27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 TEMEL DUYGU’YA MODERN ÇAĞIN YENİLERİ KATILDI: ŞÜKRAN (İLİŞKİLERİ GÜÇLENDİREN DUYGU) Şükran duygusunun duygularla ilgili en katı ölçütleri karşılaması için daha epey bir yol kat etmesi gerekiyor. Bu duygunun insanlarda yarattığı sonuçlar kolaylıkla gözlenebilmekle birlikte muhtemelen bir gülümseme ve başın öne eğilmesi henüz nasıl bir yüz ifadesiyle dışavurulduğu tam olarak bilinmiyor. Dahası, şükran duygusu kültürel kökenleri olan bir duygu olabileceğinden, Batılı toplumlar dışındaki insanların da bu açıdan araştırılmaları gerekiyor. Şükran duygusunun hangi durumlarda ortaya çıktığı ile ilgili tartışmalar kültürlere göre farklılıklar gösterebiliyor. Söz gelimi, ABD’de garsonlar bahşiş alıncaya dek tepenizde dikilip dururlarken, Japonya’daki meslektaşları tabağa bırakılan para üstünü müşterilerine verebilmek için peşlerinden koşturuyorlar. Ancak, tüm güçlü duygular gibi şükran duygusu da insanın bir iyilik ya da düşünceli davranış karşısında etkilenmesini ve bunun altında kalmayıp bir biçimde karşılığını vermesini sağlıyor. Şükran duygusu ilk bakışta basit bir “al gülüm, ver gülüm” düzeneğiymiş gibi görünse de, uzmanlar bunun çok daha kapsamlı bir duygu olduğuna inanıyorlar. Kuzey Carolina Üniversitesi uzmanlarından Sara Algoe’nun araştırması şükran duygusunun birlikte yaşayan çiftlerin kendilerini birbirlerine daha bağlı hissetmelerine yol açtığını ortaya koyuyor. Algoe’ya göre, gerçek anlamda düşünceli tavırlar “gönlümüzü kazanacak” kişiyi bulmamıza yardımcı oluyor. Şükran duygusu gelecekte bir olasılıkla yanımızda olacağına inandığımız kişileri daha yakından tanımamız gerektiği yönünde bir uyarı niteliğini taşıyor. Öyle ki, bu duygu romantik ilişkilerde de bir yol gösterici işlevi görüyor. Algoe bu görüşlerinde haklı ise, o zaman şükran duygusunun geliştirilmesi suretiyle gruplar arasındaki toplumsal uyumun geliştirilmesi ve gönüllülüğün körüklenmesi de sağlanabilir. Bir hukukçu yanılgısı: Uygulama başka, teori başka Çetin Aşçıoğlu , Yargıtay Onursal Üyesi, cetinascioglu@gmail.com Yüceltme, İlgi, Şükran, Gurur ve Kafa Karışıklığı ltı temel duyguyu sayabilir misiniz? Bu konuda bir görüş birliğine varmak pek de mümkün değil, ama ruhbilimciler ortak görüşü: Neşe, Üzüntü, Öfke, Korku, Şaşkınlık ve Tiksinti. Bunlar çağımızın Listeyi oluşturan Büyük Altılı, “garip duyguları”.. gerçekten de dünyanın nereAma yine modern sinde olursa olsun insanların yüzlerine aynı biçimde yansıçağın daha masum, yan duyguları içeriyor. garip bulmadığımız İnsanların bir tür olarak başka duyguları da yaşamlarını sürdürmelerinde önemli bir rol oynayan bu var: Hırs, Utanç, duygular, yarım yüzyılı aşkın Sıkıntı, Gerginlik, bir süre boyunca yoğun araşKıskançlık ve Sevgi tırmalara konu oldu. A Atalarımız düşmanlarından kaçmak ya da onların üstesinden gelmek için korku ve öfkeye, hastalıklardan kaçınmak için tiksinmeye gerek duyarlardı. Gelgelelim, zaman değişti artık. Şimdi başka duyguların öne çıktığı çok daha incelikli bir dünyada yaşıyoruz. Örneğin, hırs, utanç, sıkıntı, gerginlik, kıskançlık ve sevgi, modern çağı simgeleyen duygular olabilir. Ancak günümüzde giderek önem kazanan çok daha garip duygular var. Burada her biri Büyük Altılı’nın yanında yer almayı hak edebilecek denli güçlü gerekçeleri olan bu duygulardan beşine yer veriliyor. Rita Urgan, Kaynak New Scientist, 16 Ocak 2010 (DEĞİŞİM ZAMANI DUYGUSU) İster tiyatroda, ister sanat galerisinde ya da yabancısı olduğumuz bir kentte dolaşırken olsun, hepimiz bu duyguyu yaşamışızdır. Ne var ki, karışıklık tanımlanması güç bir duygudur. Kaliforniya Üniversitesi’nden Dacher Keltner bunu “çevrenin yetersiz ya da çelişkili bilgi verdiği yönünde bir duygu” olarak betimliyor. Gelgelelim, kafa karışıklığı gerçekten de bir duygu mudur? Kimi ruhbilim uzmanları bu görüşü son derece rezil bulurlarken, kimileri karışıklığı en aşırı uçlarda bir duygu olarak tanımlıyorlar. Bununla birlikte, Silvia özellikle çatılan kaşlar, kısılan gözler, kimi zaman ısırılan dudaklar gibi yüz ifadeleriyle kolaylıkla saptanabilmesi özelliği nedeniyle karışıklığın temel bir duygu olarak değerlendirilmesi gerektiğine inanıyor. Silvia’ya göre bu duygu beynimizin bize işlerin düşündüğümüz biçimde yürümediğini, kafamızda yarattığımız dünya örneğinin yanlış ya da yetersiz olduğunu anlatmanın bir yolu. Bu duygu kimi zaman insanın kabuğuna çekilmesine neden olduğu gibi, kimi zaman da ilgisinin başka bir yere odaklanmasına ya da öğrenme yönteminde değişikliğe gitmesine yol açabiliyor. Bu duyguyla ilintili bir görüş de, kafa karışıklığı izlenimini veren yüz ifadesinin başkalarında yardım etme isteğini uyandırdığı yönünde. Gerçekten öyle ise, o zaman kafa karışıklığı yeni bilgiler edinme ve toplumsal ilişkileri yüreklendirme işleviyle 21. yüzyılın en kusursuz duygusu olmayı hak edebilir. KAFA KARIŞIKLIĞI YÜCELTME (MORAL VERİCİ DUYGU) A.B.D Başkanı Barack Obama’nın geçtiğimiz yıl ekonomik krizin ortalarında yaptığı bir konuşmanın ardından, Virginia Üniversitesi’nden Jonathan Haidt’ın adını koyduğu yüceltme duygusu, görünüşte evrensel bir duygu. Günümüzün yazma bilmeyen toplumlarında henüz görülmese de, Japonya’dan Hindistan’a, ABD’den Filistin’e dek birçok ülkenin insanlarında tanık olunması yüceltme duygusunu Büyük Altılı ile eşit bir konuma oturtuyor. Ancak bu duygunun yaşamımızı sürdürmeye yarayan en temel duygular arasında yer alabilmesi için bir amaç da içermesi, gelişmemizi sağlayacak edimleri devinime geçirmesi gerekiyor. O halde, yüceltme ne işe yarıyor? Heidt önceleri bu duygunun bizleri daha soylu, ya da daha yüce gönüllü kıldığına inanıyordu. Ancak denekleri iki gruba ayırıp birine Ophrah dizisinden yüceltici bir sahne, ötekine de Seinfeld dizisinden yüceltici olmayan bir sahne izlettiği ve ardından onlara bir yabancıya yardım etme şansı tanıdığı araştırması sonucunda Heidt iki grup arasında herhangi bir fark göremedi. Bunun üzerine, yüceltilen insanların bu deneyimlerini dile getirirken sıklıkla sözünü ettikleri tıkanma duygusunun oksitosin hormonuyla ilintili olabileceğini düşündü. Öğrencisi Jennifer Silvers’in oksitosinin emziren annelerde süt akışını sağladığı görüşünden yola çıkan Heidt, bu kez aynı kayıtları emziren annelere izletti. Sonuçta Ophrah izleyen annelerin, Seinfeld izleyenlere kıyasla, sütünde bir artış olduğu ve bebeklerini beslemeye ve kucaklamaya daha uzun zaman ayırdıkları görüldü. Oksitosin, insanların yabancılara yardım etmelerini sağlamak yerine, dokunma, kucaklaşma ve karşılıklı güven duygusu yaratma gibi arzuları körüklüyordu. Görülen şu ki, yüceltmenin bir fizyolojik bir de güdüleyici etkisi var. Ancak, Büyük Altılı’nın tersine, yüze yansıyan belli bir göstergesi yok. Yüceltme aynı zamanda oldukça ender tanık olunan bir duygu. Kişiden kişiye büyük farklılıklar gösterse de, insanlar genelde bu duyguyu haftada bir kezden az yaşıyor. Heidt yüceltme duygusunun güven yaratma amacıyla kullanılabilmesi durumunda günümüz dünyasında kişisel ilişkilerin güçlenmesine ya da onarılmasına katkıda bulunabileceğine dikkat çekiyor. GURUR (İKİ YÜZLÜ DUYGU) Küstah ve kibirli gurur duygusu oldum olası yedi ölümcül günahın en ölümcülü olarak bilinir. Ne var ki, gurur kimi zaman son derece soylu bir duygu da olabilir. Bir işi başarmanın sonucunda yaşanan, insanın kendisini mutlu ve değerli hissetmesini sağlayan o duyguyu hepimiz tatmışızdır. Gurur duygusuna odaklanan birkaç uzmandan biri olan British Columbia Üniversitesi ruhbilimcilerinden Jessica Tracy işte bu yüzden “kibirli gurur” ile “gerçek gurur” arasında bir ayırım yapıyor. Tracy gurur duygusunun iki farklı biçimde ortaya çıkabileceğine, ancak dışa yansıyan görüntüsüne bakarak hangisi olduğuna karar verilemeyeceğine dikkat çekiyor. Her iki durumda da insanlar genellikle başlarını geriye itiyor ve omuzlarını gererek göze olabildiğince büyük görünmeye çalışıyorlar. Charles Darwin’in “İnsan ve Hayvanlarda Duyguların Dışavurumu” adlı yapıtında da belirttiği gibi, gururlu insan “şişmiş ya da kabarmış” gibi bir görünüm sergiliyor. Öyle ki, gurur duygusunun tipik bir yüz ifadesi var, ama öteki temel duyguların tersine, bu duygunun dışa vurulmasında yüz yalnızca küçük bir rol oynuyor. Gurur “özbilinçli” bir duygu olması açısından da Büyük Altılı’dan farklı bir özellik taşıyor. Utanç, suçluluk ve sıkılganlık gibi, gurur da benlik bilincini ve kendi kendini değerlendirme yetisini gerektiriyor. Peki, gurur duygusunun amacı nedir ve görüntüleri aynı olmakla birlikte neden iki farklı biçimde kendini belli eder? Genelde insanlar gurur duygusunun dışa vurumuna tanık olduklarında bunu yüksek statüye bağlarlar. Öyle ki, gurur insanları saygınlık kazanmak amacıyla iyi bir şeyler yapmaya iter. Ancak bunu yapmanın iki farklı yolu vardır. İlki, üstünlük kurmaya dayalıdır ve genellikle insan olmayan primatlarda görülür. Bu nedenle, ötekilerin üstesinden gelebilecek ya da öldürebilecek daha iri ve daha güçlü bireylere saygı duyulur. Bunların insan türündeki özdeşleri oyun alanlarındaki kabadayılar ve her şeye burnunu sokan çok bilmiş patronlardır. Statü edinmenin ikinci yolu saygınlıktır. Bu durumda bilgi ya da beceri yolu ile saygınlık ve güç kazanılır. Bu iki yol gururun iki farklı türünün tanımına tam tamına uyuyor. Birinde saldırganlık ve aşırı güven ağır basarken, ötekinde yoğun çalışma ve özgeci davranışla başarıya ulaşma arzusu devinime geçiriliyor. İLGİ (MERAK UYANDIRICI DUYGU) İlgi, korku ya da neşeye kıyasla insanın yüzünden çok daha güçlükle okunan bir duygu olmasına karşın, yine de kendine özgü bir yüz ifadesine sahip. İlginin de görünürde bir amacı var. Kuzey Carolina Üniversitesi ruhbilim uzmanlarından Paul Silvia bu duygunun insanlarda öğrenmeyi para ya da başarı sağlamaktan çok, salt bilgi sahibi olmak amacıyla öğrenmeyi körüklediğine inanıyor. Bu da ilginin neden günümüzde saygınlık kazandığı konusuna bir açıklık getirebilir. Bu durum alışkın olmadığımız deneyimlerle birlikte ortaya çıkan korku ve kaygı karşısında dengeleyici bir unsur olarak değerlendirilebilir. İlgiden yoksunluk insanlarda genellikle sinir bozucu bir etki yaratan yeniliklerden ya da karmaşık koşullardan kaçınmamıza neden olur. Silvia bu durumun evrimsel tarih