Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ZÜMRÜTTEN AKİSLER A. M. Celal Şengör Türk üniversitelerinin en önemli eksiklerinden biri tören gelenekleridir. Tören bir akademik camiayı birbirine bağlayan bağlardan biridir. Brahms, Breslau’da kendisine verilen onur doktorası için boşuna mı bir Akademik Festival Uvertürü bestelemişti. Akademik Yaşamda Törenin Önemi 9 Ekim 2009 Cuma günü Chicago Üniversitesi’nin 500. Mezuniyetine («Convocation») katıldım. Bu törende öğrenciler mezun olmadı, sadece aralarında benim de bulunduğum dört bilim insanına şeref doktoraları verildi. Burada anlatmak istediğim ise bu genç üniversitenin (Chicago dünyanın diğer gerçek büyük üniversiteleriyle karşılaştırılırsa yalnızca 119 yıllık genç bir kuruluş) mezuniyet töreninde tatbik ettiği muhteşem törendi. Törenden önce, akademik resmi geçide katılacak olanlar lambrilerle kaplı pek muhteşem bir salonda toplandı ve kendilerine giyecekleri akademik kıyafetleri verildi (muhtelif cüppe ve başlıklar). Daha sonra bu törene katılacak bizler gruplandırıldık. Dört onur doktorunun bulunduğu grup, üniversite başkanının grubu olarak en önde yürüyecekti (malum, Amerikan üniversitelerinde rektörlük mevkii yoktur. Onun yerine üniversiteyi mütevelli heyetlerinin atadığı bir başkan yönetir). Yürüyüşümüzün ve sonunda oturma düzeninin düzgünlüğünden kendisi de bir profesör olan bir tören şerifi (marshall of the ceremony) sorumluydu ve bir piyade başçavuşu hassasiyetiyle tüm tören yürüyüşünde bizleri hizada tuttu! O gün havanın yağmurlu olması nedeniyle resmi geçit güzergâhımız kısa tutulmuştu. Törenin yapılacağı Rockefeller Kilisesine (The Rockefeller Chapel) girerken, bir gayda bandosu da bize eşlik etti. Bu arada Rockefeller Kilisesinin ne olduğunu anlatmam lazım. Bu bir kilise düzeninde kurulmuş, ama bir dine bağlılığı olmayan bir tören mahalli. İçinde isteyen istediği dinde tapınabiliyor da. Rockefeller Kilisesi’nin mihrab karşılığı olan ön kesiminde bize ayrılan yerlere oturduk. Önümüzde bir tarafta üniversite başkanı, diğer tarafta da başkan yardımcısı (provost) oturuyor, ortada da elinde neyi temsil ettiğini bir türlü soramadığım âsâyı tutan üniversite şerifi (kendisi bir Alman Edebiyatı Profesörü) duruyordu. Bu tür âsâları ben İngiltere’den bilirim: Orada Kralı veya Kraliçeyi temsil ederler. Amerika’da neyi temsil ettiklerini fırsat bulup soramadım. Başkanın kısa fakat enfes konuşmasını müteakip, o günkü tören konuşmacısı, bir ateist olduğunu duyduğum 75 onur doktoralı ilahiyat profesörü Martin E. Marty de yirmi dakikalık bir konuşma yaptı. Konuşmalar arasında Chicago Üniversitesi öğretim üyelerinin bu olay onuruna besteledikleri parçaları dinledik. Sıra bizim doktoralarımızın takdimine geldi ve tek tek bizleri teklif eden öğretim üyelerinin kürsüye çıkıp hakkımızda yaptıkları konuşmaları müteakip başkanın önüne giderek diplomalarımızı aldık. Biz diplomalarımızı alırken, arkamızda duran Üniversite Şerifi (Marshall of the University) de boynumuza aldığımız payenin icabı kapüşon benzeri atkılarımızı («hood») taktı. Tören bitince tekrar resmi geçit düzenimizi aldık ve en önde hem Amerikan hem de Chicago Üniversitesi’nin bayraklarını taşıyan bayraktar öğrencilerin arkasında ve tören şerifi olan hocanın gözetiminde Rockefeller Kilisesini terk ettik. O akşam onurumuza verilen yemek gerçekten muhteşemdi. Bulunduğumuz tamamen lambrili muhteşen salonun yüksek duvarları üniversite kurucusunun ve eski başkanların yağlıboya portreleriyle süslüydü. O yemekte tesadüfen yanıma düşen Chicago Üniversitesi’nin eski ve meşhur başkanlarından tarih profesörü Hanna Gray Hanımefendi’yi de tanımak onuruna ulaştım. Zaten tören esnasında da Profesör Gray hep yeni başkanın yanında oturuyordu. Genç bir ülke olan ABD’nin üniversiteleri de genç. Avrupa’daki tarihleri 800 yılı geçen müesseseleri burada bulmak tabiî mümkün değil. Ama Amerika’yı kuranlar