdır... Bir geçiş dünyasının sancılarını yaşıyoruz.. hemen her alanda.. Ancak, basının tarihsel rolü ve otoritesi ortadan kalkmayacaktır. En azından görünür gelecekte. Dünyamızda yine basın, geçiş döneminde hem kâğıt/matbaa hem de gelişen elektronik medya ile de otoritesini geliştirerek sürdürücektir. Üstelik elektroniği de buna eklemekle, daha güçlü bir kurumsal iktidar ve otorite doğmaktadır! Çünkü bu otorite, gücünü, demokratik toplum yapısından, basının tarihsel kimliğinden ve çeşitli görüşler/ ideolojiler/ siyasetler/ akımlar/ bakışlar, yorumlar için ve en önemlisi güvenilir haber verme özelliğinin oluşturduğu odak olma niteliğinden alıyor.. Basın, haber ve araştırmacı özelliğiyle, çok geniş uzman insanlarıyla, iktidarı, yönetimi ve etkin güç odaklarını demokratik denetim mekanizmasıdır.. Demokrasinin, demokratik bireyin daha çok ön plana geçtiği ve geçeceği dünyamızda, basın, elektronik medya yönüyle ve birlikteliği ile beraber, hak ve adalet duygularının daha çok dayanaklarından biri olmalıdır, olacaktır, olmak zorundadır.. Bu hak ve adalet, üstelik daha çok hak ve adalet isteği, sadece birey için değil, insan için ve topluluklar ve kültürler için değil.. Aynı zamanda ve üstelik daha çok, daha adil bir insani düzen için... günde bir dolar ile yaşayan 1.2 milyar insan için... Daha da çok çevre için, doğa için, yerküre için... ve tüm canlılar için gündeme gelmektedir.. gelmelidir.. Basının ve yeni sınıf ve insanların bilgi toplumunun başlıca gündem maddesi bunlardır, diye düşünüyorum.. hiş sosyal ağ yapıları, çeşitliliği, insanın doğasında yalnızlık değil, birliktelik, dayanışma, birlikte varoluş özelliğini ortaya çıkarttı.. Veya insana kendisini yeniden keşfettirdi diyebiliriz.. Çünkü insan, geçmişte dayanışarak yaşadı.. Bugüne gelmesi, birlikteliğindendir.. insan birlikte olmak isteyen bir varlıktır. Şimdi sosyal ağlar bu varoluşun yeniden keşfidir.. Aslında, bütün bu sosyal ağ yapılarını, kapitalizmin yalnızlaştırdığı, birbirine yabancılaştırdığı insanın, başkaldırışı olarak da görebiliriz. Doğamıza uygun olan sosyalliktir. Şimdi bu sosyal ağ yapılarının, bu varoluş asıl biçiminin yeniden keşfinin, uzun vadeli toplumsal, kültürel ve ekonomik, ama sistemik ve yapısal olarak, etkilerini beklemeliyiz.. Ben, kapitalizmin, sanayi toplumunun yarattığı bugünkü üretim ilişkilerini, insan ilişkileri, insandoğa ilişkilerini, ve giderek temel üretim ilişki ve biçimlerini de değiştirecek büyük etkilerde bulunacaktır. Bilişen/ bileşen insana, bilgi toplumu insanına umut bağlıyorum.. Basın da yeri ortamıyla, bu bilişen insanın geleceğe umutlu yürüyüşünün büyük yardımcısı olacaktır, diye umud ediyorum.. (Bu sunum, Bilişim Kongresi, Türkiye Bilişim Derneği’nin Ankara’da 20 Kasım 2009 tarihindeki toplantısında yapıldı) SAYDAMLIK VE YENİ İNSAN Bu söylem çerçevesinde, son bir nokta: Bilişim, yeni toplumun, yeni ekonominin, bilgi toplumu insanı ve ekonomisinin ebesidir.. Dolayısıyla daha saydam yeni medya ve yeni insanın da.. Klasik gazete, kâğıt ve matbaa, şüphesiz kümülatif etkisine rağmen, bireyin gazetesiydi.. Teke tek, gazete ve birey, karşılıklı etkileşerek yaşadılar.. Bu fotoğraf, kapitalizme de çok uygundu. Kapitalist üretim mekanizması, kapitalist ekonomi, bireyi yalnızlaştıran ve yabancılaştıran bir toplum yarattı. Hep beraberiz ama yalnızız.. Bir yabancılaşma süreciydi.. Kapitalist ekonominin piyasa ve mal satma mekanizması, yalnız bireyler sistemine çok uygun.. Ancak şimdi elektronik medya, internette oluşan müt CBT 1249/ 18 25 Şubat 2011
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle