Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
AYLAK BİLGİ Tahir M. Ceylan tahirmceylan@gmail.com Uyku Konusunda Bilmediklerimiz • Kronik horlama sorununa, yumuşak damak ile gırtlak dokularının sertleştirildiği, uvulopalatofaringoplasti adıyla bilinen bir cerrahi işlem uygulanmak suretiyle çözüm getirilebilir. Bir başka seçenek de, yumuşak dokunun sertleştirilmesi amacıyla damağa bir kimyasal enjekte edilmesidir. Bu işleme snoroplasti adı verilmektedir. Bu seçeneğe başvurmak hiç de iyi bir fikir değil: 2002 yılında Oxford Üniversitesi’nden bir grup bilim insanı tarafından yapılan bir araştırmanın ardından geleneksel koyun sayma uygulamasının uykusuzluk sorununa çözüm getirmede etkisiz olduğu sonucuna varıldı. Bu işlemde zihinsel etkinlik öylesine sıkıcı ki, başka sorunlar ve kaygılar kaçınılmaz olarak su yüzüne çıkıyor. Sorumluluk bu yeni anlamıyla, sadece kendinin, ailenin ve çocuklarının davranışlarından değil ama aynı zamanda bütün bir toplumun davranışlarından da sorumlu olmak demektir.. • • Sorumluluğun Epigenetik Temeli Sorumluluk duygusunun hem doğuştan hem sonradan kazanılmış bir yapı olduğuna dair bazı gözlemlerim var. Bebeklikten itibaren aynı bakım yurdunda büyümüş çocukların arasından sorumluluk duygusu çok yüksek kişiler çıkabildiği gibi, herkesin kanına giren madrabazlar da yetişebilmektedir. Bunun tersi olarak tek yumurta ikizleri aynı genetiğe sahip oldukları halde her zaman aynı sorumluluk düzeyinde olmaz. Bu durum bizi sorumluluğun temellerinde hem çevrenin hem genetiğin etkili olduğunu düşündürür. Biliyorsunuz epigenetik, aynı gen yapısının farklı çevre koşullarında farklı biçimde eksprese olması (örneğin aynı genetik yapıya sahip bir grup arının arı sütüyle beslenenlerinin kraliçe, beslenmeyenlerin işçi arı olması) ve genlerin eksprese olan bu haliyle sonraki kuşaklara geçmesi demektir ki, bu aslında açıkça, benim yaşam tarzımın benim çocuklarımın genetiğini belirlemesi anlamına gelir. Yani eğer ben, diabetik genetik yapı taşımadığım halde, sürekli tatlı yersem sonraki kuşaklarımda diabet ortaya çıkartabilirim. Altrüstlerin yıllarca ancak toplum varsa sorumluluk vardır dedikleri düşünce bugüne kadar geçerli olsa da, bizim bu bilgiyi edinmemizden sonra çökmüş görünüyor; çünkü kişi toplumsal bir yapı kazanmasa da, sırf bu bilgiye sahip olduğu için, sonraki kuşaklarını her anlamda iyi tutmak yolunda yüksek bir sorumluk duygusuyla yaşayabilir. Bugün yaptığı hırsızlığın, sözgelimi açgözlülük genlerini uyararak, oğlunun da hırsız olmasına neden olacağını bilen bir babanın hırsızlık yapması sanırım kolay değildir. Epigenetik insana bakışımızda ufuk genişletti. İnsanın bugün yaptıklarının, benim “ortak benlik” adını verdiğim, türümüzün bütün birikiminin enerji ve bilgi olarak tutulduğu havuzda toplanması ve sonraki kuşaklara ulaştırılması, yaptığımız hiçbir şeyin kayıtsız ve aktarımsız kalmaması nedenleriyle hepimizin önüne devasa bir sorumluluk alanı açıldığını fazla uzun olmayan bir zaman aralığı içinde göreceğiz. Eskiden sorumluluk duygusuyla yaptığımız eylemlerin kültürel olarak sonraki kuşaklara aktarıldığını düşünür ve bu yöndeki birikimleri mitleştirerek bir söylence halinde kuşaktan kuşağa aktarırdık. Ama şimdi anlıyoruz ki, meğer yaptıklarımız DNA mıza işleniyor ve sonraki nesillere aktarılıyormuş. Böyle bir durumda çocuklarımızı, sadece kendimizin değil, aynı zamanda yaşıtlarımızın da davranışlarının insafına bırakıyoruz demektir. Yaşıtlarımızın davranışlarını düzeltemezsek, çocuklarımızın torunlarımızın da genetiğini bozulmadan bırakamayız. O halde sorumluluk bu yeni anlamıyla, sadece kendinin, ailenin ve çocuklarının davranışlarından değil ama aynı zamanda bütün bir toplumun davranışlarından da sorumlu olmak demektir. Aksi durumda çünkü, okyanusta bir damla olarak kalıp, ortak benliğe sorumsuz üyelerce kazandırılmış bilgi ve enerji yükünün altında ezilip gitmek mümkündür. Dolayısıyla kocaman bir toplumda, sadece birkaç kişinin sorumlulukla hareket etmesi sonraki kuşakların sorumlu halde devam etmesi için yeterli değildir. Çünkü bu durumda diğerlerinin sorumsuz yaşamlarından gelen DNA kayıtları o kadar baskın olacaktır ki, sorumluluk genlerinin ortak benliğin kocaman havuzunda tümüyle kaybolması pek mümkündür. O yüzden sorumluluğun topluma her türlü yolla(felsefi, dini öğretiler, içgörü gelişimine yönelik eğitsel çabalar vb.) aşılanması insanlığın ortak çabası olmalıdır. Fransız düşünürü Rochefoucault şöyle demişti: Bencillik kolundan tutmasaydı, sorumluluk fazla ileriye gidemezdi. Bugün sorumluluğu insanımıza, senin gelecek kuşakların daha iyi olacak diyerek, yani bir yerde onun bencilliğini uyararak ancak verebiliyoruz. Olsun yine de, yüzyıllarca zor koşullarda yaşamış insanoğlunun bencilliği hoş görülebilir, yeter ki üzerine sorumluluk duygusu koysun. Eğer huzuru, işleyen temel sistemle eşgüdüm içinde(senkronize) olmak diye tanımlarsak, onu en çok tadacakların sorumluluk duygusunu en yüksek oranda taşıyanlar olacağını söyleyebiliriz. Bunu gerçekleştirmek elbette ki zordur, bu ancak sahicilik, beraberlik ve ait hissetme duygusuyla sağlanabilir. İnsanların bugün azının bu duygulara sahip olması, onların ilelebet sorumsuz kalacağı anlamına gelmemeli. Yüksek duygular, bilinenin aksine kolay öğrenilen şeylerdir. Bir kere deneyen tadına varır! •Yatak şiltelerinin ortalama ömrü 810 yıldır. Bu süre içinde şiltelerde kirli bir madde oluşur. Bir araştırmaya göre, bebeklerde ani ölüm sendromu şiltelerde barınan bakterilerle yakından ilintili. Erişkin bir tahtakurusu bir yıl boyunca hiç beslenmeden yaşamını sürdürebilir. 2004 yılında A.B.D’de 35 milyonu aşkın kişiye uyku ilacı reçetesi yazıldı. Yaşları 2044 arasında değişen erişkinler arasında uyku ilacı kullananların sayısının son dört yılda iki katına ulaştığı belirtiliyor. Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından 2003 yılında yapılan bir araştırma Türkiye’de ölümle sonuçlanan trafik kazalarının %13’ünün uykusuzluğa bağlı olarak meydana geldiğini ortaya koyuyor. • • • •Yeni kuşak otomobillerin kimilerinde dikkatin dağılması ya da uyku bastırmasına karşı sürücüyü uyaran gelişkin sistemler bulunuyor. Bir milyon erişkinin altı yıl boyunca gözlendiği bir araştırma geceleri 67 saat uyuyanlarda ölüm riskinin 8 saat uyuyanlara kıyasla daha düşük olduğunu ortaya koyuyor. 1964 yılında, Randy Gardner adında 17 yaşındaki bir genç 264 saat 12 dakika boyunca uyanık kalarak dünya rekoru kırdı. Ardından 15 saat uyudu. Uykuda geçirdiği bu süre rekor kırmasına yetmese bile kayda değerdi. • • •Avrupa Birliği ölçütlerine uyum sağlamak amacıyla İspanya “siesta” adıyla bilinen öğleden sonra şekerleme geleneğinin kaldırılması yönünde bir kampanya başlatmıştı. Kısmen bu şekerlemeleri sayesinde olsa gerek, İspanyollar öteki Avrupalılara kıyasla geceleri ortalama 40 dakika daha az uyuyor. İşyerinde meydana gelen kazaların en yüksek düzeyde seyrettiği AB ülkesi olan İspanya, üretkenliğin de en düşük olduğu üçüncü ülke konumunda. Hindistan’da Müslüman bir çift kocanın uykusunda “talak” diye mırıldanması üzerine ayrılmak zorunda bırakıldı. İslam yasalarına göre bu sözcüğün üç kez art arda yinelenmesi sonucunda boşanma gerçekleşiyor. Uyurgezer birini uyandırmanın tehlikeli olduğu görüşü salt bir söylenceden ibaret. Uyurgezerlerin çatıya tırmanmak ve kendilerine çılgın boyutta sandviçler hazırlamak gibi inanılmaz işler yaptıkları düşünülürse, onları uyandırmak muhtemelen çok daha zararsız olacaktır. Balinalar ve yunuslar belli sürelerle su yüzüne çıkıp soluk almak zorunda olduklarından, bu canlıların beyinlerinin bir yarısı uyku durumuna geçerken, öteki yarısı uyanık kalır. Düş görmek, REM uykusu sırasında her 90 dakikada bir beyin sapından gelen elektrik akım patlamaları ile ilintilidir. Ortalama bir insan yaşamının altı yılı aşkın bir süresini ya da yaklaşık 136.000 saatini düş görerek geçiriyor. • • • • • CBT 1204/8 16 Nisan 2010 •Gelgelelim ki, hiç kimse neden düş gördüğümüz konusuna bir açıklama getiremiyor. •Türkiye’de 411 yaş arası her 100 çocuktan 20’sinin geceleri uyurken yatağını ıslattığı belirtiliyor. Bu durum tıpta “enürezis nokturna” olarak biliniyor. •Uykuya dalma korkusu ise “somnifobi” adıyla biliniyor. Discover Rita Urgan