anavatanlarında gördükleri eski geleneklerini unutmamışlar ve onu Yeni Dünya topraklarında sürdürüyorlar. Üniversite gelenekleri hem Avrupa’da hem de Amerika’da 1968’in feci olaylarında epey zarar gördü. Ama üniversiteler yavaş yavaş yaralarını sarıp bu geleneklerini canlandırmaya başladılar. Türk üniversitelerinin en önemli eksiklerinden biri tören gelenekleridir. Ben İTÜ’de Avrasya Enstitüsü’nde katıldığım magister imtihanlarında dahi hocaların cüppeli olmasında hep ısrar etmişimdir. Tören bir akademik camiayı birbirine bağlayan bağlardan biridir. Brahms, Breslau’da kendisine verilen onur doktorası için boşuna mı bir Akademik Festival Uvertürü bestelemişti. GDO’lu ürünler: Yanlışlar ve Doğrular2 Prof. Dr. Selim Çetiner ile yaptığımız söyleşinin ikinci bölümünü sunuyoruz.. Türkiye’de GDO’lu ürünler var mı, yasal kullanılıyor mu? Türkiye’de GDO’lu tohumların ekimine Tarım Bakanlığı izin vermiyor. Ancak, hemen hemen her yıl yurtdışından soya ya da soya küspesi ve pamuk, bazı yıllar da mısır ve mısır ürünleri ithal ettiğimiz, bu ürünleri ihraç eden ABD, Arjantin ve Brezilya gibi ülkelerde de GDO’lu ürünlerin yasal olarak yetiştirilip tüketildiği düşünüldüğünde, Türkiye’de bu ürünlerin kullanılıyor olması şaşırtıcı olmaz. Türkiye’de transgenik bitki çalışması var mı? Varsa hangi aşamada, hangi amaçla yapılıyor, ticari olarak bir çalışma sürdürülüyor mu? Türkiye’de bazı üniversite laboratuvarlarında çok sınırlı sayıda transgenik bitki çalışması bulunmakla beraber, bunların ticari ürüne dönüştürmeye yönelik olduğunu düşünmüyorum. Yasal düzenlemeler yapılmadığı için özel sektörün de bu konuda her hangi bir girişimde bulunması henüz akılcı görünmüyor. Transgenik bitkinin ticari ürüne dönüşmesi ne kadar sürer? Türkiye’nin kendi birikimiyle bu ürünleri geliştirmesi ürüne ve hedeflenen özelliğe bağlı olarak 57 yıl alır. Bunların biyogüvenlik analizleri de yine en az 57 yıl sürecektir. Yerli çeşitlere, yurtdışında klonlanmış (geliştirilmiş) ve etkinliği kanıtlanmış herbisite veya böceklere dayanıklılık genlerinin aktarılarak piyasaya sürülmesi daha kısa zamanda gerçekleştirilebilir. Ancak, Tarım Bakanlığı yetkililerinin beyanatları doğru ise devlet transgenik ürün geliştirme çalışmalarına ve yurtdışında geliştirilmiş ürünlerin ekilmelerine sıcak bakmıyor. Tarım potansiyeli son derece yüksek bir ülkede, ileri teknolojilerin tarımsal üretim için kullanılmasının özendirilmiyor olması, uzun vadede Türk tarımını yabancı teknolojilere daha da muhtaç hale getirecektir. Ülkemizde GDO ürünlerinin yetiştirilmesini düzenleyecek Ulusal Biyogüvenlik Kanun Tasarısı Meclis’e verildi mi? Genetiği Değiştirilmiş (GD) ürünlerin geliştirilmesi, üretimi, ticareti ve kullanılması ile ilgili bir Ulusal Biyogüvenlik Kanunu’nun hazırlanması hem AB müktesebatına uyum hem de Türkiye’nin taraf olduğu Uluslararası Biyogüvenlik Protokolü’nün uygulanabilmesi için gerekli. Bu Kanun’un bir an önce çıkması, modern biyoteknoloji alanında yapılan ArGe faaliyetlerinin düzenlenmesi ve alan denemelerinin uluslararası standartlara göre yapılabilmesi açısından da yararlı olacak. Ancak, Tarım Bakanlığı tarafından hazırlanarak Başbakanlığa gönderilen Ulusal Biyogüvenlik Kanunu tasarısı, her şeyi bürokratik bir mercinin kontrolü altında tutmayı, hatta bilimsel verilere dayanmaksızın modern biyoteknolojiyle ilgili araştırmaları dahi yasaklamayı öngören bir tavır içinde. Buna karşın, tasarı biyogüvenlikle ilgili gerekleri gerçek anlamda yerine getirecek teknik içerikten ve bütünlükten yoksun görünmekte. Ayrıca tasarı dünyanın hiçbir gelişmiş ülkesinde görülmeyen cezai yaptırımları da içermekte. Kanun tasarısı taslağı daha kanunlaşmadan, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı ani bir kararla ve ilgili sektörlerin ve üniversitelerin görüşünü almadan 26 Ekim 2009 tarihinde “Gıda ve Yem Amaçlı Yazının devamı 7. sayfada CBT 1182/ 5 13 Kasım 2009