Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
POLİTİK BİLİM Aykut Göker http:/www.ınovasyon.org;hagoker@ttmail.com Ülkemizde ARGE Merkezi sayısı 56 oldu Ama Türkiye, henüz ileri teknoloji üretiminde en fakir ülkelerden biri.. Yürürlüğe konan biyogüvenliğin mi yoksa biyogüvensizliğin mi yasası? Biyogüvenlik Yasası’na Dair (3) Biyogüvenlik Yasası’nın, ‘GDO ürünlerinin dayandığı bilimsel ve teknolojik araştırmaları başkaları yapacak, bu ürünleri başkaları üretecek, Türkiye de bunları hep ithal eden bir ülke konumunda olacak’ kabulüyle hazırlandığına işaret etmiştim. Bizde de çok geniş bir kesimin GDO ürünlerine kuşkuyla baktığı; bu ürünlerin ithali bir yana, Türkiye’de üretilmelerini de istemediği biliniyor. Dolayısıyla, aynı kesimin, bu ürünlere yolu açan bilimsel ve teknolojik araştırmalara da pek sıcak bakmadığı yine bilinen bir gerçek... Ancak konu gelip ülke olarak bu alandaki araştırmalardan vazgeçmek noktasına dayandığında, iş değişiyor. Daha önce yazmıştım; ama tekrar etmenin tam zamanı... Avrupa Komisyonu‘nca tarımsal gıda sanayileri konusunda yaptırılan bir araştırmanın sonuç raporunda (Downey, L., 2005, “AgriFood Industries & Rural Economies / Competitiveness & Sustainability / the Key Role of Knowledge”, Directorate General of Research, European Commission.) şöyle deniyordu: “Avrupa Birliği’nin, kendi gıda sanayiinin uzun dönemdeki rekabet üstünlüğü için, biyoteknolojiye ve yaşam bilimlerindeki diğer ilerlemelere dayalı teknolojilere yatırım yapması yaşamsal önemdedir. Özellikle ABD, Avustralya, Yeni Zelanda, Brezilya, Hindistan ve Çin’de, bu teknolojilerin geliştirilmesi amacıyla yapılan yatırımların büyüklüğü, uluslararası rekabeti Avrupa’nın baş meselesi haline getirmiştir.” Burada altı önemle çizilen, “biyoteknolojiye ve yaşam bilimlerindeki diğer ilerlemelere dayalı teknolojilere” yatırımı, sayılan alanlarda ‘araştırma yapmaya’, ‘yeni bilgiler üretmeye’ yatırım olarak anlamak gerekir. Çünkü hemen sonra, Rapor’da, şu uyarı yer alıyor: “Avrupa biyoteknoloji araştırmalarına yatırım yapmazsa, Avrupa gıda sanayii, sayılan ülkelerle rekabet edememek bir yana, ihtiyacı olan ama cahili olduğu bir teknolojiyi ithal etmek durumunda kalacaktır.” “Cahili olduğu teknolojiyi ithal etmek...” Demek ki, biyoteknoloji ve yaşam bilimlerindeki diğer ilerlemelere dayalı teknoloji alanlarında yeterince araştırma yapmayan bir ülke, bir gün gelecek, neyi ithal ettiğinin bile farkına varamayacak! Gerek ülkemiz gerekse GDO ürünlerine kategorik olarak karşı çıkanlar açısından kaydetmeye değer bir uyarı... Aynı raporda, biyoteknolojideki gelişmelerin toplumda yarattığı risk algılamalarını giderebilmek için de söz konusu araştırmaların gerekli olduğu vurgulanıyor. Kabul etmek gerekir ki, bu risk algılamaları çoğu kez bilimsel bir temele dayanmayabilir ve gereksiz yere, biyoteknolojiden sağlanacak toplumsal yararın önü kesilebilir. Bu konuda söylenen şu: “Kamuoyunun biyoteknoloji ile ilgili risk algılamaları konusunda uğraşılması gereken güncel mesele riskler değil, biyoteknoloji ve diğer, hızlı değişen teknolojilere eşlik eden belirsizliklerdir. Bu belirsizliklerin giderilmesinde finansmanı kamu kaynaklarından karşılanan araştırmalardan elde edilen bilgiler anahtar görevi görür. Bu görev, üniversitelerin ve devletin araştırma enstitülerinin biyoteknolojide oynayabileceği merkezi rolü çok açık bir biçimde gözler önüne sermektedir. Üniversiteler ve devletin araştırma enstitülerince üstlenilen stratejik araştırma programları için gerekli finansmanın kamu tarafından sağlanması belirsizliklerle uğraşmanın en etkin yoludur. Söz konusu rolün gerekleri özel şirketler ya da bu tür şirketlerin finansmanına dayanan araştırmalarla sağlanamaz.” Bütün bunlar dikkate alındığında, Biyogüvenlik Yasası’na dair söylenebilecek son söz şudur: Bilim, teknoloji ve sanayi üretiminde iddialı olan bütün ülkelerde GDO ürünlerinin geliştirilmesi ya da yenilerinin ortaya konması için yapılan araştırmalar aralıksız sürmektedir. Önemli olan, konuyla ilgili belirsizlikleri ve varsa riskleri ortadan kaldırmaya yönelik araştırmalara gereken ağırlığın verilmesidir. Bunun yolu, dikkatinizi çekerim, Avrupa’nın gelişmiş kapitalist ülkeleri için hazırlanmış bir raporda ortaya konuyor: “Üniversiteler ve devletin araştırma enstitülerince üstlenilecek stratejik araştırma programları...” Biyogüvenlik mi arıyorsunuz? Önce bilimden vazgeçmeyin ve kamunun bilimsel araştırmalardaki rolünü iyi kavrayın. Bunu yapamıyorsanız, yürürlüğe koyduğunuz yasa biyogüvensizliğin yasası olur... E ricsson'un İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Maslak Yerleşkesi’ndeki açtığı ve 194 mühendisin çalışacağı ARGE Merkezi ile, geçen yıl çıkartılan ARGE teşvik yasasından yararlanan küresel şirket sayısı 56'yı buldu. ARGE yatırımlarının miktarı ise 450 milyon dolar olarak gerçekleşti. Teknokentlerle birlikte ARGE faaliyeti yapan şirketlerin sayısı ise 1000'i aştı. Dünya gazetesinden İbrahim Ekinci'nin haberine göre, ARGE ve Teknoloji Geliştirme Merkezlerin üretilerek başvurusu yapılan / tasdik edilen patentlerin sayısı 297. Bu merkezlerde toplam 11.359 kişi çalışıyor, bunların 9.018'i ARGE elemanı, Bugüne kadar 6039 proje bitirildi ve 3484 proje üzerinde çalışılıyor, buralardan 540 milyon dolarlık ihracat gerçekleştirildi. ARGE merkezi kuran şirketler arasında Huawei, General Electric, General Mobile, Pfizer, BSA Ev aletleri Alcatel Lucent, Microsoft, Nortel teletaş, Deva, Mercedes, Ericsson, Siemens de var. Ericsson'un Türkiye Genel Müdürü Özgür Tohumcu, açılış töreninde, Türkiye’de teknoloji alanında eğitimi desteklemek için projeler yaptıklarını belirtti. ARGE laboratuvarlarında IPTV ve Mobil TV çalışmalarına ilişkin altyapı ve en yeni IMS çekirdek şebekesi var. Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, Ericsson’un 120 yıl önce Dolmabahçe Sarayı’na ilk santrali kurduğunu anımsattı ve dünyada son 30 yıl içerisinde bilim ve teknolojide entegrasyon dönemine girildiğini belirtti: “Amerika’da altı bin, Avrupa Birliği ülkelerinde ise iki bin teknopark var. Türkiye’de ise teknopark sayısı bugün 40’a yükseldi. Türkiye’nin ARGE harcamaları 2009’da binde 8’e yükseldi.” Klinik Araştırmalar Pazarı büyüyor: Ülkemizde 20 ilaç şirketi klinik araştırmalar yapıyor. Geçen yıl 46 milyon dolarlık yatırım yapıldı. Dünyada ilaç araştırmaları pazarı ise 90 milyar dolar! SanofiAventis medikal direktörü Edibe Taylan'a göre, Türkiye yılda 1 milyar doları çekebilir. Sanofi Aventis klinik araştırmalara geçen yıl 11 milyon dolarlık yatırım yaptı. Şirketin bu amaçla kurduğu eğitim programı “Akademika” ile eğitilen doktorlar bütün dünyada geçerli “İyi Klinik Uygulamalar Sertifikası” alıyor. Şimdi Birleşik Arap Emirliğinde 600 hekim eğitilecek. Dünyada ARGE laboratuvarlarında 9 bin 200 yeni molekül üzerinde çalışılıyor. Ama klinik araştırma ve ruhsat aşamasında olanların sayısı ise şimdilik 2700. 596’sı kanser, 73’ü artrit, 71’i HIV, 60’ı diyabet ve 57’si Alzheimerla ilgili ilaçlar. İlaç sektöründe toplam cironun yüzde 18.7’si ARGE harcamalarına gidiyor. Verilen bilgilere göre, hastalıklara iyi gelebilecek bir molekül keşfetmek için 10 bin molekülle yola çıkılıyor, klinik araştırmalar safhasına sadece 5 molekül gelebiliyor. TEKNOLOJİ FAKİRİYİZ Öte yandan Ankara Ticaret Odası'nın araştırmasına göre, Türkiye'nin her yıl verdiği dış ticaret açığının yüzde 98'i teknoloji fakiri olmamızdan kaynaklanıyor. Yıllardır savunduğumuz bu görüş giderek daha yaygın çevrelerde kabul gördü. İleri teknoloji ürünlerini ithal ediyoruz! 2009'da ise ihraç ettiğimiz ileri teknoloji ürünü hacmi, sadece 3.1 milyar dolar... Bir otobüs satıyoruz, karşılığında ise 1 kilo kalp pili alabiliyoruz! Sinan Aygül, ATO Başkanı, “Artık yapısal hale gelen cari işlem açığını ancak ileri teknoloji ürün üretimine geçerek yok edebiliriz” dedi. ATO araştırmasına göre, geçen yıl 102.1 milyar dolarlık ihraca içinde, ileri teknoolji ürünü payı 3.1 milyar dolar. Bunlar hava taşıtları,uzay araçları aksam ve parçaları, eczacılık ürünleri; ofis, muhasebe v ebilgi işleme makineleri; radyo televizyon ve haberleşme techizat ve cihazları; tıbbi aletler, hassas optik aletler ve saatler. Buna karşılık, yine 2009 yılında ise 15.5 milyar dolarlık ileri teknoloji ithalatı yapmışız. Bu, toplam 140.8 milyar dolarlık ithalat içinde, yüzde 11'lik bir pay oluşturuyor. 38.7 milyar dolarlık 2009 dış ticaret açığının yüzde 32'sini, 12.4 milyar dolarlık kısmı ile, ileri teknoloji ürünü dış ticaret açığı oluşturdu. 432 ton demir karşılığında 1 ton ilaç alıyoruz. 2612 TIR çimento karşılığında 1 TIR bilgisayar alıyoruz! 7 kilo domates tohunu ithalatına 1 TIR domates ödüyoruz. Kocaeli’nde kök hücrelerinden insülin hücresi üretildi A CBT 1204/ 6 16 Nisan 2010 raştırma Kocaeli Üniversitesi Kök Hücre ve Gen Tedavileri AraştırmaUygulama Merkezi (KÖGEM) Müdürü Prof. Dr. Erdal Karaöz önderliğindeki ekip tarafından gerçekleştirildi. TÜBİTAK'ın desteğiyle yürütülen çalışmanın gelecekte insüline bağımlı şeker hastalığının tedavisinde uygulanabilecek. Dr. Erdal Karaöz, Tip 1 diyabetin, vücudun bakteri, virüs gibi vücuda yabancı organizmalarla savaşmak üzere programlanmış bağışıklık sistemi hücrelerinin, herhangi bir nedenden dolayı insülin üreten hücreleri yabancı olarak algılayıp öldürmesi sonucu ortaya çıkan bir sağlık sorunu olduğunu anlattı. Tip 1 diyabetliler yaşamlarını dışarıdan insülin alarak devam ettirebiliyor. Modern tıbbın mevcut olanaklarıyla total pankreas nakli dışında Tip 1 diyabetin kesin tedavisi mümkün değil. Karaöz, Türkiye'de ilk kez ve dünyada az sayıda laboratuvarın başarabildiği pankreas adacıklarından kök hücre elde etmeyi başardıklarını ve bir süre önce ''Cytotherapy'' dergisinde yayımlanan çalışmaları nın bu alanda literatüre önemli katkılar sağladığını bildirdi. Bu hücreler üzerinde yaptıkları ayrıntılı moleküler düzeydeki çalışmalar ile çok ilginç ve yeni bilgilere ulaştıklarını açıkladı. Karaöz’e göre, bu kök hücrelerinin şeker hastalığının ortaya çıkmasında önemli rolleri olabilir. Yaklaşık iki yıl süren çalışma süresince 13 araştırmacı çalıştı ve çalışma verilerinin bir kısmı üç uluslararası dergide yayımlandı. Karaöz, beş ayrı makalenin de yayımlanmak üzere olduğunu bildirdi. Dünyada halen 44 merkezde diyabet hastalarına kadavradan adacık nakli yapılıyor. Ancak nakledilen adacıklarda önemli hücresel kayıpların oluşması nedeniyle bir süre sonra bu hücreler işlevlerini tamamen yitirebiliyor. Bu kapsamda yürütülen başka bir çalışmadan da söz eden Karaöz, kök hücrelerden, insülin salgılayan hücreleri içeren pankreatik adacıkların canlılığını uzun süreli korumayı da dünyada ilk kez denedikleri yöntemle başardıklarını bildirdi.