açısından ele alındığında son derece mantıklı olduğuna, ancak günümüz dünyasında entellektüel gelişmeyi önleyeceğinden feci sonuçlar doğurabileceğine dikkat çekiyor. İlginin daha farklı bir konuma oturtulması gerektiğini savunan bir başka görüş de, bu duygu sonucunda işlerin ters de gidebileceği olasılığı. Kimi ruhbilimcilerin temel duyguyu tanımlarken kullandıkları bir ölçüt, o duyguyla bağlantılı sapmaların ya da olumsuzlukların olmasıdır. Örneğin, aşırı düzeyde korku duyma panik ya da süreğen kaygıya neden olabilir. Benzer biçimde, aşırı ilgi de yinelemeli, tüketici ve zorlayıcı davranışlara yol açabilir. O halde, ilginin duygular kümesindeki konumu nedir? Doğuştan meraklı yaratıklar olan insanlar günlük yaşamlarında sürekli ilgi duyarlar ve ilgi duydukları konulara epey zaman harcayıp, bunlar üzerine kafa yorarlar. Yalnızca bu durum bile ilginin duygular arasında önemli bir yere sahip olmasını gerektirebilir. Ancak Silvia’ya göre, ilginin gerçek gücü bizleri coşkulu ve çılgın yaşamlarımıza bağlı tutma yeteneğidir. Kabımızı küçük tutarsak denizde yıkanmaya hakkımız olmaz. Mevlana Hak aramanın son kapısı yargı yerlerinde, gerek “hak ve çıkarların somut olay içinde güncelleştirmek, savunmak; yargıca anlatmak ve inandırmak”, gerekse “çatışan haklardan doğru yargılara (hüküm) ulaşmak” dünyadaki zor ve tehlikeli işlerin başında gelir. Bu nedenle doğru ve güvenli yargılamayla hak ve adalete ulaşma bilimsel düşüncenin önemini kavramış yargıç, savcı ve avukatların varlığını gerekli kılar. Türk yargı düzeninden giderek artan sızlanmaların temelinde, kuramsal (teorik) bilgilerin oluşturduğu bilimsel düşüncenin, bilerek ya da bilmeyerek dışlanması yatar. Bu nedenle; adalet, çok büyük ölçüde, bilimsellikten uzak ve pratik alanın disiplinden yoksun kuralları içinde gerçekleştirilmeye çalışılır. Bu düzen, usun ve bilimin onaylamayacağı yaygın söylemle savunulmaktadır: Teori başka, uygulama başka. İşin tehlikeli yanı; bu ilkel inanç, genç yargıç adaylarına öğütlenerek bilimsel düşünce yeteneklerinin gelişmesi işin başında körleştirilmektedir: İsmi büyük kendi küçük Türkiye Adalet Akademisi’nde (TAA) bir yargıç adayının sorusu üzerine “teori başka uygulama başka” yanıtı veren yıllanmış yargıç, kendi bilgisizliğini bu uydurma gerekçeyle gizlemeye çalışmıştır. ka” uyduruk inancın, olumsuz etkisi ağırlıklı olarak usul çiğnemelerinde görülmektedir: Son yıllarda giderek güncelleşen ve yargıya karşı güveni sarsan “gözaltına alınmalar” , “tutuklamalar”, “gerekçesiz kararlar” gibi usul çiğnemeleri, bilimsel düşünme yoksunluğunun ürünüdür. BİLİRKİŞİ KARARLARI Çok çarpıcı bir örnek de “yargının kanayan yarası” bilirkişi uygulamasıdır. Tüm hukuk ve maddi olgu sorunlarının bilirkişiye çözdürülmesi ve bilirkişi öyle dediği için yargı buyruğunun oluşturulması eleştirildiğinde, alınacak yanıt yine “teori başka uygulama başka” olacaktır. Bilirkişinin yargıçlaşmasının hukukçu için bir onur sorunu olduğunu yüreğinde duymuyorsa tabii. Düşünce açıklaması nedeniyle açılan manevi (tinsel) tazminat davasında usulün 376 ve 377 maddelerin bana tanıdığı sözlü savunma hakkımı kullanacağımı söyleyince, yargıç, “Burası asliye hukuk mahkemesi, sözlü savunma yapamazsınız, yazılı savunma yapınız” yanıtı verdi. Oysa ben değil o hukuku bilmiyor ve “asliye hukuk mahkemelerinde sözlü savunma yapılmaz” yanlış uygulamasında direniyordu. Tartışma uzayınca “sanırım emekli bir yargıç olmam” nedeniyle lütfedip istemi kabul etti. Bugün hangi asliye hukuk mahkemesine giderseniz gidiniz aynı yanıtı alacaksanız. Avukatlar mı? Bildiğiniz gibi sessiz ve ilkesiz. 9 Eylül Hukuk Fakültesi’nde birinci sınıf öğrencilerine “mahkemelerde duruşmaları izleyip görüşlerinizi açıklayınız” biçiminde ödevden çıkan sonuçların bir bölümünü ana başlıklarıyla sizlerle paylaşmak istedim: “Yargıçlar işlerini ciddi yapmıyorlar”, “her hâkim ben bilirim umursamaz havası içinde kendini ilâhi bir güç gibi görüyor”, “içgüdüsel kararlar alıyorlar izlenimi edindik”, “önemli davalarda bile savcılar dinlemiyor, yargıç resim yapıyor”, “yargıçlar çok gergindi insanları azarlıyorlardı, yargılananlar da neyi söyleyeceklerini şaşırıyordu”, “duruşmada herkese sen diye hitap ediyorlar”, “avukatlarla alaycı konuşuyorlar, bazen de azarlıyorlar”, “avukatlar yargıçlar karşısında sessiz, el pençe divan duruyorlar” , “mübaşirler de insanları itip kakıyor (1). Hukukçu, çoğun, açıklamasız, yorumsuz alt alta dizilmiş içtihatlı kitapları yeğliyor. Çünkü yüksek mahkeme kararları yargıçlar için tabu durumuna gelmiştir. Az da olsa yayınlanan bilimsel yapıtların 1000 baskıları bile yıllarca kitabevlerinin raflarında bekliyor. Yargının bilimsellikten uzak bu durumun temel nedeni “Hukuk ve yasa kurallarını bilimsel bir görüşle inceleme, toplumsal ve ahlaki yönden araştırma değerlendirme”, “bilimsel uslamla (akıl yürütme) yöntemlerini kullanma” yetenek ve alışkanlığını kazandırmayan hukuk öğretimi ve eğitimidir. Bu sorun çözülmeden HSYK’de üstelik politik amaçlı değişiklikler yapmak sorun çözücü olmaz; yeni daha büyük sorunlar kapıda bekler. İster istemez insanın usuna “bu düzenlemeyi yapanlar da teori başka uygulama başka cahili mi” sorusu geliyor. Ne dersiniz? (2) M.Özekes Yargı Reformu Bilgi Şöleni TBB Yayını 2008 BÜTÜNSEL KAVRAMLAR Prof. M. Özekes’in bir sempozyumda eleştirdiği bu olayı, TAA’nde ders veren Yargıtay Daire Başkanı bir yüksek yargıca anlattığımda, “Doğrudur; öğrencilere, ‘kararlarında yüksek mahkeme içtihatlarını esas almalarını, teorik bilgilerin kafa karışıklığı yaratacağını ve kararlarının bozulması durumunda kötü not alacaklarını uyardım’ yanıtı aldım.” Bu ilkel inancın kaynağı, bilgisiz ve özensiz hukukçularımızın, hukuk biliminin ve yasaların öngördüğü ilke ve yöntemleri uygulamayarak bozdukları yargılama düzeninin gerçek görünümdür. Oysa Medeni Yasa’nın 1. maddesi: “Hâkim, karar verirken bilimsel görüşlerden ve yargı kararlarından yararlanır” ilkesi ile ayrım yapmaksızın her alanda çalışan yargıca izleyeceği yöntemi buyurur. Çünkü hukuk bilimi Tanrısal ve beşeri alanın bilgisi, haklı ve haksızın bilimidir. Bilimden yararlanmayan hukukçu görevini savsayarak yerine getirmemiş sayılır. Her alanda olduğu gibi yargısal alanda da teori ve pratik bir birini bütünleyen kavramlardır. Hukukçu bilimsel görüşlerden ve yargı inançlarından edindiği bilgilerden yararlanarak sorun çözerken, hukukçu kimliğini varsıllaştırmakla kalmaz, hukukun gelişmesine de katkı da bulunur. Bu bağlamda bilimsel düşüncenin, uzmanlık alanındaki hukuksal bilgilerle birlikte hukukun diğer dallarından da (felsefe sosyoloji vb.) yararlanarak varsıllaşacağı da bilinmelidir. Bir de yaşamı bilen hukukçu kimliği. Uygulamada “teori başka uygulama baş CBT 1202/10 2 Nisan 2010 CBT 1202/11 2 Nisan 2010
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle