Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
POLİTİK BİLİM Aykut Göker http:/www.ınovasyon.org;hagoker@ttmail.c om Açık köşe Bu hafta gündemimizde bir tablo; ama ondan da önemlisi, yanıtı, ülkemizin geleceğinde belirleyici olacak bir sorumuz var... Genetiğiyle Oynanmış Tarımsal Ürünler Açlığa Çare mi? Genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO), genetik materyali, başka deyişle DNA’sı doğal olmayan yollardan değiştirilmiş bitkisel veya hayvansal organizmalar olarak tanımlanabilir. Bu organizmalar ile hazırlanmış yiyeceklere ise genetiği değiştirilmiş yiyecekler deniyor. Doç. Dr. Doğan Yücel Kadın Araştırmacılarımız... OECD’nin bilim, teknoloji ve ARGE istatistiklerinde, nihayet, Türkiye’nin nispeten iyi konumda olduğu bir karşılaştırma tablosu buldum. OECD ülkelerinde, kadın araştırmacıların toplam araştırmacı sayıları içindeki yüzdelerini gösteren bu tabloyu bilgilerinize sunuyorum. G enel olarak GDO’lar, genetiği değiştirilmiş yiyecekleri de kapsayacak şekilde kullanılıyor. GDO’lar dünya çapında en yaygın tarımda, bitkisel üretim alanında yer alıyor. Dolayısıyla özellikle GDO’lu bitkisel üretim konusunda tartışmalar daha bir yoğun. Bu konuda çelişkili görüşler var. GDO’ları savunanlar tarımsal ürün kalitesinin gelişeceğinden ve daha güvenli yiyecekler üretileceğinden, tarımda verimlilikten dem vuruyorlar. GDO’ların yararı konusunda pek çok örnek veriliyor. Örneğin bizde “Mürdümük” (Lathyrus sativus) olarak bilinen ve hayvan yemi olarak kullanılan baklagillerden bir bitki aşırı tüketildiğinde “Latirizm” denilen hastalığa yol açıyor. Biyoteknoloji sayesinde, dünyada bazı ülkelerde insan yiyeceği olarak da kullanılan bu bitkinin içerdiği zararlı maddelerin uzaklaştırılarak üretilmesi mümkün görünüyor. Bunun dışında ilaçlara toleranslı veya haşereye dirençli ürünler yetiştirerek tarımda daha az kimyasal madde (tarım ilacı) kullanılacağı, dolayısıyla çevreye daha az zarar verileceği savunuluyor. Ayrıca virüslere, mantarlara ve benzeri hastalıklara dayanıklı tohumlar üretilerek ürün kalitesi ve verimliliğinin artırılacağı da belirtiliyor. Çevredeki zehirli maddeleri emerek yok eden bitkilerin yetiştirilmesi de mümkün görünüyor. Örneğin bir bitkiye civayı değiştirme gücünde bakterilerin genleri nakledilerek, çok zararlı bir madde olan bu maddeyi doğada daha zararsız şekillere dönüştürmek olası. Bunların hemen hemen tümü potansiyel olarak mümkün. Ama pek böyle olmuyor. Nedeni işin ekonomik boyutunda. Dünyada GDO üretimi yapılan alanların milyon hektar olarak yıllara göre dağılımı (Kaynak: James C. ISAAA Brief 37–2007: Executive summary global status of commercialized biotech/GM Crops: 2007 http://www.isaaa.org.). ğımlı kılmaya çalışıyorlar. AÇLIĞA ÇÖZÜM İDDİASI Tohumkimyailaç tekelleri, GDO’lu bitkilerin ziraatını tüm dünyaya yaymak için çabalıyor. Bunun için politikacıları da kullanıyor. Örneğin baba oğul Bush’ları alalım: Baba Bush, 1992’de özellikle Monsanto’nun ürettiği GDO’ların denetlenmesini istemediğinden “Genetiğiyle oynanmış bitkiler diğer bitkilerden farklı değildir, dolayısıyla güvenlik kontrolüne gerek yoktur” demişti. Oğul Bush ise sıkı denetim isteyen Avrupa ülkelerinin GDO’lara karşı direncini kırmak için 2003 yılında Afrika’daki açlığı bahane ederek “Afrika’daki açlık tehlikesi için Avrupa ülkelerini biyoteknoloji karşıtlığına son vermeye çağırıyorum” diyordu. Pekiyi gerçekten böyle mi? GDO’lu bitkilerin ziraatı açlığa çare mi? Yoksa açlık GDO’ların yaygınlaşması için kullanılıyor mu? Bizce ikincisi doğru olanı. Çünkü, GDO’lu ürünlerin ziraatının başlamasından beri açlık azalmadı, arttı. Açlık kapitalist üretimin, plansız üretimin, üretim anarşisinin ve eşitsiz üleşimin bir ürünüdür. Bu durum genellikle düzenden yana olanlar tarafından görülmez. Açlık üretim azlığı ve nüfus artışı ile açıklanır. On dokuzuncu yüzyılın ünlü ekonomisti Malthus da böyle yapmıştı. Malthus’a göre nüfus geometrik dizi ile artış gösterir. Yani her seferinde iki kat artış olur; 1 ¡ 2 ¡ 4 ¡ 8 ¡ 16 ¡ 32 ¡ 64¡128... gibi artış gösterir. Buna karşılık yiyecek üretimi veya toprağın üretkenliği aritmetik diziyle artar. Yani 1 ¡ 2 ¡ 3 ¡ 4 ¡ 5 ¡ 6 ¡ 7 ¡8... gibi bir gidiş gösterir. Böyle olunca da yiyecek üretimi nüfus artışını karşılamaya yetmez. Bunda kapitalist ekonominin hiçbir suçu yoktur (!) “Aşırı nüfus” söz konusudur. Ancak, bilim, Malthus’un tezlerini çürüttü. Çünkü insanlığın elindeki üretici güç sınırsızdır. Toprağın üretkenliği, emek ve bilim sayesinde sonsuz artırılabilir. Bilim, 150 yılı aşkındır bu gerçeği kanıtlıyor. Eskimiş Malthusçu kafa ile açlığı, aşırı nüfusu bahane ederek GDO’ları yaygınlaştırmaya çalışma çabaları da gerçekçi değil. Aslında GDO’lu ürünlerin insanlığın elinde büyük bir potansiyel olduğu açık. Ancak günümüzde tekellerin güdümünde ve egemenliğinde GDO’lu ürünlere karşı temkinli yaklaşmakta yarar var. EKONOMİK AÇIDAN GDO’LAR GDO’lu bitkisel üretimin geçmişi, genetiği ile oynanmış tütün bitkisinin geliştirildiği 1983 yılına dek uzanıyor. İlk ticari üretim 1994’te çürümeye dayanıklı genetiğiyle oynanmış “Flavr Savr” adlı domates ile başlıyor. Ancak, ticari anlamda geniş çaplı üretimleri, pratik olarak, 1996 yılında başladı, denebilir. GDO’lar 1996’dan bugüne dünyada büyük oranda kabul görmese de, yıldan yıla üretimleri artıyor. Başlıca Amerika kıtasındaki beş ülkede büyük çaplı biyoteknolojik tarımsal üretim yapılıyor: ABD, Kanada, Brezilya, Arjantin ve Paraguay. Bu beş ülkedeki GDO’lu üretim, 2007 rakamlarıyla, dünyadaki tüm üretimin %90’ından fazlasını oluşturuyor. Sadece ABD, dünya üretiminin %50’sinden fazlasını elinde tutuyor. ABD ve Arjantin tüm üretimin %70’ini karşılıyor. Bu ülkelerin dışında Hindistan ve Çin’de de bir miktar GDO’lu üretim yapılıyor. Bunlardan Arjantin, Brezilya ve Paraguay’da soya üretimi, Hindistan ve Çin’de ise pamuk üretimi ağırlık taşıyor. Avrupa’da ise GDO’lu üretim yok denecek kadar az; toplam tarımsal alanların %0.21’i kadarında GDO’lu üretim yapılıyor. GDO’lu ürünler dört kalemde yoğunlaşıyor tüm dünyada: Mısır, soya, pamuk ve kanola (kolza). Aslında genetiği ile oynanmış 150’nin üzerinde ürün geliştirilmiş durumda ama bugün için ticari olarak önem kazanan ürünler bu dördü. Bu dört kalem ürün GDO’ların hemen hemen %100’ünü oluşturuyor. Bu dört ürünün dışında üretim neden yapılmaz? Çünkü tekeller böyle buyuruyor. Dünyada GDO üretimi yapan tekeller toplam iki elin parmaklarını geçmiyor. Bunların çoğu kimyasal madde ve ilaç üreticisi büyük dünya şirketleri: Monsanto, Syngenta, Dupont, Bayer, Cargill, Zeneca, Novartis ve CibaGeigy gibi... Bu şirketler daha sonra tohumculuk alanına da nüfuz ediyorlar. Genetiği ile oynayarak geliştirdikleri bitki tohumlarını, kendi ürünleri olan kimyasal ilaçlar ve gübreler ile birlikte pazarlıyorlar. Kârlılıkları düşmesin diye de sadece yukarıda belirttiğimiz dört ürünü pazarlıyorlar. Geniş üretimi yapılan bu ürünler için tüm dünyadaki üreticileri kendilerine ba Kaynak: OECD Science, Technology and R&D Statistics / 12 Kasım 2009 CBT 1196/ 6 19 Şubat 2010 Görüldüğü gibi, tabloda, İspanya ve Türkiye %36,7 oranıyla 6’ncı ve 7’nci sıraları paylaşıyor. ABD, Birleşik Krallık ve Kanada, verilerine ulaşılamadığı için tabloda yer almamış. Ancak, bu ülkeler de olsaydı, Türkiye’nin sıralamadaki yeri fazla değişmezdi sanıyorum. Aslında bu, bütün ülkeler için övünülecek bir tablo değil. Nereden bakarsanız bakın, kadınerkek eşitsizliğinin çarpıcı bir örneği gözler önüne serilmiş durumda. İçinde bilim insanlarının da yer aldığı araştırmacılar toplumun saygın katmanlarından birini oluşturuyor. Bu katmanda kadınların yüzdesinin, özellikle bilim ve teknolojide önde koşan ülkelerde %50’nin çok altında olması, bu ülkeler için gerçekten utanılacak bir durumdur. Böyle bir tabloda Türkiye’nin üst sıralarda yer alıyor olmasının değerini ve bunun neyin sonucu olduğunu galiba iyi kavramamız gerekiyor. Asıl olan, elbette bu oranı hızla %50’ye doğru çekebilmektir. Oysa bugün, Türkiye’de, bunun tam tersi bir sonuç yaratacak koşulları oluşturma çabasına tanıklık ediyoruz. Bu ülkenin kadınları buna izin verir mi; ne dersiniz? İTİRAZLAR Ağırlıklı olarak bazı çevreci görüşlerde, GDO’larla ilgili sağlığa ve çevreye ilişkin pek çok sakınca dile getiriliyor. Sağlığa ilişkin endişeler, GDO’ların öngörülemeyen gen ilişkileri sonucunda bazı zehirli maddelerin oluşabileceği yönünde. GDO’ların alerji potansiyeline de dikkat çekiliyor. Diğer bir sav da, GDO’larda eklenen yabancı gen parçasının insan hücrelerindeki DNA ile bütünleşme olasılığı (yatay gen transferi). Ayrıca, GDO’lara kazandırılan “üstün” genetik özelliklerin tarımsal alanlardaki yabani (zararlı) bitkilere de geçebileceği (gen kaçışı) ve daha da önemlisi, doğadaki dengeyi bozarak biyoçeşitliliği azaltabileceği gibi endişeler var.