Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Kültür Midilli Nasıl Uygar Kalmış? Mistegna köyü Midilli Adası’nda anneannemin köyünü görmeye gittim. Deniz kenarında babası Bilal Efendi’nin zeytinliği ve bahçesi varmış. Bilal’in Bahçesi’nin yerini bazı köylüler biliyorlardı. Adı uzun süre yaşamış. Bahçeyi spor alanı yapmışlar. Sonra Midilli’de dolaştık. 19. yüzyıl sonunda Türklerin ve Rumların birlikte yaşadığı köyleri, evlerini, bitki örtüsünü, kıyılarını, tertemiz denizini ve plajlarını gördük. Doğan Kuban oğrafi konumu adayı görsel olarak bizim ülkenin parçası yapıyor. Anneannemin oradan geldiğini, kim bilir kaç yüzyıl geriye uzanan bir Midilliliğin ve Rumlarla simbiyotik bir yaşamın bizim aileye yansımış mutfak âdetlerini, gündelik Rumca sözcükleri anımsadığım zaman Midilli’yi başka bir ülke olarak görmekte zorlanıyorum. Hele oradakilerin buraya geldiklerini, buradakilerin oraya gittiklerini, Rum dostlarımızı ve üniversitedeki Rum öğrencilerimi düşündükçe, dinsel ve politik ideolojilerin insanları birbirlerinden ayıran baskılarını giderek daha çok yadsıyorum. Fakat sözünü etmek istediğim bu ortak yaşamın anıları değil. Ege’deki Türk kentleri ile Midilliliyi ayıran farklı davranışlardan, kentlileşememiş bir halkın hayaline sürekli pompalanan, spekülatif yüksek katlı konutların yarattığı sözde çağdaş kent imgesinin tahribatından, Türk kentlerinin tarihi karakterini yok eden yağma hastalığından ve yarattığı çirkinliklerden, kim bilir kaçıncı kez, söz etmek istiyorum. Kültüre, rekreasyona, turizme tahsis edilen yöreler ve kentler toprak yağması ve spekülasyon kurbanı oldular. Tarihi yerleşmelerin yok edilmesini nüfus baskısı ile açıklamak bir saptırmadır. Türkiye’de 780.000 km2’de, 75.000.000 nüfus var. Bu hektar başına bir kişiden azdır. Kıbrıs 650 km2’de 90 000 kişi, hektar başına 1.4 kişi var. Türkiye’nin nüfusu yazın beş katına çıkmıyor ama Kıbrıs’ınki birkaç kat artıyor. (*) C kasabasının tarihi karakterlerini korumayı başaran bir Yunan toplumu ve geçmişten kalanı korumakta bu kadar kaygısız ve beceriksiz olan bir Türk toplumu neleri ile farklı? Ve neden toplumun tarihi mirasını korumakla görevli olanlar Midilli’yi, Filibe’yi, Saraybosna’yı ve daha uzakta İtalya’yı, Fransa’yı, Almanya’yı, Polonya’yı, Paris’i, Prag’ı, Roma’yı, Floransa’yı, Barselona’yı gördükleri halde algılamakta zorluk çekiyorlar? TÜRKİYE'DE OLMAYAN Midilli’nin yüzlerce yerleşme yerinde 23 kattan yüksek yapı olmaması, yeni yapılarda yerel, geleneksel taşın kullanılmasının sürdürülmesi, çok katlı yapının ekonomik kazanç olanağının toplumca reddedilmesi, geleneksel çevrenin korunması, toplumdaki tarih bilinci, tarihe karşı saygı, bunların beslediği bir sevgi, tarihi çevreyi koruma isteği Türkiye’de hâlâ topluma mal olmamış bir uygarlık göstergesidir. Bu koruma olgusunun temelindeki bir duyarlılık ve bilgidir. Bu işi yaptığı sanılan örgütlerin varlığı, bunların ödevlerini yaptığı anlamına gelmiyor. Şimdiye kadar Türk toplumunun ve politikacılarının öğrenemediği şey, bir kurumun varlığı ile yaptığı iş arasındaki tutarsızlık olasılığıdır. Üniversite kurmanın üniversite olmak, parti kurmanın parti olmak, hastane kurmanın hastane olmak, tarihi çevre koruma kurulları kurmanın, tarihi çevreyi korumayı gerçekleştirmekle ilişkisi, ülkemizde, tesadüfidir. Fakat Midilli’ye ya da Ege adalarına gidenler ‘çok güzel!’ diyorlar. Neden? Çünkü tarihi karakterlerine saygılı bir yapı kontrolü var. Bizde 1951’den 1983’e Yüksek Koruma Kurulu vardı. Şimdi sayıları pek çok. Türkiye’de tarihi dokusunu koruyan tek kent Safranbolu. Diğerlerinde belki birkaç mahalle ve sokak. 2030 yıl önce kurulların koruma kararı aldıkları kentsel sitleri bir ziyaret edin. Türkiye kentlerinin tarihi dokusu kurulların kararlarını hiçe sayan belediyeler, ve buna engel olmayan hükümetler marifetiyle yok edilmiştir. Sorun kurulun varlığında değildir. Kurumlaşamamasındadır. Bir türlü öğrenemeyenler için yineleyelim: Koruma önce toplumun tarih bilincinde şekillenir. Toplum tarihini öğrenir ve sever. Ancak bunlardan sonra o anıları yaşatma isteğine sahip olur. Sonra o sahip olduğu şeyi korumak için örgütlenir. Bunun araçları bir tane değildir. Korunması gereken şeylerin tarihi değerini bilenler yetişir; tarihçiler, sanat ve mimarlık tarihçileri, arkeologlar. Bunlar korunan yapı ve eşyaların tarihi konumu, estetik değeri üzerinde değer yargıları geliştirirler. Sonra restoratörler yetişir. Bunlar mimardır. Eski yapının korunması üzerindeki kuramsal tavırları öğrenirler ve koruma tekniklerinin uzmanı olurlar. Uzmanların yetişme süreci kurumlaşmanın temel bileşenlerinden sadece biridir. İyi yetişmemiş mimari tarihçisi, arkeolog, sanat tarihçisi, restoratör diplomaları öyle yazıyor diye bir şeyin uzmanı olmazlar. Hele Türkiye gibi bir yerde yasa üretenler bu adamların gerçek bilgi sınırlarını bilmezlerse, ilgili örgütlenme çığırından çıkar. Diploma uzmanlık sayılır. Hat uzmanı mimari restorasyon, arkeolog kent koruma, minyatürcü duvar konstrüksiyonu uzmanı olur. Bugünkü koruma kurulları uzman kurullar değildir. UYGARLIK FARKLARI Eğer toplum tarihini bilmiyor, eski evinin korunmasını istemiyorsa, hükümetlerin yapı politikası yeni yoğunlaşmadan yana ise, korumayı sağlamanın altyapısını oluşturacak kurumlar ehliyetsiz ise, Midilli’de olan Türkiye’de olmaz. Olmaması bunun kanıtıdır. Bu bir uygarlık farkıdır. Eğer ormanların içinde yapılaşma yoksa bu bir uygarlık farkıdır. Eğer hükümet yapılaşma ödevinin yüksek, pahalı yapı olduğunu sanıyorsa bu bir uygarlık farkıdır. Midilli köy ve kasabalarında 45 katlı yapıya izin verilmiyorsa bu bir uygarlık farkıdır. Uygar olanı olmayandan ayıran küçük bir farktır: Yaşama, insana ve akla saygılı, güzele duyarlı, şiddete hayır diyen insan uygardır. Bu özellikler toplum bilincine, davranışlarına ve yasalarına yansımışsa o toplum uygardır. Gerçi saf altın gibi tam uygar bir toplum yok. Binlerce atom bombası stoklayan ve yaşamına 100 milyon Kalaşnikof entegre etmiş, milyarlarca aç barındıran, hâlâ kafaları kesen insanların yaşadığı bir dünya açıkça uygar değildir. Uygarlık her an yenilenmesi gereken bir bilinçlenmenin, her an sürdürülmesi gereken bir çabanın ürünüdür. Midilli’de çağdaş düşünce eskiye saygıyı sürdürüyor. Ve korumayı kurumlaştırıyor. Bunun yokluğu ise bizim toplumu tanımlıyor. * İstanbul’da 300.000 hektar alanda 12.000.000 insan yaşıyor. Hektar başına 40 kişi düşüyor. Eğer 10.000 hektarlık tarihi alanda, dokusunu koruyarak, hektar başına 100 kişiden 10.000x100=1.000.000 kişi barındırsaydık, geri kalan 290.000 hektarlık alanda nüfus farklılaşması hektar başına sadece 2 kişi olurdu. MİDİLLİ GÖZLEMLERİ: 1. Midilli kentindeki beş altı katlık birkaç apartman ve otel dışında bütün adada (90.000 nüfus, yazın bu 400.000’e ve fazlasına tırmanıyor) çok katlı apartman yok. Küçük kasaba ve köylerde yeni yapı var. Fakat genelde iki katı geçmiyor. Birçoğu da geleneksel malzeme (hiç olmazsa dış mimaride) kullanmış. Yüksek yapı olmaması yapı spekülasyonu ve toprak yağmasının engellendiğini kanıtlıyor. 2. Ada yeşil örtüsünü %100 korumuş. Dağların tepelerine kadar zeytin ormanı gür ve bakımlı, zeytin olmayan yerlerde meşe ve çam var. 3. Adadaki küçük büyük bütün limanlar, eski yapılarını, karakterlerini koruyorlar. İnsani boyutlarını da kaybetmemiş olmaları bu basit kırsal yerleşmelere olağanüstü bir çekicilik kazandırıyor. 4. Otomobil, motorlu araç, insan yaşamını köşeye sıkıştırıp, rezil etmiyor. 5. Toplumun mimariye ilişkin estetik duyarlığı Türkiye’den çok yüksek. Türkiye’de batı ve güney Anadolu’da dolaşırken birbirimize ‘Hadi güzel bir şey bulalım!’ diyoruz. Midilli’de ‘Hadi rahatsız edici çirkin bir şey bulalım!’ diye sorduk. Türkiye’de birincisi zor, Midilli’de ikincisi. Bu gözlemler sadece fiziksel çevrenin görünen özeliklerine ilişkindir. Fakat her karşılaştırma aydınlatıcı ve yönlendiricidir. Anneannemin çocukluğunu geçirdiği Mistegna köyünün ya da genç kızlığını geçirdiği Midilli Tayfun Akgül CBT 1177/ 4 9 Ekim 2009