02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ZÜMRÜTTEN AKİSLER A. M. Celal Şengör Sevgili okurlarım, bugün sizlere 47 Eylül arasında davetli olarak iştirak ettiğim Japonya Jeoloji Derneği’nin Okayama’da yapılan 116. toplantısındaki izlenimlerimi anlatacaktım. Ancak ülkeye dönünce beni karşılayan sel felaketi ve şehit haberleri, bir de Aydın Doğan’a uygulanan baskının işi Bekir Coşkun’un gazeteden ayrılmasına kadar vardıran şiddeti, güzel ve hoş şeylerden bahsetme arzumu aldı götürdü, eve döndüğümün ilk gecesini sabahlayarak geçirmeme neden oldu. Cahil ve Aptal “Uyanabilir mi?” Gökkuşakları: Biçim ve renklerinin büyüsü bugün bile kafaları kurcalıyor HER ŞEYİN BAŞLANGICI Gökkuşakları nasıl oluyor, Babacığım? Peki, ya uçan arabalar ya LSD? Önce yeni yeni dillenmeye başlamış çocuğun bitmez tükenmez soruları, ardından okul çağındaki çocuğun sınıfta inmek bilmeyen eli ve en sonunda mühendisin yeni bir buluşunu bir zarfın arkasına çiziktirmesi. Her şeyin bir başlangıcı vardı ve birileri sorular sormak zorundaydı. Bugünden itibaren, mümkün olduğunca her hafta “Dış kulakların, yapışkan bantların, yapay kalplerin kökeninden tutun da, aşkın göksel evrimine dek uzanan ve kökleri çocuksu merakımıza dayanan bir dizi soruya yanıt yayımlayacağız.” yoksundur. Pennsylvania Eyalet Üniversitesi atmosferik fizik uzmanı Craig Bohren, “Gökkuşağının basit bir açıklaması vardır diyenler ona haksızlık ediyorlar,” diyor. Gökkuşağının temel ilkesi havadaki her bir su damlacığının bir ayna, mercek ya da prizma işlevi gördüğü görüşüne dayanmaktadır. Damlacıklar güneş ışığını her yöne dağıtır, ama bunu düzensiz bir biçimde yaparak ışığı olay yönünden 138 derecelik bir açıyla odaklamaya çalışır. Güneşle arasında bu açıyı oluşturan damlacıklar daha parlak görünürler ve hep birlikte bir halka meydana getirirler. Alt bölümü doldurmaya yetecek kadar damlacık olmadığından, genelde bu halkanın yalnızca üst bölümünü görebiliriz. “The Rainbow Bridge=Gökkuşağı Köprüsü” adlı kitapta Raymond Lee, Jr. ve Alistair Fraser adlı atmosfer uzmanları gökkuşağını “güneşin yalnızca çarpıtılmış bir görüntüsüdür” diye tanımlıyor. 138 derecelik açı, siz sırtınızı güneşe döndüğünüzde gökkuşağını görebildiğiniz anlamına geliyor. Mercekleme açısı dalga boyutuna göre hafifçe değişerek, beyaz güneş ışığını renkli kuşaklara ayırır. Damlacıklar içindeki çok sayıda yansımalar dış yayları oluştururlar; dalga karışımı çok sayıda yayın oluşmasına yol açarken damlacıkların ezilmesi yay boyunca parlaklığın değişmesine neden olur; farklı boyutlarda damlacıklar bölünmüş yaylar oluşturur; ışık tıpkı herhangi bir sulu yüzey üzerindeki ışıltı gibi kutuplaşır. Tüm bu fiziksel bilgiler bile insan beyni ve gözlerinin gökkuşağını nasıl olup da farklı renklerden oluşan sürekli bir tayf olarak algıladığını açıklamanın çok uzağındadır. Gökkuşağı dokusunun oluşmasında gökyüzü denli beyinlerimiz de etkili olmaktadır. (RU.Scientific American, Eylül 2009) Ü CBT 1175/ 5 nlü İngiliz ozan John Keats bilimsel açıklamaların “gökkuşağının gizini çalacağından” (gökkuşağı ve benzeri doğal olguları mantık yoluyla aydınlığa kavuşturmak suretiyle) ve bilim insanlarının dünyayı gizinden yoksun bırakacaklarından ötürü kaygı duyuyordu. Ne var ki, gökkuşaklarının daha yakından incelenmesi onlara duyduğumuz hayranlığı daha da arttırıyor. Gökkuşağına daha yakından baktığınızda, ana kuşağın arkasında, renklerin tam tersine dizili olduğu daha karanlık ikinci bir kuşağın yer aldığını görürsünüz. Ana kuşağın içinde yeşilimsi ve morumsu çok sayıda yay bulunur. Gökkuşağının parlaklığı enine ya da boyuna göre farklılıklar gösterebilir ve tepesine yakın bir yerde çok sayıda yaya bölünebilir. Polarizasyon filtreli gözlüklerle bakıldığında, baş yana eğildikçe gökkuşağı da büyüyüp küçülür. Gökkuşağı ile ilgili ilk bilimsel açıklamalar 14. yy’da İranlı fizikçi Kamal alDin alFarisi ve Alman fizikçi Freiberg’li Theodoric tarafından bağımsız olarak ortaya atıldı. Ancak kuram üzerindeki araştırmalar 1970’li yıllar ve ötesine dek sürdü. Birçok ders kitabındaki gökkuşağı tanımı yanlış olup, açık seçik bir betimlemeden Sabahlamamın nedeni, engel olamadığım irrasyonal bir korku hissiydi: Ülkemizde egemen olan cahil baskısı rejiminin hükümranlığı esnasında beklenen İstanbul depremi gelirse ne olur? Artık Türkiye’nin bağımsızlığının gideceği korkusunu bile gölgede bırakan bir başka korku tüm benliğime egemen oldu: Acaba depremin vereceği zarar yalnızca yıkılan ve yanan binalarda ölen ve yaralanan vatandaşlarımızla ve mala gelen zararla mı sınırlı olacak yoksa, depremi; yağmanın, hoyratlığın, topluma duyulan güvensizliğin had safhaya yükselmesinin yaratacağı sosyal çöküşün izleyeceği korkunç bir toplumsal çözülme mi izleyecek? Sel felaketi esnasında meydana gelen yağma haberleri, hatta yağmanın başka vilayetlerden vasıta getirtecek bir sür’at ve vüs’atte organize olabilmesi, içinde yaşadığımız toplumun ne derece toplum olabilme özelliğini yitirdiğini gösterdi. Bir ülkenin bağımsızlığını kaybetmesi, o ülkenin sahiplerinin toplum bilincini kaybetmemeleri halinde çok büyük bir felaket olmayabilir, çünkü bilinçli bir toplum, kaybettiği bağımsızlığını geri kazanabilir. Ancak, toplum olma, yani bir yerde insan olma bilinci gitmişse, o toplumdan geriye ancak bir insanlık harabesi kalır. Şu anda Türkiye’ye egemen olan cehalet yönetimi, toplum olma bilincimizde büyük yaralar açmıştır ve açmaya da devam etmektedir. Öncelikle, toplumun bir grup olarak rasyonal düşünme yeteneğini silip süpüren yobazlık ve düşünceye değil korkuya dayanan cemaat yaşamının hortlatılması, toplumsal dokumuzu derinden yaralamıştır. Buna ilaveten, eğitimimizde yaratılan kargaşa ve kalitesizlik, bir toplum olarak bilgi edinme ve değerlendirme yetimizi ortadan kaldırmak üzeredir. Tüm bunları yapanların eleştirilmesine, toplumda gerçeği aramak için oluşturulabilecek bir serbest düşünce ve tartışma ortamının oluşturulmasına imkân verecek basın özgürlüğünün alenen, fütursuzca tehdit edilmesi ve buna toplumdan en ufak bir reaksiyon gelmemesi, ortaya konan yıkım projesinin toplumca algılanamamasına ve dolayısıyla bertaraf edilememesine neden olmaktadır. Bahsettiğim yıkım projesi, bir grup kötü niyetli insanın Türkiye’yi ortadan kaldırma projesi olarak algılanmamalıdır. Kuşkusuz, içimizde bu yıkım projesini yönetenleri dışarıdan destekleyenlerin böyle bir amaçları olabilir. Ancak bu projeyi içimizde (ve başımızda) bulunarak yürüten ve destekleyenlerin yaptıklarının tamamen farkında olduklarını sanmıyorum. Ortaya çıkan ve benim kısaca «proje» diye betimlediğim olgu, aslında yalnızca cehalet ve aptallığın ortaya çıkardığı bir süreçtir. Tarih boyunca cehaletin ve aptallığın eline geçen toplumların kaderleri hep bizimki gibi olmuştur. Zira cahil, çevresiyle temasa geçemediği gibi bizzat kendisi hakkındaki bilgileri de değerlendiremez. Aptal ise bu veriler kendisine sunulsa bile bunlarla ne yapacağını düşünemez. Cahil ve aptal her türlü eleştiriden korkar, zira bellediği yolun dışında bir yolun varlığını bilmez, olabileceğini düşünemez ve kendisine gösterilse bile değerlendiremez. Bu durumda yapabileceği tek şey, bugün Türkiye’de olduğu gibi, toplumsal terör, yani korku yaratmaktan ibaret olur. Yaratılan korku ortamını kontrol edebileceğini sanır. Ama korkuyla eğilen başlar, en ufak bir sarsıntıyla tekrar dikilebilir ve bilgi ve düşünce geleneğinden yoksun oldukları için ortaya tam bir kaos çıkarabilir. Bugün Belçika müstemleke yönetiminin çekilmesinden sonra Kongo’da ortaya çıkmış olan durum burada söylediklerimin, bilebildiğim en güzel örneğidir. Daha önce de bu satırlarda yazdığım gibi Türkiye Kongo’laşmaktadır. Bugün Türkiye’yi yöneten güç, ülkenin tüm dokusunu tahrip etmeye hızla devam etmektedir. Bunun nedeni yönetenlerin bilgisizliği ve akılsızlığıdır. Türkiye tam bir kalitesizlik pazarı haline getirilmiştir. Ordu dışında her toplum sektörü sözüm ona demokrasi adına kalitesizlere teslim edilmiştir. Bugüne kadar ellerine fırsat geçmediğini düşünen bu kalitesizler, toplumdan geçmişin intikamını alırcasına her şeyi, ama her şeyi kendilerine yontmaktadırlar. Ancat tabiat, cahili ve aptalı affetmez. Cahil ve aptalda can durmaz. Beğenmedikleri Darwin kuramının temeli budur. Tabiat beceriksizi eler. Gelen sel felaketi, depremde nasıl elenebileceğimizin küçük bir provasıdır. Tabiat bize korkunç bir âfet olarak algıladığımız bu küçük provayla bir ikaz göndermiştir. Ama anlayabilene. 25 Eylül 2009
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle