17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

HUKUK POLİTİKASI Hayrettin Ökçesiz Tıpta uzmanlık ve doktora bir arada olmaz mı? [email protected] S ayın Bursalı, yükseköğretim programlarıyla ilgili bir konuda düşüncelerinizi öğrenmek için yazmak istedim. 27 yaşındayım. Sinirbilimlerine ilgi duyan bir hekimim. Tıp fakültesinden geçtiğimiz temmuz ayında mezun olduktan sonra mecburi hizmet kapsamında sağlık ocağında çalışırken tıpta uzmanlık sınavı ile Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Patoloji AD'ye naklen atandım. Aynı üniversitede Sağlık Bilimleri Enstitüsü'nde Sinirbilim AD'de İleri Nörolojik Bilimler doktora programına ise kayıt olamıyorum... Tıpta uzmanlık eğitimi almakta olduğum için doktoraya kaydolamayacağım, bir kişinin aynı anda iki yükseköğretim programına kayıtlı olamayacağı, enstitüde doktora eğitimi ile fakültede tıpta uzmanlık eğitimi arasında bir tercih yapmam ge rektiği üniversite ve enstitü yetkililerince belirtildi. Bir kişinin iki yükseköğretim programında birden kayıtlı olamaması anlaşılır bir durum olabilir. Ancak tıpta uzmanlık süreci bu kapsamda düşünülebilir mi? Bilindiği gibi araştırma görevlileri bir yandan görevlerini sürdürebilirlerken bir yandan da doktora gibi yükseköğretim programlarına devam edebiliyorlar. Tıpta uzmanlık sürecindeki hekimlerin ise kadroları "araştırma görevlisi" olmasına rağmen böyle bir imkânı bulunmuyor. Bildiğim kadarıyla uluslararası tam bir karşılığı olmayan tıpta uzmanlık eğitiminin, yüksek lisans, doktora vb. programlar gibi yükseköğretim programı olarak tanımlanması doğru mudur? Sizin bu konudaki görüşünüz nedir? Atay Uludokumacı, [email protected] Önceki yazımda vahşi kapitalizmin, işçileri sendikasızlaştırmak için uyguladığı yöntemleri sıralamıştım. Limanİş Sendikası’ndan Onur Bakır ve Deniz Akdoğan’ın hazırladıkları “Türkiye’de Sendikalaşma ve Özel Sektörde Sendikal Örgütlenme (Ocak2009, Ankara)” adlı bu rapordan daha pek çok ilginç şey öğrenmek mümkün. İşçiye Sendika Yasak II Hukukumuzda sendikalaşmaya ilişkin genel görünüm şöyle: 1) Anayasanın 51. maddesinde: “Çalışanlar ve işverenler, üyelerinin çalışma ilişkilerinde, ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlarını korumak ve geliştirmek için önceden izin almaksızın sendikalar ve üst kuruluşlar kurma, bunlara serbestçe üye olma ve üyelikten serbestçe çekilme haklarına sahiptir. Hiç kimse bir sendikaya üye olmaya ya da üyelikten ayrılmaya zorlanamaz.(…)” 2) 2821 Sayılı Sendikalar Yasası’nın 22. maddesinde: “Sendikaya üye olmak serbesttir. Hiç kimse sendikaya üye olmaya veya olmamaya zorlanamaz. İşçi veya işverenler aynı zamanda ve aynı işkolunda birden çok sendikaya üye olamazlar.(…)” 3) Bu “Sendikalar Yasası”nın 31. maddesinde: “İşçilerin işe alınmaları, belli bir sendikaya girmeleri veya girmemeleri veya belli bir sendikadaki üyeliği muhafaza veya üyelikten istifa etmeleri veya sendikaya girmeleri veya girmemeleri şartına bağlı tutulamaz.//Toplu iş sözleşmelerine ve hizmet akitlerine bu hükme aykırı kayıtlar konulamaz.// İşveren, bir sendikaya üye olan işçilerle sendika üyesi olmayan işçiler veya ayrı sendikalara üye olan işçiler arasında, işin sevk ve dağıtımında, işçinin mesleki ilerlemesinde, işçinin ücret, ikramiye ve primlerinde, sosyal yardım ve disiplin hükümlerinde ve diğer hususlara ilişkin hükümlerin uygulanması veya çalıştırmaya son verilmesi bakımından herhangi bir ayırım yapamaz.//(…)” 4) 87 Sayılı ILO Sözleşmesi’nin 2. maddesinde: “Çalışanlar ve işverenler, herhangi bir ayırım yapılmaksızın önceden izin almadan istedikleri kuruluşları kurmak ve yalnız bu kuruluşların tüzüklerine uymak koşuluyla bunlara üye olmak hakkına sahiptirler.” Söz konusu rapora göre, Türkiye’de ücretlilerin sendikalaşma oranı 1988’de %22,2 iken, 1995’te %3,5’e düşmüştür. 1990’lar boyunca süren düşme eğilimi, 2000’lerde de devam etmiştir. Bu oran 2002’de %9,5’e, 2003’te %8,9’a, 2004’te %8,1’e, 2005’te yüzde 7,6’ya, 2006’da %7’ye, 2007’de %6,1’e düşmüştür.(S.5) Görülüyor ki konu, sendikalaşma özgürlüğü temelinde, “hiç kimse bir sendikaya üye olmaya ya da üyelikten ayrılmaya zorlanamaz” hükmünün çevresinde dönüyor. Bu özgürlükler tarihsel süreçte ciddi kazanımlardır. Ancak sonuçtan baktığımızda, tüm ilgili hukuk normlarının yukarıdaki tablonun ortaya çıkmasında birincil görev gördüğünü söylememek mümkün mü? Belli ki, bu ülkede hiçbir işçi sendikaya üye olmaya zorlanmıyor. Ayrılmasına ne denli gayret edildiğiyse aşikâr. Belli ki, bu hukuk işçinin bir insan olarak onurunda saygı gördüğü, korunduğu bir hukuk değil. Bugün bu dar, eksik ve bozuk çerçevenin içerisine ülkeyi, işçiyi sıkıştırmanın yol açtığı sosyal, siyasal, ekonomik durumun somut kanıtlarını her köşe başında en ağır, üzücü, aşağılayıcı örnekleriyle yeterince bulmuyor muyuz? Katkısını hiçbir vicdanın inkâr edemeyeceği işçinin ülkenin kamusal karar süreçlerinde sözünün duyulup dinlenebilir olmasının kime ne zarar verebileceğini düşünmeliyiz. Bundan zarar görenin oligarşik bir örgütlenmeyle, bu kararları almaya yetkili kılınmasının ülkeyi, halkı ne denli hırpaladığını da düşünmeliyiz. İşçiyi sendikasızlaştırma özgürlüğünü kendilerine tanıyanların koltuk değneği aslında bu yaldızlı anayasa, yasa hükümleri değil midir? İşçiyi sendikadan kopararak cemaatlerin kulu yapmak, bu yolla siyasal yaşama cemaat damgasını vurdurmak çağdaş bir hukukun amacı olabilir mi? Yenilerde çıkan “şezlong yasası”nın mantığının aslında iktisadi liberalizmin hukuk düşüncesiyle çok önceden işçi hukukunda egemen kılındığını görmemek olanaksızdır. Bu mantık güçsüze kendi hakkını tek başına koruma yükünü getiren, onu hukukun ve devletin üstün gücünden yararlandırmaktan, bireysel şikâyet ve dava etmeye yazgılı kılarak yoksun bırakan bir “uyanık” edepsizliğidir. Konuya devam edeceğim. Evrimin moleküler gizi çözülmeye başlandı Baştarafı 5. sayfada Harvard Üniversitesi genetikçi Arkhat Abzhanov örneğin, Galapagos Adası’ndan kuş yumurtaları toplayarak türlerin değişimini laboratuvarda “canlandırmayı” başaranlardan. Darwin’in ünlü ispinozları da genetikçinin ilgi alanına giriyor. Galapagos Adaları’nda toplam on dört farklı ispinoz yaşıyor. Bu ispinozların ataları üç milyon yıl kadar önce rüzgârlara kapılarak Karayipler’den açık denize savrulmuş olmalı. Bitkin düşen kuşlar kendilerini Pasifik’teki adalarda bulmuşlardı. Bu volkanik adalardaki besin her ne kadar kıt da olsa onları hayatta tutacak kadar yeterliydi. Fakat ispinozlar, türler arasındaki etkileşim ve ayıklanma sonucunda değişimler yaşadı. Rastlantılar her yeni kuş neslinde, özellikleri anne ve babalarından farklı olmayan yeni türler doğurdu. Bunlardan bazıları çorak ada dünyası için elverişli olmadığı için tükendi. Var olma savaşını kazananlar ise özelliklerini yavrulara aktarmaya devam etti. Zaman içinde ispinozların görünümleri değişti, ıssız adalar kuşlara farklı nişler sunuyordu. Kuşlar bu nişlere doğal ayıklanmanın etkisiyle hep daha iyi uyum sağlamaya başladı. Ve sonunda farklı yaşam biçimlerinden zengin bir tür çeşidi gelişti. kinleştiğini kaydediyor. Böylece yavaş yavaş motifler ve kurallar çıkıyor ortaya. Abzhanov yakında Pelikan kuşunun gagasındaki kesenin, ya da kartal gagasındaki kancanın ne şekilde evrimleştiğini bulacağına inanıyor. Tabii ki mesele yalnızca gaga biçimi değil. Genetikçi yeni bir araştırma alanının öncüsü. Amaç kalıtımda, yüzgeçleri, hortumları, kanatları, burunları, kuyrukları vb. biçimlendiren ayar vidalarını bulmak. Evrim kuşkusuz, hayret verici bir süreç. Balıktan insana uzanan evrim tarihini hızlı bir şekilde ileri sarma olanağımız olsaydı, sanki birinin garip bir biçimlenme programını başlattığını görebilirdik. Yüzgeçler perde ayağa dönüşüyor, kuyruklar kısalıyor, sonra yeniden uzayan kavrama organına dönüştükten sonra tekrar köreliyor. Peki tüm bu biçimlenmeler nasıl gerçekleşti? Bir çenenin ne derece çıkık, bir göğüs kafesinin ne kadar geniş olacağı kalıtımın neresinde yazıyor? Bilim insanları gerçi milyonlarca yıl devam eden süreci laboratuvarda takip edemiyorlar, ama benzer bir biçimlenme sürecini mikroskop altında inceleme olanağına sahipler. Embriyonun bir organizma olarak gelişmesi sırasında, doku çukurlaşıyor, üst üste biniyor ve yeni bir biçim alıyor. Belli bir zaman sonra kollar ve bacaklar uzuyor, sinirler gelişiyor ve kıkırdağımsı oluşumlar kemik olarak şekilleniyor. İşte uzmanlar bu süreçte evrim tarihinin bir kısmı izleyebiliyorlar. Paleontologlar, genetikçiler, moleküler ve gelişim biyologları artık birlikte çalışıyorlar. Semender eklemlerinin embriyonik gelişimi üzerinde çalışan Chicago’daki Field Müzesi küratörü Nel Shubin örneğin, bugün artık Kanada’nın güneyinde en eski ayaklı balık fosillerini gün ışığına çıkarıyor. Laboratuvarında yüzgeçlerin ne şekilde biçimlendiğini araştıran Shubin, bunu anladığı takdirde bu tür yüzgeçlerin ne şekilde ayaklara dönüştüğünü de bulacak. (Haftaya: İki Büyük Devrim) Derleyen: Nilgün Özbaşaran Dede GAGALARINI FARKLI KULLANIYORLAR CBT 1147/15 13 Mart 2009 Mesela sadece kaktüs meyveleri ve tohumlarla beslenen, ya da yalnızca yapraklarla beslenen türler ortaya çıktı. Diğer bir tür ise kertenkelelerin üzerindeki parazitleri ayıklamayı öğrendi. Her ispinoz, gagasını farklı bir şekilde kullanıyor. İşte bu gaga çeşitliliğinden büyülenen Abzhanov, gaga yapısının genetik gramerini çözmeye başladı. Çünkü eğer kuralları anlayabilirse, biyolojinin henüz aydınlanmamış bilmecesini çözebileceğine inanıyor. Genetikçi doğadaki zengin biçim çeşitliliği için bir açıklama arıyor. Biçimlenme süreci nasıl işliyor? Bu soruyu yanıtlamaya çalışan genetikçi, laboratuvarındaki embriyoda minik gaganın büyümesi sırasında hangi genin ne zaman et
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle