Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
AYLAK BİLGİ “Ayvalık’tan dünyaya yeni bir deniz yosunu türü” Tahir M. Ceylan tahirmceylan@gmail.com C yakıt alanında çok kullanılelal Bayar Üniversitesi Fen dığını, CBÜ Hidrobiyoloji Edebiyat Fakültesi Biyoloji Anabilim Dalı olarak da Bölümü Hidrobiyoloji Anabilim hem taksonomik hem de bu Dalı Öğretim Üyelerinden Prof.Dr. alanda çalışmalar ve projeler Mehmet Öztürk ile Doç.Dr. Ergün yürütülmekte olduğunu beTaşkın ve University of Michigan lirtiyor. Herbarium’dan Prof. Michael J. Wynne, Özellikle Türkiye ve Ayvalık’tan (Ege Denizi, Türkiye) dünKuzey Kıbrıs kıyılarında yaya için ilk kez tanımladıkları bir deniz yoyılış gösteren alglerden ansunu ile ilgili makale Nova Hedwigia der Prof.Dr. Mehmet Öztürk Doç.Dr. Ergün Taşkın timikrobiyal etkili olanların gisinin 2010 sayısında yayımlandı. belirlenmesine yönelik yüCylindrocarpus kuckuckii E. Taskin, M.J. rütülen çalışmalarda elde Wynne & M. Öztürk (Phaeophyceae= edilen ümitvar sonuçlarla Kahverengi algler) adını verdikleri deniz yohazırlanan ulusal ve ulussununun 46 mm. çapında, oval şekilde ve kahlararası boyutta makale ve verengimsi renkte olduğunu belirtmişlerdir. bildirilerle katkıda bulunAyrıca aynı makale içerisinde Streblonema duklarını belirtiyorlar. collinsii E. Taskin, M.J. Wynne & M. Öztürk Prof. Dr. Mehmet türünü de yeniden adlandırdılar. Öztürk ve Doç. Dr. Ergün Cylindrocarpus kuckuckii Prof. Dr. Mehmet Öztürk ve Doç. Dr. Ergün Taşkın, 2009 yılında kabul ediTaşkın Türkiye’nin deniz algleri çeşitliliği bakımından len ve 9 Doğu Akdeniz ülkesinden 20 araştırıcının yer zengin olduğunu ve Akdeniz ülkeleri arasında ilk sı aldığı bir diğer projenin partneri olarak da, CBÜ öğralarda bulunduğunu ifade ederek ülkemizin deniz alg retim elemanı Dr. Evrim Taşkın ile Doğu Akdeniz kahleri zenginliğini ortaya koymak için daha çok ayrıntı verengi alg türlerinin antimikrobiyal etkilerinin talı çalışmalara ihtiyaç duyulduğunu belirttiler. ranmasına yönelik işbirliği gerçekleştirileceğini ve bu Araştırmacılar ayrıca deniz alglerinin ekonomik yön kapsamlı çalışma ile dünya çapında kayda değer veriden çok önemli olduklarını; tıp, eczacılık, gıda, biyo lerin elde edileceğini bildiriyor. Günümüz insanını tanımlayan özelliklerden birinin dürtüsellik olduğunu söyleyebiliriz. Sabahlara kadar uyumayan gençler, birden parlayan yaşlılar, gözü dışarıda adamlar, şiddet düşkünü çocuklar… Olgunluğu Gecikmiş Toplumlar Tabloyu açıklamakta her bilim insanının kendi disipliniyle ilgili elbette bir cevabı vardır: ekonomik yetersizlikler, ailenin çökmesi, manevi yapının kaybı, içimizdeki toplumsal denetim ögelerinin yıkılması ve daha niceleri… Hepsine “evet” desem de, psikofelsefenin söyleyeceklerine de izninizle yer açmak istiyorum. Benlik psikolojisinin kurucularından Hartmann, yıllar önce çocuğun uzun bakımının olgunlaşmayı geciktirdiğini söylemişti. Elli yıl önce evet, etrafımızda uzun yıllar anne baba desteği almış çocuksu yetişkinler vardı. Bugünse çocuklara bakıcı bakıyor ve suyu bile onlara, yarı köle haline gelmiş bu bakıcılar taşıyor. O yüzden, çocukluğunu sorun çözmeden geçirmiş insanlar bugün Hartmann zamanından iki kat daha geri durumdadır. Ben bugünün toplumlarına olgunlaşmamış anlamında “ham toplumlar” diyorum. Diğer taraftan Hartmann bize “Bolk’un gecikme ilkesi”nden bahseder. Bolk’un derin sezgiye dayanan ilkesine göre, bir kişiye ait farklı işlevlerin, farklı gelişme hızlarına sahip olması, kişide ve doğal olarak toplumda çatışmalara yol açar. Mesela karşı cins ilişkisinde yeterince olgunlaştığı halde, sosyal sorumluluk almakta yetersiz kalan ya da kendine disiplin uygulamakta zorlanan birisinin otoriteyle ve toplumla ilişkilerinde başı ağrıyacak, beraberliklerini evlilikle sonlandırmaktan geri duracaktır. Çünkü evlilik, özellikle çocuklar söz konusu olduğunda iç/dış bütünsel bir uyumu zorunlu kılar. Bu aynısıyla, farklı yoğunluktaki metallerden kısım kısım yapılıp yapıştırılmış bir disk fırlatıldığında nasıl yalpa alıp, bir o yana, bir bu yana doğru yörüngeden şaşarsa, benliğin farklı işlevleri de farklı zamanlarda olgunlaşarak kişiyi, alacağı doğru istikametten şaşırtır. Çocuğun köleleşmiş bir bakıcıyla, karşılaştığı bütün sorunları, irade ve eyleme koyma güçlerinin altındaki benlik mekanizmalarını geliştirip sağlamlaştırmadan kalakaldığını düşünelim. Bu çocuğun erişkin döneminde ağır nevrotik çatışmalarla örselenip, olağan gelişim yörüngesinden savrulması ve depresyon, alkol, uyuşturucu ile karşı karşıya kalması kaçınılmaz olur. İnsan son derece yumuşak, zedelenebilir bir ruhsal yapıda doğar. Sonra küçük küçük, giderek daha büyük yaralanmalara maruz kalarak ruhsal savunmalarını güçlendirir, benliğini gelen darbeleri emebilecek şekilde derinleştirir. Amaç budur zaten, nesne yaralar, insan da o yarayı almak için doğar. Yoksa rahmin içinden hiç çıkmadan, baldan tatlı, baltadan ağır uykusuna devam eder giderdi. Çocuklar için mesela, psikologlar arasında konuşulan tipik bir örnek vardır. Bebeklikten henüz çıkmış olanlar, düşüp kafalarını vurduklarında, yerinde duracaklarına, gidip kafalarını tekrar tekrar duvara vururlar. Pek çok yazar bu durumu, işlev “alıştırması” ve “zorlantılı tekrar” diyerek açıklasa da, teorik temeli bulmak için daha geniş bir çerçeveye ihtiyaç vardır: Kontrol etme güdüsü. Çocukta nesneleri kontrol tutkusu en başından itibaren vardır ve yaşam boyu kaybolmaz. Bizim öğreneceğimizse yaşamda, nesneleri en ekonomik biçimde nasıl kontrol edeceğimizdir. Üç yaşındaki çocuk kafasını tekrar tekrar vurarak kendini acıya duyarsızlaştırırken, aslında nesneyi kendine karşı etkisizleştirip kontrol etmiş olur. Buna karşılık erişkin yaşta kişi düşmemeyi öğrenerek, ağrı kesici kullanarak maliyeti ucuzlatmanın yoluna bakar. Anneyle uzun süre kalan ya da bakıcı köleleştiren çocuklar, nesneler tarafından yeterli yara almadıkları için, sonraki yaşlarda nesneleri ekonomik biçimde kontrol edemezler. Örneğin arabalarının lastiği patladığında lastik değiştiremedikleri için çekici çağırırlar, her olayın buna benzer sonuçlar yarattığını düşünürsek, kayıp devasa boyutlara ulaşır. Her zaman böyledir; savaşta deneyimsiz beden düşkün bir ruh yaratırken, deneyimli birisi de aşkın bir ruhun sahibi olur. Bugünün toplumunda aşkın bir ruh aramak giderek anlamsızlaşıyor. O yüzden doğruyu arayış ve ahlaki kusursuzluk konusunda oluşturamadığımız örnekler, kişileri bir ufuk daralmasına sokarak, hemen doymak isteyen içgüdülerin kucağına atıyor. Nihayet kendimize ait bir dinozor kitabı Dinozor Kitabı, yazan ve resimleyen Mümtaz Arıkan, NTV Yayınları, İstanbul, 192 ss. ISBN 9786055813369, 35 TL İngiliz Cuvier’si diye bilinen Sir Richard Owen (18041892) 1842 yılında dinozor (eski Yunancadan deinoskorkunç; sauroskertenkele) kelimesini yarattığından beri, bu kelimenin betimlediği hayvanlar her yaştan insanın hayalini meşgul etmişlerdir. Dinozor kitapları çok satar, filmleri gişe rekorları kırar. Tüm dünyada dinozorların fosillerini sergileyen müzeler ziyaretçilerle dolup taşar. Bu manzara bütün uygar ülkelerde aşağı yukarı aynıdır. Uygarlığa yeni katılmakta olan ülkelerde de dinozor araştırmaları, dinozor yayınları, dinozor filmleri hep cazibe merkezidir. Türkiye’nin ise yakın zamana kadar ne dinozor araştırması, ne dinozor kitabı, ne dinozor filmi ne de dinozorlarını sergileyeceği bir müzesi vardı. Bunun bir nedeni olarak Türkiye’nin dinozorların yaşadığı İkinci Zaman (Mesozoyik) esnasında hemen sürekli deniz altında bulunmuş olması gösterilebilir: Dinozorlar kara hayvanlarıdır, dolayısıyla Türkiye’de dinozor aramak beyhudedir... Ama bu tamamen doğru değil, ülkemizde İkinci Zaman’a ait karasal çökeller de var: Türkiye’nin kuzey kesimlerinde bir Bürnük, bir Kelkit Formasyonu içerisinde bal gibi dinozor fosili ümit edilebilir. Ancak Türkiye’nin gerçek fakirliği İkinci Zamanın karasal formasyonlarında değildir: Türkiye entelektüel olarak dinozorları bilmez. Düşününüz ki bu ülkede biyolojik evrimi reddeden zır cahiller Milli Eğitim Bakanı olabilmişlerdir. Bu dehşet verici durum Mümtaz Arıkan’ın canına tak demiş olmalı ki, kıymetli karikatüristimiz kolları sıvayıp bir Dinozor kitabı yazmış. Hem de ne kitap. Okudukça kendisinin bu konudaki birikimi beni hayret CBT 1196/ 7 19 Şubat 2010 ten hayrete taşıdı. Türkiye’deki jeologların yüzde doksandan fazlasının, Mümtaz Bey ile dinozorlar konusunda başedebileceğini sanmıyorum. Mümtaz Bey bir popüler kitap içerisinde okuyucusuna hem çok kısa bir yer tarihi sunuyor, hem paleontoloji bilimini tanıtıyor, hem omurgalı fosilleri nasıl toplanır anlatıyor, hem de pek çok dinozoru tanıtıyor. Bunun yanında dinozorlarla uğraşmış (ve hâlâ uğraşan) meşhur paleontologların kısa biyografileri, dünyada ziyaretçilerin dinozor sergileri sunan müzelerin listesi, kısa ama öğretici bir bibliyografi okuyucunun dinozorlar hakkındaki tüm sorularına, basit ve kısa ama doğru cevaplar sağlıyor. Bu kitabı yayımlayan NTV yayınları ve paleontoloji serisine editör olan Nuran (Sarıca) Filoreau, Mümtaz Bey’e bu imkânı vererek, özellikle çocuklarımıza büyük iyiliklerde bulundular. Bir tarafta Harun Yahya zırvalıkları, diğer tarafta Millî Eğitim Bakanlığı kitaplarında kendilerine öğretilen yaradılış saçmalığı arasında giderek ilkelleşen yavrularımıza, Mümtaz Bey’in kitabı bir ışık, bir can simididir. Diğer yayınevleri NTV’yi izlemeli, jeoloji, paleontoloji, coğrafya, biyoloji konusunda benzer kitapların oluşmasına katkıda bulunmalılar. Mesela benim jeolog olmamda Arkın Kitabevi’nin çıkardığı Gökkuşağı serisindeki İtalyancadan tercüme Coğrafya cildinin büyük katkısı olmuştur. Mümtaz Arıkan’ın dinozor kitabını alınız: Çocuklarınıza okutunuz ve kendiniz de okuyunuz. Yer tarihinin eşsiz güzellikleri içinde çıkacağınız bir gezinti, dünyamızın bugünkü güzelliklerine bambaşka gözlerle bakmanıza, onlardan eskisinden olduğundan çok daha fazla zevk almanıza sbep olacaktır. Düşününüz ki Mümtaz Bey biraz daha gecikseydi, Türkiye’nin ilk dinozor kitabı, belki de bu kavramın ortaya çıkmasından iki asır sonra yazılacak olabilirdi. Matbaayı da bir Macar sayesinde iki asır sonra alabilmiştik ya. Mümtaz Bey sayesinde galiba arayı kapatıyoruz! A. M. C. Şengör