17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

• KÜLTÜR • DOĞAN KUBAN Birinci dünyanın isteksiz aboneleri Birinci dünya ne verirse onu alıyoruz. Gerisi gericiliktir. Bazen içinde yaşadığı çağı yadsıyan yarım aydınların sözleri gazetelere yansıyor. Bir politik slogan sanarak çağdaşlaşma kavramında anlaşamazsak, geleceğe ulaşmak sadece zorlaşmaz, hayal olur. Kişiler çelişkilerle dolu dünyada yaşayabilirler. Fakat toplumlar yaşayamaz. nsanoğlu hayalinde kurduğu bir Arcadia ya da Eldorado’da, ya cennette ya da Hazreti Muhammed’in, Buda’nın, Konfüçyus’un, Lenin’in eteğinde yaşamayı hayal edebilir. Barbaros’un denizcisi olmak isteyen, İnebahtı’yı anımsamaz. Sultan Abdülhamit’i yüceleştiren, Yeşilköy’deki Rus anıtının o sırada yapıldığını bilmez. Fakat gerçek şu ki kimse otomobilini deve ya da kağnı ile değiştirmek istemiyor. Bugünün Türk politikacıları bir Rus, Yahudi, Rum ya da Ermeniyle nedense evlenmek istemezler. Oysa bizim ünlü sultanların haremi bunlarla doluydu. Kanuni Hasekisi Rus Hürrem Sultan’la Osmanlı iktidar kurallarına kulak asmadan evlenmişti. Yeşilköy’deki Kanımca Türkiye altmış yıldır süren Ayastefanos yaşıyor. anıtı Öğrenci sayısı, üniversite sayısı, imam hatip sayısı, ilahiyat fakültesi sayısı, cami ve tarikat sayısı arttıkça ve kent nüfusu büyüdükçe göreceli olarak cehalet artıyor. 2021. yüzyılın olaylarını İstanbul Fethi, Viyana muhasarası, Preveze zaferi, Prut’la karıştırıyorlar. Medreseyi üniversite ile, Büyük Millet Meclisi’ni Meşrutiyet Meclisi ile karıştırıyorlar. Kültür ve ticaret birbirlerine girdi. Gökdelenle minare, üfürükçü ile en son sistem tıp paralel çalışıyor. Yükseköğretimde İngilizce ile Türkçe garip eğitim ortamları oluşturuyorlar. Toplum her biri ayrı havadan çalan, çok renkli elbiseler giymiş, hokkabaz, cambaz, sihirbaz, ayı oynatıcısı, Karagöz, meddah, fal bakan, üç kâğıtçı, horoz dövüşçüsü ve giderek artan seyircilerden oluşan bir panayıra dönüştü. Ortada ne lafı dinlenen kaldı, ne de lafını işittiren. Aslında çağdaş, iddialı bir sözcük değil. Sadece bugünü yaşamak demek (essence = öz) olarak olmasa bile, (existence = varlık) olarak 2010’u dünya ile birlikte yaşıyoruz. Televizyon ekranında Amazon, Somali, Kaşmir’i seyreden, her hareketine dışarıdan destek arayan insanlar çağdaşlık düşmanı neden olsunlar? Türkiye’de arada sırada çağdaşı reddeden insanlar ulaşılamamış mağaralarda yaşayan güneş görmemiş yaratıklara ben İ ziyorlar. Migros, Ikea, Bauhaus, Praktiker, Metro’yu dolduranlar neyin karşısındalar? Ne apartman yaşamını, ne otomobili, ne uçağı, ne süpermarketi, ne teflonu, ne televizyonu, ne turisti, ne modayı, ne makineyi, ne kitabı, ne yabancı dili, ne yurtdışına gitmeyi, ne cazı, ne içkiyi, ne gökdeleni, ne ruju, ne kremi, ne sinemayı, ne barı ve ne dansı reddetmeyen, dünyanın tüccarı ile ortak, bankası ile ortak, sigortası ile ortak, Amerika, Avrupa, Rusya ile politik ve ekonomik işbirliği yapan, Türkçeyi reddedip İngilizce öğretim yapan üniversiteleri olan bu memleketin hiçbir yaşam hücresi çağdaşı reddetmiyor. . Dünya ile ortak olmayan bir şey yok. Dinimiz de ortak. Çinli, Hintli, kara, ak, Amerikalı, Endonezyalı, Arap, İranlılarla dinimiz ortak. . Düşünme yetisini yitirmiş olanlar dışında kimse için dünyadan ayrı bir şey yok. Dünya ‘dokunmatik!’ olarak çağdaş; Hakkâri’de de, Yemen’de de çağdaş. Gerçi herkes apartmanda oturmuyor. Herkesin arabası yok. Herkesin okuma yazması yok. Herkesin karnı tok değil. Ama bu durumlar o toplumların çağda varlığına engel değil. Biz Herakles’in ırmağında, farkında olmasak da yıkanıyoruz. Dünyayı dışlamak fiziksel olarak olanaksız. Bugün yurtta işi kötü, yalan haber yaymak isteyen insanlar var mı? Var. Gazeteler var mı? Var. TV kanalları var mı? Var. Aptal, cahil, özeleştiri yapmayan insanlar var mı? Milyonlarca. Bir gazetede ya da haberde düzenlenmiş bir yalan ya da komplo haberi, herhangi bir reklam gibi, cahil milyonlara ulaşabilir mi? Ulaşabilir. Bunu engelleyen süzgeçler var mı? Yok. Öğretimi paraya indirgemiş adamlar var mı? Var. Bugün adam olmadan vezir olan Osmanlılar gibi, bütün panayır göstericileri aydın olmadı mı? Bir üniversite hocası, arkadaşına telefonda ‘Yeni öğrenciler arasında Van’dan bile gelenler var, hepsi can kulağı ile dersleri dinliyorlar, çok mutlu oluyorum!’ diyordu. Bu güzel cumhuriyet hocası ‘Van’dan gelen Kürtler’ falan demiyordu. Gazeteleri dolduran iğrenç ayrımcılık söylemi onu henüz etkilememişti. Türkiye’nin en uzak köşelerinden gelen gençleri görmek onu mutlu ediyordu. Cumhuriyetin çürük yorumları onu henüz yıldırmamıştı. Vapurda arkamdaki sırada iki ilkokul öğretmeni derslerin içeriği ile ilgili bir şeyler konuşuyorlardı. “Öğretimde ne büyük atılım yapmışız, bu geriye dönmez” diyordu. Kurt vurmamış bir üniversite hocasının varlığı bana geleceği bulanıklaştıran kahve dedikodularının belki de sanıldığı kadar etkili olmadığı umudunu veriyor. Çağdaş toplumların kötü bir yazgıya teslim olmaları, direnme gücü olmayan ezik insan psikolojisine benzer. Fakir toplum hastalıklarına “Bizden kötüsü var” deyimi gibi bir ‘placebo’ bulmuşuz. Afganistan daha kötü, Haiti de öyle, Yemen daha beter, Irak felaket, Filistin sürünüyor, Hindistan’da yüz milyonlar böyle yaşıyor. ‘Türkiye yine çok iyi’ deyince kimisi için akan sular duruyor. SORUNLARIN KAYNAĞI fakirlik, zorbalık ve özgürlük düşmanlığını dünyanın diğer zavallı insanlarıyla paylaşmak anlamına gelir. Türkiye’de iktidar şikâyetçi, muhalefet şikayetçi, halk şikâyetçi. Bu karanlık tablonun içinde ekranlar ve gazetelerde pırıl pırıl bir dünya var. Güler yüzlü genç güzel kadınlar ve erkekler. Herkesin sahip olmak istediği ürünlerle birlikte karşımıza çıkıyorlar. Işıklı, renkli fonlar üzerinde bir şıklık, bir sağlık, bir güzellik, pırıl pırıl arabalar, villalar, korular, elbiseler