17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CBT 1221/ 19 13 Ağustos 2010 ‘muafiyet’ sınavı adını verdikleri kurumsal içsel sınavı ölçek olarak almak yerine, nesnel ulusal veya uluslararası sınav ölçekleriyle iddialarını kanıtlamakla sorumludurlar. Böylece kamuoyu karşısında söylemleri ile eylemleri bağdaşır. Bu bağlamda, nasıl ki, yabancı dille verilen derslerin hangi vasıflara sahip öğretim elemanları tarafından verebileceği ile ilgili koşul ve kıstaslar YÖK yönetmeliğinde belirlenmişse, aynı şekilde, benzer yönetmelik koşullarıyla, nesnel kalite güvencesi sağlamak amacıyla, YÖK’ün denetim faaliyetlerinde bu konuyla ilgili önemli sorumluluk üstlenmesi gerektiği ilgililerin takdirine sunulur. Diğer taraftan, yabancı dille eğitim yapan üniversitelerdeki sınav kâğıtları incelendiğinde bu tür eğitimin büyük yanılgılarla uygulandığı ve) telafisi zor yaralar açtığı görülmektedir. Binlerce somut örnek arasından, sadece bir tanesini verelim: Eğitim dili İngilizce olan bir üniversitede Hazırlık sınıfında haftada 2125 saat olmak üzere 30 (veya 35) hafta İngilizce eğitimi alan ve daha sonra üniversitenin kendi bünyesinde hazırlamış olduğu “yeterlilik” (!) sınavını da başarıyla geçerek lisans 3. sınıfa kadar gelebilmiş bir öğrencinin, sıradan bir sınav sorusuna vermiş olduğu şu yanıt, yabancı dilde eğitimin doğurduğu vahim sonuçları tüm açıklığıyla ortaya koymaktadır: “(6) I think this is defamatory statements. This statements are ağır eleştiri. Ağır eleştiri accepts only ifade and basın özgürlüğünün sınırları içinde. Because Samantha says: Daily Republic’s readers are so idiot! If you show the kişileri suçlayıcı şekilde or write the şeref ve itibarını zedeleyecek şekilde this is ihlal. Bir insanın yazdığı eserin kişinin şeref and itibarını zedeleyecek şekilde yayımlanması, it is defamation hemde from copyright kaynaklanan haklarını zedelemiş olur.” Görüldüğü üzere, öğrenciler ne Türkçe ne de İngilizce olan, bir dilsel sistemden (sözdizimsel, anlambilimsel, sesbilimsel, dilbilgisel) yoksun, ne olduğu belirsiz ve anlaşılması güç yapay bir ifade türü kullanmaya itilmekte ve analitik düşünme becerisini geliştirici metin türü cevapları üretemiyor. Bundan da daha vahim olan, öğrenciler bırakın yabancı dili, kendi ana dilinde dahi üretken ve yaratıcı olmalarına yarayacak, ‘olmazsa olmaz’ dil kullanım becerilerini edinebilecek bir eğitim ortamından yoksun bırakılıyorlar. Söylem ile eylemin birbirini tutmadığı böylesine bir uygulama etik bir eğitim faaliyeti değildir. Kamuoyuna, yazılı ve görsel basına, öğrenci ve ebeveynlerine, öğretim üyelerine, yabancı dille eğitim yapabilmek için nesnel seviye göstergelerini ve sınav ölçeklerini içeren kalite güvenceleri konusunda şeffaf ve güvenilir bilgi sunmak etik bir toplumsal sorumluluktur. YÖK’ün, bu konuda son zamanlarda yapmış olduğu düzenlemelerin ötesinde, birçok yanılgılara ve dolayısıyla istismara neden olan kurumsal öznel uygulamaları önleyici, ulusal ve uluslararası kalite güvencesi sağlayan, çok daha sıkı, yabancı dil eğitime özgün mali, hukuki, idari ve akademik denetim düzenlemelerinin yapılması kaçınılmazdır. Görülüyor ki, nereden bakılırsa bakılsın, bugün Türkiye’deki bazı üniversitelerde kıs men veya tamamen yabancı dille eğitim uygulaması, öğrencilerin daha henüz akademik derslerini takip edebilmeleri için yeterli bir yabancı dil seviyesine ulaşamadan ve hedefleri gerçekçilikle bağdaşmayan, öğretim öğrenim sürecini yavaşlatan, zorlayan, hatta engelleyen, öğrencileri sorgulama, araştırma ve yorum yapabilme becerisinden yoksun bırakan, onları ezbere iten “göstermelik” bir eğitime dönüşmüştür. Kısaca, çağdaş, uluslararası, kaliteli bir eğitimin gereği olarak ne öğretim üyeleri kendi uzmanlık alanlarının “öğrenim yöntemlerini öğretebilmekte” ne de öğrenciler bu yöntemlerin nasıl edinebileceğini “öğrenebilmektedir”. Anayasanın 130. maddesi vakıf üniversitelerini kapsamıyor mu? “En çok burs veren… fakültesi”, “Gerçek bir kentiçi üniversitesi,…”, “Gençlerin tercihi değerlidir!”, “Türkiye’nin yüzünü güldüren üniversite”, “Butik üniversite”, “Yükseköğrenim hayallerinizin gerçek olduğu üniversite”… Yücel Çağlar SONSÖZ Bilindiği üzere, Türkiye Avrupa’da hızla yaşlanan nüfusa karşılık her yıl daha da artan genç bir nüfusa sahiptir. Ebeveynlerin ve işverenlerin İngilizce eğitimiyle ilgili yoğun isteklerine karşın, yükseköğretimdeki rekabet ortamında bu talebin özü saptırılarak ‘yabancı dille eğitim’ yapma gibi yapay bir yönteme başvurulması, ne yazık ki, toplumumuzda ‘yabancı dille eğitim’ ile ‘yabancı dil öğretimi’ arasındaki farkın henüz yeterince kavranmamış olmasından kaynaklanmaktadır. Bu nedenle, üniversitelerin eğitim kalitesini felce uğratan böyle bir yanılgıyla ilgili olarak toplumsal bilinç ve farkındalığı oluşturmada yazılıgörsel basına önemli sorumluluk düşmektedir. 50 yıldır birçok değerli Türk aydın ve bilim adamının ağır eleştirilerine rağmen, yetersiz mali yatırımlarla, uygulamada uluslararası bilimsel kalite kriterleri göz ardı edilerek, önyargılı, bilinçsiz bir iyimserlikle ve bilim dışı yöntemlerle bunda ısrarlı olmak, bu genç nüfusa ve Türk ulusuna yapılan en büyük kötülüktür. İngilizceyle eğitim yapma pahasına kendi anadilinde düşünebilme, sorun çözebilme, üretebilme ve yaratıcı olabilme becerilerinden yoksun bırakılan bu genç nüfus, geleceğin Türkiye’sine ümit olma yerine, önlenebilmesi zor sosyal ve ekonomik sorunlar yaratacak bir tehdide kolayca dönüşebilir. Yükseköğretim sistemimizin titizlikle hazırlanmış, süresi belirlenmiş bir program çerçevesinde, yabancı dille eğitim yerine nitelikli bir “yabancı dil eğitimi” planlanarak, yeni düzenlemelerde kalite denetiminin de sağlanabilmesine zemin oluşturacak yapılanmanın tasarlanması kaçınılmazdır. Council of Europe Modern Languages Division, (2001) Common European Framework of Reference for Languages: Learnıng, teachıng, assessment, Cambridge University Press, Cambridege. Ve bunların uygulamaya koyuluşlarıyla ilgili olarak bkz. Morrow, K. (ed.) (2004) Insights from the Common European Framework, Oxford Unıversıty Press i Prof. Dr.Üstün Ergüder,Prof.Dr.Mehmet Şahin, Prof.Dr. Tosun Terzioğlu, Prof.Dr. Öktem Vardar, Neden Yeni Bir Yüksek Öğretim Vizyonu ?, İstanbul Politikalar Merkezi, Sabancı Üniversitesi ii Prof. Dr.Aydın Köksal, “Yabancı Dili İyi Öğretebilmek, Orta ve Yüksek Öğretimi Nitelikli Kılmak için Yabancı Dille Öğretimden Vazgeçmek Zorundayız.”, www.dilderneği.org.tr/izleme.html , 2003. “Yabancı Dille Öğretim”, Ulusal Eğitim Kurultayı, Bildiriler, 20 Aralık 2003, Ulusal Eğitim Derneği, s. 5563.) i bkz. www.alte.org i B unlar, vakıf üniversitelerinin çok satan günlük bir gazetede aynı gün verdikleri duyurulardan seçilmiş örnekler. Aynı gazetenin dört tam sayfalık ekinde de bir vakıf üniversitesinin çeşitli yanlarıyla tanıtımı yapılıyor. Sınav sonuçlarının açıklanmasından bu yana gazetelerde hemen her gün bu türden duyurular yayımlanıyor. Dahası, özel kimi TV kanalları da yine vakıf üniversitelerinin tanıtımı amacıyla özel izlenceler yayımlıyor. Kimi duyurularda üniversitelerin rektörleri, dekanları, öğretim üyeleri de çıkıyor; çıkıyor, en şık giysileri ve sevimli görünümleriyle üniversitelerini çekici kılacağını sandıkları açıklamalar yapıyor. Amaç çok açık: Öğrencilerin üniversite/fakülte/bölüm seçimlerini kendilerinden yana yapmaları. Ancak, bu duyuruların herhangi birisinde; bir üniversitenin gerçekten bir üniversite olup olmadığını ortaya koyabilecek herhangi göstergeye yer veriliyor, bilimsel alandaki başarıları, sözgelimi yayınları, yayınlarına yapılan göndermeler, başarıyla gerçekleştirilen ARGE’ler, bu yönlerden yurtiçi ve yurtdışı üniversitelerarası başarı sıralamalarında nerede bulundukları vb. sergileniyor, mezunların kaçının, hangi alanlarda ve hangi koşullarla işe girebildiği ortaya konuluyor, kaç öğrencisinin spor, kültür ve sanat, “sosyal sorumluluk projeleri” vb. alanlarda “üstün başarılar” elde ettiği açıklanıyor, öğretim ücretleri ve öteki öğrencilik maliyetleri belirtiliyor mu? Neden acaba; bu türden göstergelerin “müşteri memnuniyetini” arttırmadığı düşünülüyor olabilir mi? Nasıl açıklanırsa açıklansın, bu türden duyurular vakıf üniversiteleri evreninde yüksek öğretim etiği, dahası, Anayasanın 130. maddesinde yer verilen yaptırımlar ile bağdaştırılabilmesi son derece güç değer yargılarının yaygınlaştığını, uygulamaların yapılabildiğini akla getirmiyor mu sizce de? Ne deniyordu Anayasanın 130. maddesinde; anımsayalım ve soralım: 1) “Çağdaş eğitimöğretim esaslarına dayanan bir düzen içinde milletin ve ülkenin ihtiyaçlarına uygun insan gücü yetiştirmek amacı ile; ortaöğretime dayalı çeşitli düzeylerde eğitimöğretim, bilimsel araştırma, yayın ve danışmanlık yapmak, ülkeye ve insanlığa hizmet etmek üzere çeşitli birimlerden oluşan kamu tüzelkişiliğine ve bilimsel özerkliğe sahip üniversiteler…” biçiminde dile getirilen anayasal ilke vakıf üniversiteleri kurulur ve yönetilirken ne denli gözetiliyor? 2) “Kanunda gösterilen usul ve esaslara göre, kazanç amacına yönelik olmamak şartı ile vakıflar tarafından, Devletin gözetim ve denetimine tâbi yükseköğretim kurumları kurulabilir.” Peki, vakıf üniversitelerinin “kazanç amaçları” yok mu gerçekten de? 3) “Kanun, üniversitelerin ülke sathına dengeli bir biçimde yayılmasını gözetir.” Vakıf üniversitelerinin kurulması sırasında bu anayasal yaptırımın gereği ne denli yerine getirilebiliyor? 4) “Üniversiteler ile öğretim üyeleri ve yardımcıları serbestçe her türlü bilimsel araştırma ve yayında bulunabilirler.” Vakıf üniversitelerindeki öğretim üyeleri ve yardımcıları bu anayasal özgürlüğü yeterince kullanabiliyor mu? 5) “Üniversiteler ve bunlara bağlı birimler, Devletin gözetimi ve denetimi altında olup, güvenlik hizmetleri Devletçe sağlanır.” Vakıf üniversitelerinin de devletin gözetimi ve denetimi altında olduğu, güvenlik hizmetlerinin devletçe sağlandığı söylenebilir mi? *** Devletin her türlü kararı ve uygulaması çeşitli düzeneklerle denetlenir, ordunun ve yargının bile yönetsel gelenekleri yerle bir edilir, devlet üniversiteleri ve çalışanları çeşitli yoksunluklar içinde kıvranır ve YÖK’ün akıl almaz baskılarıyla, deyiş yerindeyse “inim inim inletilir”, kendi yöneticilerini bile seçemezken vakıf üniversitelerine tanınan her türlü ayrıcalık giderek “haksız rekabet” olanaklarına dönüşmedi mi sizce de? Peki; “kazanç amacına yönelik olmamak”, gerçekten de vakıf üniversitelerine getirilmiş bir anayasal zorunluluk ise eğer bu duyurular neyin nesi? Kısacası, Anayasanın 130. maddesindeki yaptırımlar vakıf üniversitelerini kapsamıyor mu?
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle