02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

“İki Dilde Eğitim” Tartışması, Siyasal Değil Bilimsel Olmalı! Kırsal Kültür, Kütle Kültürü Olabilir mi? Mümtaz Peker, [email protected] D CBT 1244/ 18 21 Ocak 2011 il Derneği olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilkelerini; inancı ve kökeni farklı yurttaşların yurdun her bölgesindeki yaşama biçimlerini; kimi yurttaşların “ikidilli” oluşunu göz önüne almayan; ortak çıkarın güvencesi “yurttaşlık” bilincini korumayan, “yurtseverlik” duygusunu pekiştirmeyen “iki dilde eğitim” tartışmalarını doğru bulmuyoruz. Konu, kaygı verici ölçüde siyasallaştırılmaktadır. Dilin ve eğitimin, özgün bilim alanları olduğunu, bu alanlarda uzmanlaşan bilimcilerin ve evrensel kavramların yok sayılmasını anlamakta güçlük çekiyoruz. Ülkemizde kimi yurttaşlar “ikidilli”dir. Bireysel ikidillilik, gelişmiş ülkelerde ayrışma aracı değil, varsıllık olarak değerlendirilir. Değişik kökenden insanların bir arada yaşadığı ülkelerin yurttaşları çoğunca ikidillidir; ama anaokulundan başlayarak eğitim resmi dille yapılır; birey, devletle olan tüm ilişkilerinde resmi dili kullanır. Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının ortak (resmi) dili Türkçedir. Ortak dil; başta sağlıklı iletişim olmak üzere, ortak akıl ve bilgi üretilmesinin; bilginin yayılmasının ve paylaşılmasının; her yurttaşın eğitim, sağlık, adalet kurumlarından ve ulusal gelirden hakça pay almasının aracıdır. Bu bilgilerin ışığında “abece, ortak dilin durumu ve iki dilde eğitim” konularında kafası karıştırılan toplumu aydınlatmayı görev biliyoruz: 1) İktidarların bilimsel ve sanatsal verilere yaslanan, tutarlı eğitimkültür siyasası olmaması, düşünce özgürlüğünün ve yaratıcı aklın engeli olarak önümüzde durmakta, yurttaşların çoğu ortak dil Türkçeyi öğrenememekte, düşüncesini doğru aktaramamaktadır. 2) Yabancı dille öğretim, anaokullarına dek inmiş; köken ayrımı gözetmeksizin bütün yurttaşları çağdaş eğitim olanaklarıyla donatması gereken ulusal eğitim anlayışı çökmüştür. 3) Köken ayrımı gözetmeksizin bütün yurttaşların emeğiyle üretilen yapı ve ürün adlarına yansıyan yabancı adlandırma, herkesi tedirgin edecek, utandıracak boyutlara gelmiştir. 4) Kürtçenin birtakım yasaklarla sınandığı doğrudur; ancak Türkçe de yasak ve baskılarla yüz yüzedir. Dil Devrimiyle kazanılan sözcükler hâlâ uydurukça diye dışlanmaktadır; Türkçe sözcükler genelgelerle yasaklanmıştır. Bugün de sözcük yasakları açık ya da gizli sürmektedir. 5) 12 Eylülcüler, Atatürk’ün kurduğu Türk Dil Kurumu’nu kapatmış, vasiyetnamesini hukukdışı yolla çiğnemiş; kurumun adına, yapı ve yapıtlarına yasa zoruyla el koymuştur. 6) 1950’den bu yana Atatürk’ün Türk Dil Kurumu’nun ve ortak dil Türkçenin başına gelenleri, Türkçe sözcüklerin yasak lanmasını; yeni sözcük kullananlara yapılan baskıları; eğitimöğretim dizgelerindeki çarpıklığı dile getirmeyen aydınlar, iki dilde eğitim konusunun ardına saklanarak Atatürkçü düşünce ve cumhuriyetimizin temel nitelikleriyle hesaplaşmayı görev edinmişlerdir. Y ÖNERİLERİMİZ: 1) Bütün Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının ortak dili Türkçeden başka dillerle eğitim yapılması, ulusdevlet oluşumuz gerçeğiyle çelişir. Ortak dille eğitimi “sorun” gibi niteleyen politikacı ve aydınlar, halkı yanıltan söylemlerden kaçınmalı; iki dilde eğitim konusu siyasallaştırılmamalıdır. 2) Gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, bizde de ortak (resmi) dille eğitim zorunludur. Bütün aydınlar, politikacılar, bu konuya bilimsel akıl ve sağduyuyla yaklaşmalıdır; çünkü ülkemizde Türkçe ve Kürtçeden başka diller de konuşulmaktadır; ortak dille birbirini doğru anlayan her yurttaş, ikidilli olan herkese saygı duyma kültürü edinir. 3) Türk abecesine “x, q, w” eklenemez. (Bu konuda, AHİM kararı da bulunmaktadır.) Aynı dil ailesinden olmayan Türkçe ile Kürtçenin ses, biçim ve anlam özellikleri aynı değildir; iki dili aynı abeceyle yazmaya çalışmak bilimsel açıdan yanlıştır; iki dili de bozma girişimi olarak değerlendirilebilir. 4) Üniversitelerde Kürt dili ve edebiyatı bölümleri açılmalı; Kürtçe, ilköğretim ve lise düzeyinde seçmelik ders olmalı; isteyen her yurttaş Kürtçeyi bilimsel verilerle öğrenmelidir. 5) Kürtçe konuşulan, ürün verilen bir dildir; kimi kaynaklarda harf sayısı gibi, seslerine ilişkin bilgiler de farklıdır. Siyasallaşan tartışmalar yerine Kürtçenin üniversitelerde okutulması, ilköğretimde seçmelik ders olabilmesi, iletişim, bilim ve sanat kurumlarının oluşması için sağlıklı önçalışmalar yapılmalı; ders kitabından öğretmen yetiştirilmesine dek gereken hazırlıklar bilimsel yöntemlerle tamamlanmalıdır. *** Bireysel ikidillilik, küçümsenecek bir özellik değil, tersine ikidilli birey ve o bireyin içinde olduğu toplum için zenginliktir. Ortak dille eğitim almak, anadiliyle düşünmek, kişiyi ve içinde olduğu toplumu zenginleştirir. İki dilde de ürün verebilecek ölçüde eğitimli yurttaşlarsa ülkenin zenginliğidir. Bugün eğitim, sağlık ve adalet açısından yaşanan sıkıntılar, bütün yurttaşların sorunudur; asıl sorun da budur. Sınıf farkını derinleştiren, toplumsal barışı zedeleyen bu sorunun aşılması için inancı ve kökeni farklı bütün yurttaşlar, ortak dille düşünerek ortak akılla birlikte savaşım vermelidir. Dil Derneği Yönetim Kurulu adına Başkan Sevgi Özel azılarını zevk alarak okuduğum Kuban, “Kütle kültürüne ben Türkiye’de Kırsal Kültür diyorum. Çünkü kentte yaşasa bile geleneksel köy ve kasaba kültürünün bazı davranışlarını sürdürüyor. Ve kentlileşmekte( davranış, yerleşme, bilgi, konuşma) zorlanıyor.” biçiminde yargısını belirtiyor, (CBT,1240/2) . Kuban’ın bu yargısını iki açıdan tartışabilir, ülkemizdeki egemen kültür üzerine bir yargıya varabiliriz. İlk konu, köykent ilişkisi, ilişkinin karşılıklı etkisinin köykent yaşamını nasıl etkilediğidir.. Tüm toplumların yaşamında “köykent” zorunlu ilişkisi yaşandı. Bu bağlamda kent, yönetim, düşüncefikir, iktisadi hayat alanlarında her zaman üstünlüğünü gerçekleştirdi. Kentin yönetim, düşüncefikir, iktisadi hayat alanında oluşturduğu mekânlar, köye göre daha büyük, örgütlenmeler ise tüm toplumu denetleyici, düzenleyici, çok işlevli karmaşık yapılar olarak sosyal sistemdeki yerini aldı. Köyün ne üreteceğine, yapılan üretimden köykent paylaşımının ne olacağına hep kentli karar verdi. Bu nedenle zaman içinde özellikle büyük kentlerin değişik alanlardaki denetici işlevleri ile öne çıktığı görüldü. Artık büyük kentler, üretim merkezi değil, denetim merkezi konumuna geldi. Köyün, kent üzerinde, köylülüğün, kentlilik üzerinde egemen olduğu, kırsal kültürün toplumda baskın olduğu biçim tarihte görülmedi. Tarihteki köykent ilişkisinin oluşturduğu kültür konusu tartışmamızın ikinci noktasını oluşturacak. Kültür tanımında ben, Atatürk’ün yaklaşımı olan, “bir toplumun devlet hayatında, fikir hayatında, iktisadi hayatında yapabildiği şeylerin tümüdür” tanımına katılıyorum1. Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde içgöçle kentlere gelenlerin, kentsel kurumların denetiminde oluşan kültür kalıplarına etkisi nedir? Ülkemizde Cumhuriyet’in ilk yıllarından içgöçün başladığı 194550 dönemine kadar nüfusumuzun büyük çoğunluğu (%80) köylerde yaşıyordu. Bir çağdaşlaşma projesi olan Cumhuriyet, kentlinin önderliğinde çoğunluğu köylerde yaşayan bu nüfusun son bireyine kadar eğitimli kılınması, “en çok görülen, en çok sakat bırakan, en çok öldüren hastalıklardan korunması”, genç nüfusun üretici yurttaş haline gelmesi için örgütlenme çalışmalarına başladı. Yönetim bu konularda, kendi sosyal yapımıza göre çözümler üretecek kurumları oluşturdu. Bu kurumların sağlık ve eğitim konusundaki başarıları, döneminin tipik örneği olarak görüldü. Çoğunluğu köyde yaşayan nüfusun üretici yurttaş olarak eğitilmesi, hümanist değerleri benimsemesi eğitim örgütlenmesinin temel amacı oldu. Uygulamalar kısa zamanda başarılı olmaya başladı. Yukarıdaki hedef doğrultusunda götürülen sağlık hizmetleri ile yüksek olan ölüm hızları, tarihte ilk kez görülen biçimde hızla düşürülmeye başlandı. Özellikle bebekçocuk ölümlerindeki hızlı düşüşün yeni sağlık uygulamasından kaynaklandığını gören anneler, bebekçocuk hasta lığında başvurduğu din kökenli uygulamalarını dünde bıraktı. Toplumumuzda din kurumu kökenli sağlık uygulayıcıları zaman içinde bu yarışı kaybetti. Eğitim uygulamasında aydınlanmanın ışığı öğretmen, başta medrese daha sonra din kökenli kentsel eğitim kurumlarından yetişenler karşısında yarışı kaybetti. Din kökenli kentsel eğitimle yetişenler, nüfusun büyük ölçüde kentlerde yaşamaya başladığı 2000’li yıllarda yerelmerkezi yönetimde iş başına geldi, yönetim kültürünü sergiledi. Bu kültürle yetişenler; gelenekseli benimseyen, küresel ekonominin yenilik ürünlerinin tüketicisi olan ben merkezli nüfustan oluşan toplumumuzu yarattı. Bu nüfusun kamu yönetimi, ekonomik hayat ve dünya görüşlerini içeren kültürel kalıpları Sayın Kuban’ın mesleği ile ilgili uygulamalarda da görebiliriz. Türkiye’de yeni orta sınıfları oluşturan (doktor, işletmeci, öğretim üyesi, mimarmühendis v.b.) kişilerin üyesi olduğu kooperatif ya da sitelerin deniz kıyısında oluşturduğu çok sayıda konut son otuzkırk yıl içinde yapıldı. Bunlar içinde Sayın Kuban’ın yıllarını verdiği yüksek öğretim kurumu adlı yazlık sitelerde var. Yeni orta sınıf üyesi bu kişiler, konut yapımı başlangıcında ellerindeki planı gerçekleştirmek üzere kamu ile sözleşme yaptı, binalarını tamamladı. Yeni orta sınıf üyeleri, yaşadıkları süre içinde kamu ile sözleşme yaparak oluşturdukları konutlara plan dışı eklenti yapma, kat çıkma, faydalı alan yaratmada birbirleri ile adeta yarış içine girdi. Bu gün kıyılarda kamu ile sözleşme yapılan plana uygun bina sayısı, toplamın %10’na ulaşmaz. Yeni orta sınıf üyelerinin gerek günlük yaşamı gerekse yeni oluşan kıyı mekânlardaki yaşam bütününün, çağdaş kentli yaşamın bir göstergesi olduğu söylenebilir mi? Yaptığımız bir çalışma bunun böyle olmadığını gösterdi. Oluşturdukları yönetimlerin uygulamaları, insanı hayrete düşürüyor. Söz gelimi, sitenin arıtmasını, kamunun koyduğu kurallara göre değil, bu kuralları çiğneyerek çalıştırıyorlar ya da çalıştırmıyorlar. Bahçe ve ev atıklarını, temel sağlık kurallarına göre değil, istedikleri gibi topluyorlar. Yaşamlarını güzelleştirmek, daha yaşanabilir mekân oluşturmak için, yerel yönetim ile işbirliği yapmak ne onların aklına geliyor, ne de yerel yönetimlerin. Denizi, kendi üyeleri kullandığı sürece bir sorunları yok. Başkaları bu denizden yararlanmaya kalktığı anda ortalığı ayağa kaldırmaktan çekinmiyorlar. Plajı paylaşma, gelenlerle uzlaşma, onlara hoşgörü göstermekten kaçınıyorlar. Çünkü deniz kenarına ilk onlar geldiği için hep onlar haklı(!). Kıyısallaşmada başat, kentlerimizde yaşadığımız bu kültürü, kırsal kültür ile nasıl açıklayacağız? Bu kültürü, 1950 sonrası verilen eğitim, onun ideolojisi bütünlüğünde siyaset yapan yerelmerkezi yönetimler oluşturdu. İnan, Afet(1968): Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, s:278279, Ankara. 1 İnan, Afet(1968): Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, s:278279, Ankara. 2
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle