24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

HUKUK POLİTİKASI Hukuk Düzeni ve Trafik Sorunumuz Öncelikle bir düzen demek olan hukuk, toplum içinde insanlara nasıl davranması ya da davranmaması gerektiğini buyurur. İnsanın buyruklara uymama özgürlüğü yoktur. Tersi durumda, hukukun öngördüğü zorlayıcı araçları yaptırımlar gündeme gelir. Yaptırımlar, “hukuka aykırı davranışın istenmeyen sonuçlarını ortadan kaldırarak”, hukuk düzenin sürekliliğini ve güvenilirliği sağlar. Çetin Aşçıoğlu Yargıtay Onursal Üyesi cetinascioglu@gmail.com, Hayrettin Ökçesiz hayret@akdeniz.edu.tr Ulusa egemenlik, insana onur… Bunlardan birini yadsıdığımızda diğerini de yadsımış oluruz. E. Baki ve İbrahim E. Ökçesiz’e… Ulusal Egemenlik – İnsana Onur! İnsanda onurun göreceliğe dayalı kuramlarla içerisinin boşaltılmasının ya da faşist siyaset kuramlarınca liberal bir kibirlilik olarak yaftalanmasının, tek tanrılı dinlerde kullukla heteronom (yaderke bağlı) bir değer olarak anlatılmasının siyasal işleyişi, cemaatçi, ırkçı ya da dine dayalı, ama hepsinin ortak yanı, totaliter yapının bir gereği olarak biçimlendireceği açıktır. Öyle de olmuştur. Bu yaklaşımlar ulusal egemenlik ilkesinin de içerisini boşaltırlar, onu görece kılarlar ve nihayet yadsırlar. Ulusu ve onun egemenlik hakkını kabul etmeyenler insana saltık bir özdeğeri asla yakıştıramazlar. İnsanda onurun otonom (özerk) ve saltık bir değer olarak kavranmasıyla ulus, egemenliğine; Egemenliğin ulusa vesayetsiz, ortaksız biçimde tanınmasıyla insan gerçek onuruna kavuşur, onurunda güçlü bir koruma görür. Bu korunmanın dikkatlerden kaç(ırıl)an çok önemli bir koşulu vardır: Hiçbir gücün, bu ulus dahi olsa, temel hak ve özgürlüklerin özüne, insan onuruna asla dokunamayacağıdır. Ulus ve egemenliği insan onurunun giysisidir. Elbette, bu giysi bir deli gömleğine dönüşmemelidir. Buna karşı insanın tek güvencesi kendi direnme hakkıdır. “Ulus” özellikle bugünün koşullarında, “Hukuk Devleti”yle birlikte, en önemli ve elbette bu ikisinden çok daha eski bir buluşumuz olan “eşitlik”e dayalı temel bir siyasal düzlemdir. “İnsan Onuru” da bu çerçevede yenidir. Eşitliğin çağdaş temellendirilmesiyle uygar özgürlüğün kapıları açılıyor, burçlarına Ulusal Egemenlik’le, Hukuk Devleti’yle tırmanılıyor. Soru şudur: Biz, insanlar kendimize bir “ulus” tasarlamadan bu küresel dünyada insanlık onurumuzun tanınmasını ve korunmasını sağlayabilir miyiz? Bundan önce sorulabilecek, ama abes olduğunu düşündüğüm: “İnsan onurunun varlığını kabul etmeli miyiz?” sorusunu bağlam dışında görüyorum. “İnsan onur”suz bir “ulus”un ne denli korkunç ve ancak sözde bir ulus olacağını söylemeye bile gerek yoktur. İnsan onurunu yadsıyan her türlü “egemenlik” ya da “irade” palavrasına karşı insan bireyi ulusların kurdukları, insan onuruna dayalı, ulusalüstü dayanışma bağlamlarında korunmaya alınıyorsa bu, “laik, özgürlükçü, demokratik, sosyal hukuk devleti”ne vücut veren ulusal egemenliğin işlevini artık yitirdiği sonucuna asla götürmez. Bu “Ulusalüstü”, bir “Üstulus” olarak burada nitelediğimiz Ulus’tan başka bir şey değildir, olmamalıdır. Bir “ulus” tasarlamadan yurdumuzu, toprağımızı, ağacımızı, kurdumuzu, kuşumuzu, denizimizi, ırmağımızı, yeryüzümüzü, Dünya’mızın öteki ucundaki insanımızı korumak olanaksızdır. Bir canlı olarak çırpınan Yeryüzünü, bu “insana onur – ulusa egemenlik” ilişkisinin dışında nasıl koruyabiliriz? Şu halde bir “ulus” tasarlarken bu dizgeye yerleştireceğimiz değerler, özerk insan onuru tasarımının dışındaki bir bağlamdan değil, birbirimizden ve yeryüzümüzden başka bir kimsemizin bulunmadığını bize unutturmayan bir bağlamdan gelmelidir: “Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler, birbirlerine karşı kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar.” (Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, md.1). Buradaki, eşit ve sürekli daha büyük bir özgürlüğe doğuşumuz bize, doğamızdaki aklın ve vicdanın birbirimize onurumuzu ve ondan doğan, onu dolduran temel haklarımızı tanımamızı; birbirimizi, yeryüzümüzü korumamızı koşulsuz buyurduğunu kesintisiz anımsatmıyor mu? Buradaki akıl ve vicdan, başka bir yerdeki akıl ve vicdan değildir. Varsa, ancak bizdedir. Böylesine çıplak bir gerçek bu! Onura egemenlik diyeceksek, insanın tüm bu evrensel değerleriyle bir “ulus” olmak olanağını yok etmemelidir. Öyleyse ulus, ümmet değildir. Soy, sop değildir. Bu köylülük, şu köylülük, global köylülük de değildir. Ulus bir yurdun insanlarının, halkının içine doğduğu doğasının, zorunluluklarının, sevinçlerinin, tasalarının kendilerini bir kıldığı; onları insanlığın yürüdüğü eşit ve daha büyük özgürlük yolunda diğer uluslarla imeceye kattığı duru, alçakgönüllü, coşkun, sorumlu bir, birlikte varoluş tarzıdır. Bunları söylerken Marx’ın çözümlemelerini gözden ırak tutmamalıdır. Bu sözlerin O’ndaki “İnsan”a doğru bir adım olduğunu düşünüyorum. Bu bağlamda “Ulus Yıkıcılığı Zamanları”nı (Orhan Bursalı, İstanbul 2010) okumanızı ivedilikle salık veririm. B ir ülkede hukuk düzenin ulaştığı boyutları, çeşitli alanlarda ortaya çıkan durum ve görünümlerle belirlemek olanaklıdır. Ülkemizde bir çok alanda hukuk düzeninin sallantıda olduğu bir olgudur. Örneğin bir yılda “altı binin üzerinde ölüm”, “yüz bini aşan yaralanma” ve “çok yüksek düzeyde maddi kayıplarla” sonuçlanan trafik olayları çarpıcı bir örnek oluşturur. Bu nedenle; toplumsal bellekte yerleşen “trafik canavarı” söylemi, düzene karşı bilinçli bir tepkidir. Şimdi şu soruya yanıt aramalıyız: Canavarı hukuk düzeni mi yaratıyor? Motorlu araçlar, kütle yapısı ve mekanik donanımlarıyla yarattığı kendine özgü tehlike nedeniyle, karayolunda trafiğe katıldığı anda yüksek düzeyde kaza ve zararlara yol açma eğilimindedir. Bu nedenle; hukuk, yasal düzenlemelerle motorlu araçların karayollarında kullanılmasının yaratabileceği tehlikeleri önlemek ve güvenli bir alan oluşturmak için davranış kuralları öngörmüştür. Davranış kurallarının önemli bir bölümü, karayolunu kullanan sürücü ve diğer kişilerin davranışlarını, bir anlamda özgürlüklerini sınırlayan, uyulması zorunlu buyurucu niteliktedir. Bu nitelikteki soyut ve nesnel kurallar “davranışı açıkça ve kesin olarak belirlediğinden” yorum ve değer yargısıyla değiştirilemez: “Trafik sağdan akar”, “kırmızı ışıkta geçilmez”, “belirlenen hız sınırına uy”, “kavşaklarda, dönüşlerde, gelen trafikle karşılaşmada vb”, “duraklama ve park etme” gibi buyurucu soyut kurallar nesnel nitelikte oldukları için uyulması zorunludur. Tersi durumda yönetsel, ceza ve hukuk yaptırımları gündeme gelir. den olduğundan, TCK’de öngörülen düzenlemelerle cezai sorumluluk ağırlaştırılmıştır. Bu bağlamda bilinçli olarak gerçekleşen olaylarda suça ilişkin cezanın arttırılması öngörülmüştür. Örneğin bilinçli taksirle ölüme neden olan araç sürücüsünün on yıldan az olmamak üzere hapis cezası alması beklenir. Yargının, yeni ceza hukuku düzenine, ağır da olsa, giderek uyum sağlama eğiliminde olduğu izlenmektedir: “Alkollü olarak hızlı ve yalpa yaparak araç sürerek yolun kenarında yürüyen yayaya çarparak ölüme neden olmasında; bilinçli taksirin bulunduğu bu durumda cezanın bilinçli taksir nedeniyle ve alt sınır aşılarak temel ceza belirlenmelidir (Y. 2.CD. 25.02. 2004 1056)”. YARGIDA BİLİNÇ Bununla birlikte yargıçlarda, genel olarak, ülkemizdeki trafikte yaratılan tehlikenin ve yarattığı zararların bilincinin tam anlamıyla yerleşmediği de bir olgudur. Ayrıca kusur konusunda yanlış olarak bilirkişiye bağımlı olmaları da önemli bir olumsuz etkendir. Trafik düzenin amacı, kişilerin yaşam, sağlık ve malvarlığını korumak olduğuna göre; hukuk, bir tehlike olanağı ve olasılığının söz konusu olduğu durumlarda sesiz kalamazdı. Bu nedenle Ceza Yasası, “motorlu araçların kişilerin yaşam ve sağlıkları veya malvarlığı açısından tehlikeli olabilecek biçimde sevk ve idare edilmesini” suç olarak tanımlamıştır. Ayrıca “alkol veya uyuşturucu madde etkisiyle güvenli bir biçimde araç ve sevk idare edemeyecek durumda olmasına karşın araç kullanılması” da suç sayılmıştır. Bu iki durumda bir zararın oluşması zorunlu değildir. Olanak ve olasılığın bulunması yeterlidir. Motorlu araçların yüksek düzeyde zararlara neden olma eğiliminde olmaları ve zararların karşılanmasında ortaya çıkan sorunlar nedeniyle; hukuk, motorlu aracı kullansın kullanmasın araç sahibinin (işleten) sorumluluğunu ağırlaştırmıştır. Çok çeşitli sosyal içerikli nedenlerle araç sahibinin sorumluluğunda kusursuz nesnel sorumluluk (tehlike sorumluluğu) kabul edilmiştir. Sorumluluk için, zararla motorlu aracın işletilmesi arasında uygun neden bağının bulunması yeterlidir; kusur aranmayacaktır. Araç işleteni (sahibi) bir de kusuru varsa; bu durum, zarar görenin kusurunu etkisizleştirerek sorumluluğunu daha da ağırlaştırmaktadır. Buraya karar açıkladıklarımızdan şu sonucu çıkarabiliriz: Ülkemizde, evrensel nitelikteki ilke ve kurallarla, güvenli bir trafik düzeni için ve olası zararları önleyici hukuk düzeni söz konusudur. Zaman zaman 90 km. hız sInırının artırılması gibi hatalar yapılmış olsa da. Bu nedenle “trafik canavarı olgusu” hukuk düzenin değil insana ve çevreye saygısı bilincinden yoksunluk kısacası ekin (kültür) sorunudur. Bu bağlamda araç sahiplerinin, sürücülerinin nihayet toplumun yaratılan tehlike karşında duyarlıklarının arttırılarak bilinçlendirilmeleri akılcı bir önlem olacaktır. Trafik de, sözüm ona var olan, denetimin önemi de göz ardı edilmemeli. Bu bağlamda yargıçların, trafik olaylarında yaratılan tehlikenin bilinci içinde, yargılama yaparak toplumun beklentilerine yanıt vermesi de etkili olacaktır. DAVRANMA ÖZGÜRLÜĞÜ Karayolunda trafik düzenini sağlayarak can ve mal güvenliğini koruyan kurallar, yukarıda açıkladığımız nesnel kurallarla sınırlı değildir. Hukuk; sürücülere, özen yükleyen kurallarla “durum ve koşullara göre davranma özgürlüğü” tanımıştır. Kuşkusuz bu özgürlük, motorlu aracı kullananın kendi başına buyruk davranacağı biçiminde yorumlanamaz. Koşulların gerektirdiği durumlarda nasıl davranılacağı yolunda kuralı, motorlu aracı kullanan koyacak ve yerine getirecektir. Hukuk, tehlikenin söz konusu olduğu alanlarda kişilerden yüksek özen bekler. Bu konuda en çarpıcı örnek Karayolları Taşıt Yasasının 52. maddesinde öngörülmüştür: Sürüceler tehlike olasılığının söz konusu olduğu alan ve durumlarda (kavşak, dönemeç, yaya geçitler, tünel ve menfezler, yapım ve onarım alanları tepe üstleri vb) hızlarını azaltmaya ve hızlarını aracın yük ve teknik özelliğine, görüş, yol hava, trafik durumuna uymada yüksek özen göstermek zorundadırlar. Yüksek özenin beklendiği bu durumlarda, zararla sonuçlanan trafik olayı, sürücünün beklenen özeni göstermediğine eylemli karine oluşturur. Bu nedenle; sürücü, tersini kanıtlanmadıkça hukukun öngördüğü yaptırımlarla sorumlu olur. Ülkemizde; ölüm ve yaralanmayla sonuçlanan trafik kazalarının artması ve suçu işleyenlere verilen cezaların yetersizliği kamu oyunda tepkilere ne CBT 1237/ 19 3 Aralık 2010
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle