Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SON ARAŞTIRMALAR AY’IN ÇEKİRDEĞİ DÜNYANINKİYLE ÇOK BENZER Otuz yıllık Apollo misyonunun verileriyle Ay’ın iç yapısıyla ilgili ayrıntılı bilgiler elde edildi. Science dergisinde yayımlanan araştırmaya göre Ay’ın 480 kilometre çapındaki küre biçimindeki demir çekirdeği, 90km kalınlığında sıvı dış çekirdekle çevrili. Ay’ın iç yapısı, çekirdek bölgesinin kimyasal bileşimi de dahil dünyamıza çok benziyor. 1969 ve 1972 yıllarında Apollo misyonuyla Ay’a giden astronotlar “Passive Seismic Experiment”/PSE çerçevesinde dört sismometre ile Ay’daki sismik sarsıntıları düzenli olarak ölçmüşler, hatta 1977 yılına dek veri almaya devam etmişlerdi. Astronotların amaçları bu verilerle Ay’ın iç yapısını öğrenmekti ama ne var ki bunu ancak kısmen gerçekleştirebildiler. Ay’ın iç yapısı ama özellikle de katı bir çekirdeğe sahip olup olmadığı sorusu yanıtsız kalmıştı. Apollo misyonlarının verileri, Ay’ın iç yapısını güvenli bir şekilde görüntüleyebilmek için fazla parazitliydi. Dolaylı ölçüm yöntemleri daha sonra katı bir çekirdeğin varlığını gösterdiyse de büyüklüğü, bileşimi ve diğer ayrıntıları belirsiz kalmıştı. Ayrıca birbirinden farklı sonuçlar ve yorumlar çıkıyordu ortaya. Apollo ölçümlerindeki parazitlenme, Ay kabuğunda bulunan ve sismik dalgaları etkileyen çok sayıda yarıklar ve faylar yüzünden meydana geliyordu. NASA’ya ait Marshall Uzay U ç u ş l a r ı Merkezi’nden Renee Weber ve ekibi eski Apollo verilerini modern teknolojilerin yardımıyla yeniden inceleyerek zayıf ve zor yakalanan sinyalleri kuvvetlendirmeyi başardılar. Bu çalışma için sismogramlar dijital olarak üst üste istiflenmektedir. Bu şekilde aynı sinyaller bir araya toplanarak kuvvetlenirken, rahatsız ediciler zayıflıyor. Sonuçlar, Ay’ın 480 km çapındaki katı çekirdeği ve bunu çevreleyen 90km kalınlığındaki sıvı dış çekirdekle dünyamıza çok benzediğini göstermekte. Fakat dünyamızdan farklı olarak Ay’ın dış çekirdeğinde yaklaşık olarak 160km kalınlığında ve kısmen erimiş olan bir sınır tabakası bulunmakta. Ancak çekirdeğinin içindeki metaller tıpkı dünyamız gibi az miktarda kükürt ve oksijen gibi hafif elementler içeriyor. Bu tür bilgiler, Ay’la ilgili teorilerin ve modellerin düzeltilmesinde yararlı olacaktır. Bilgiler Ay’ın oluşumu ve gelişimi hakkında bilgi verdiği kadar dünyamızın gelişimi hakkında da ipuçları verebilir. Araştırma ekibi bu yüzden daha fazla bilgi edinebilmek için Apollo verilerini incelemeye devam edecek. CBT 1244/ 4 21 Ocak 2011 anlaşıldı. (Human Tears Contain a Chemosignal, Science) Sonuçlara göre, kadının gözyaşı gerçekten de erkeği “yumuşatan” kimyasal sinyaller gönderiyor. Farelerle gerçekleştirilen deneyler, erkek hayvanların, dişileri aldatan belli başlı maddeler içerdiğini göstermişti. İnsandaki duygusal gözyaşının, gözü kurumaktan koruyan gözyaşından farklı kimyasal bileşimlere sahip olduğu da biliniyordu ve de insandaki gözyaşında gizli sinyallerin kanıtı olabilirdi. Shani Gelstein ile çalışan ekip şimdi gerçek gözyaşının psişik ve fiziksel etkilerini, tuzlu suyun etkileriyle karşılaştırarak bu tahmini kanıtlamaya çalıştı. Bu amaçta bilim insanları gönüllü gözyaşı bağışçıları aramışlar. Bu çağrıya neredeyse sadece kadınlar yanıt vermiş. Bilim insanları erkeklerin toplum içinde ağlamaktan kaçınmaları nedeniyle kadınlardan daha fazla yanıt geldiğini düşünüyorlar. Araştırma bu nedenle kadınlar üzerinde yapılmış. Üç yıllık bir süre içinde yaşları 2431 arasında değişen 114 kadınla 204 deney gerçekleştirilmiş. Katılımcılar kapalı bir odada acıklı filmler seyrederek, her seferinde ortalama olarak bir milimetre gözyaşı toplamışlar. Karşılaştırma için kadınların yanaklarından akıtılan tuzlu su, tıpkı gözyaşı gibi küçük tüplerde toplanmış. Daha sonra bu örnekler erkeklere koklatılırken, bir parça gözyaşı da plasterle dudağın üzerine yerleştirilmiş. Çeşitli testler yapılırken, derinin geçirgenliği, kalp atımı, solunum ve tükürükteki testosteron seviyesi gibi çok sayıda beden fonksiyonu ölçülmüş. Ayrıca kişilerin ruh hali de bir anket formuyla kontrol edilmiş. Sonuç olarak erkekler gerçek gözyaşı ve tuzlu su arasında bir fark bulamamışlar. Ama gerçek gözyaşını koklayan erkeklerin bedensel parametreleri istatistik olarak önemli ölçüde düştü diyor bilim insanları. Ayrıca kadın resimlerinin gösterilmesine dayanan testlerde, gözyaşını koklayan erkekler resimlerdeki kadınları daha önceki kadar seksi ve çekici bulmamışlar. Diğer araştırmalarda gözyaşı koklayan erkeklerin beyinleri manyetik rezonans tomografisiyle de incelenmiş. Buna göre gözyaşını koklayan erkeğin seksüel uyarımı da zayıfla makta. Bunun gözyaşının duygusallığıyla ilgili olabileceği düşünülse de başka nedenlerin de olabileceği sanılıyor. Araştırmacılar öte yandan bu sinyal etkisinin sadece kadının gözyaşıyla sınırlı olmadığını da söylüyor. Erkeklerin veya çocukların gözyaşlarında da benzer ya da farklı uyarı maddeleri olabilir. İKLİM DEĞİŞİMİNİN ETKİSİ BİN YIL DAHA DEVAM EDECEK İklim değişiminin uzun vadeli etkisini bir bilgisayar simülasyonuyla inceleyen Kanadalı bilim insanları, etkilerin 3000 yılında bile hissedileceği sonucuna vardı. Diğer bir araştırmayla da Avrupa’daki buzulların %75’inin bu yüzyılın sonuna dek yok olacağı ortaya çıktı. Araştırmayı “şöyle olursa nasıl olur senaryosuna” göre gerçekleştirdiklerini söyleyen Calgary Üniversitesi coğrafyacısı ve iklim araştırmacısı Shawn Marshall, fosil yakıt kullanımına son verildiği ve atmosfere karbondioksit salınmaması halinde iklim değişimi etkilerinin ne zaman sona ereceğini araştırdıklarını söylüyor. Bu şekilde 2010 yılında ve 2100 yılında başlayan iki senaryoya göre iki simülasyon yapılmış. İki simülasyondan çıkan sonuca göre kuzey yarımküre, insana bağlı iklim sonuçlarından güney yarımküreye kıyasla daha çabuk kurtulacak. Mesela Kanada gibi kuzeydeki ülkelerde, ısınma 3000 yılında son bulacak. Güney Kutbu çevresindeki okyanus ise 5 derece kadar ısınacak ki bu da Batı Antarktika’daki buz tabakasının çökmesi anlamına geliyor. Güney yarımküredeki suların kütlesi daha fazla. Bu nedenle değişimler daha uzun bir süre sonra başlayacak. Simülasyonlar Güney Atlantik’in yeni yeni ısınmaya başladığını gösteriyor. Bu ısınma önümüzdeki bin yılda da devam edecektir. Dahası bu etkinin rüzgârlarla da güçlenmesi bekleniyor. Nitekim rüzgârlar su tabakalarını altüst ederek atmosferden okyanusları sıcaklık transferini güçlendirmekte, diyor araştırmacılar. Küresel ısınma diğer bir araştırmaya göre 2100 yılına dek Avrupa’daki buzulların dörtte birini eritecek ve Avrupa, buzulların erimesinden en fazla etkilenen kıta olacak. Bilgisayar hesaplamalarında 300 buzulun incelenmesine dayanan 1961 ve 2004 yılı verileri esas alınmış. Küresel ısınma içinse Hükümetlerarası İklim Değişimi Paneli’nin bir senaryosundan yararlanılmış. Bu senaryoya göre dünyamızdaki sıcaklık 21.yy’ın sonuna dek 2,8 derece kadar artacak. YENİ BİR ASTEROİT TÜRÜ MaxPlanck Güneş Sistemi Araştırmaları Enstitüsü’nden bilimciler, eşsiz bir kimyasal bileşime sahip bir ila iki kilometre çapında kozmik bir topak keşfetti. 1999 TA 10 olarak isimlendirilen asteroit, eliptik bir yörünge üzerinde hareket ediyor ve dünyaya birkaç milyon kilometre uzaklıkta. Tahminlere göre TA 10 protogezegen Vesta’dan kopmuş. Vesta, güneş sistemimizin erken evrenlerinden kalan tek protogezegen. Diğerleri zaman içinde gezegen olarak gelişmiş ya da kuvvetli çarpışmalarla dağılmıştır. Bu açıdan bakıldığında Vesta, güneş sistemimizdeki dört milyar yıl önceki gezegenlerin oluşumuna eşsiz bir bakış açısı sunuyor. 525km büyüklüğündeki parça bu yüz den yaz aylarından itibaren protogezegene eşlik edecek olan NASA’nın Dawn isimli uzay sondasının da hedefi. Bilim insanlarına göre Vesta da çarpışma yaşamış ve bu çarpışma sonucunda kabuğundan savrulan parçalarla Vestoit asteroit grubu oluşmuş. Ancak bu teori, Vesta’nın kabuğuna ait malzeme taşıyan bir asteroitin bulunmaması nedeniyle hep kuşkulu kalmıştı. TA10 asteroitinin keşfi şimdi bu şüpheyi ortadan kaldırdı. Andreas Nathues ve ekibi, Hawaii’dek bir teleskopla bu kozmik kayanın bileşimini ölçünce, volastonit ve ferrosilit gibi maddelerin Vesta kökenli olduğunu gördü. Nilgün Özbaşaran Dede Araştırma İNSANOĞLU, 170.000 YILDIR GİYİNİYOR Bitlerin kalıtımını inceleyen Amerikalılar, insanoğlunun 170.000 yıl önce giyinmeye başladığını söylüyor. Giysi ve kafa bitlerinin DNA’larının karşılaştırılması sonucunda giysi bitinin 170.000 yıl önce ortaya çıktığı anlaşılmış. Bu bit türü daha çok kıyafetlerde görüldüğü için insanoğlu o tarihlerde bedenini örtmüş olmalı. Ayrıca bu sayede de Afrika’yı terk edip, kuzeydeki daha soğuk bölgelere göçebilmiştir diyor Florida Üniversitesi’nde Melissa Toups ve ekibi, (Molecular Biology and Evolution). KADININ GÖZYAŞI ERKEĞİ YUMUŞATIYOR Bir inanışa göre kadının gözyaşları erkeği yumuşatmakta. Bunun hiç de boş bir inanış olmadığı, İsrail’deki Weizmann Enstitüsü’nde gerçekleştirilen araştırmayla Arkeolojik buluntular ve gen analizlerine göre modern insanın kökleri Afrika’da. İnsanoğlu 100.000 yıl kadar önce Asya’ya ve Avrupa’ya yayıldı. İnsanların, Afrika’dan, buz devrindeki dondurucu Avrupa’ya giysiler sayesinde mi göç ettikleri bilinmiyordu. Bugüne kadar bulunan en eski kumaş parçası sadece 7000 yıllık. Toups’un ekibi bu yüzden minik parazitleri incelemiş. Giysi bitleri adından anlaşıldığı gibi giysilerde barınıyor. Bu nedenle atalarımızın deri ve postlarla örtünmeye başlamalarından sonra gelişmiş olmalılar, diyorlar.