ve onları seyreden göz bebekleri büyümüş yarı aç, yarı tok insanlar. Şikâyetler dünyası ile bu reklam dünyası arasında bir ilişki yok. Bu yalan imgeler İsmaili dai’lerine afyon içirip cennet sefası yaşatan Haşhaşin tarikatını hatırlatıyor. İnsancıklar bu sanal cennetin hayaliyle mest olup, sefilane yaşıyorlar. Reklamcılar ve onlarla birlikte politikacılar dünyayı Eldorado gibi göstermek isteyen kapitalist sömürüye yataklık ediyorlar. : Gerçeği söylemeyin, göstermeyin, zenginlik, tokluk, şişirme istatistikler, kendinden emin, horoz gibi yürüyen, lüks araçlı insanlar, selamlar, gülücükler... Ne var ki sahip olamadığınız bir ürünü ya da haberiniz olmayan bir olayı ekranda ya da basılı sayfada görünce ancak bir süre oyalanırsınız. Oyun uzadığı zaman bunu sizin dışınızda oynanan bir oyun olduğunu da düşünmeye başlarsınız. ‘İşsizlik ve sefaleti sürekli olarak cennetle karıştırma’ diyen her zaman kazançlı çıkan kumarcı numarası henüz keşfedilmedi. Bu gözlemler rahatsız edicidir. Türkiye’de toplum, aklın hiçbir zaman egemen olamadığı düşük voltajlı bir gerilim ortamında yaşıyor. Birtakım adamlar, içeriksiz, kaotik bir kutuplaşmanın kötü gerilmiş iplerinde yumurta tokuşturuyorlar. Reklamın ve reklamsı politik söylemin her türlüsünü eleştirel bir süzgeçten geçirmek için tatlı su aydınına değil, namuslu aydına hâlâ çok iş düşüyor. Ve cumhuriyetin başında olduğu gibi, yine imece gerekli. SÖMÜRÜYE YATAKLIK ABD Ulusal Mühendislik Akademisine seçildi Çalışmalarını ABD Princeton Üniversitesi’nde sürdüren Profesör İlhan A. Aksay, ABD Ulusal Mühendislik Akademisi’ne (National Academy of Engineering, NAE) üye seçildi. Bu seçkin üyelik, ABD bilim ortamında bir mühendisin ulaşabileceği en yüksek ödül. NAE’de sadece 3 Türk üye var. Diğer iki üye Prof. Ali Argon (MIT) ve Prof. Tamer Basar (University of Illinois at UrbanaChampaign). Amerikan Bilim Akademileri’nin bir altyapısı olan Ulusal Mühendislik Akademisi’nin ana görevi, ABD’ye bilim ve teknoloji konularında danışmanlık yapmak. TÜBİTAK’ın 2001 yılı Bilim Ödülü’nü de kazanan Prof. Aksay, 1962 yılında Vefa Lisesi’sini bitirdi, devlet bursu ile lisans ve doktora eğitimini ABD’de tamamladı, 197580 yıllarında ODTÜ'de öğretim üyeliği yaptı. 1981'den bu yana öğretim ve araştırma çalışmalarını ABD’de sürdürmekte. 1992 yılında Princeton Üniversitesi’nin Kimya Mühendisliği Bölümü’ne katıldı, ayrıca Doğa Esinli Malzemeler Enstitüsü’nün (Bioinspired Materials Institute) yöneticiliğini de yapıyor. Prof. Aksay’ın araştırmaları doğa esinli (bioinspired) seramiklerin sentez, karakterizasyon ve uygulamaları, nanoyapılı malzemeler ve kompozitler üzerinedir. Saygın bilimsel dergilerde yayımlanmış 200 civarında makalesi var, yayınlarına 8000’in üzerinde atıf yapıldı. Profesör İlhan A. Aksay Tayfun Akgül CBT 1197/2 26 Şubat 2010
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle