26 Haziran 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Akademik yükseltmeler ve ötesi Doçentlik sınavı jüri üyeliklerinde problem... Üniversitelerde idari pozisyonlara seçilme veSONRASI EĞİTİM VE ya atanmalarda önemli sorunlar... Mezuniyet sonrası eğitim ve danışmanlıkta aşılması ge MEZUNİYET DANIŞMANLIK: reken büyük sorunlar... Prof. Dr. Şakire Pöğün [email protected] Mezuniyet sonrası eğitim (yüksek lisans, doktora, uz Y aklaşık on yıldan beri, ve özellikle Üniversitelerarası Kurulca 2001 yılında doçentlik sınavlarına başvuru için getirilen koşulların olumlu etkisiyle, akademik ortamda düzeyli yayınların sayısının artmaya başladığını görmekteyiz. Yine olumlu bir gelişme, bazı üniversitelerde öğretim üyeliğine atama ve yükseltme kriterlerinin belirlenmesi ve akademik etkinliklerin puanlandırılmasıdır. Bu kriterlerin uygulanmaya koyulmasından önce tüm öğretim üyelerinin görüş ve önerilerine açılması da, yine bazı üniversiteler için (örneğin Ege Üniversitesi) yüz akıdır. Bu bağlamda, olumlu örneklerdeki ortak yön, çeşitli etkinliklere puan verilmekle birlikte, SCI kapsamındaki yayınların ve bu yayınlara atıf yapılmış olmasının ön koşul olmasıdır (özellikle sağlık, fen ve mühendislik bilimleri alanlarında). Bu gelişmelerin önünde aşılması gereken önemli bir engel var: Söz konusu kriterlerin uygulamaya koyulmasından önce profesörlük unvanını kazanmış olan kıdemli bazı öğretim üyelerinin durumudur. yadaki kadar yayınınız var mı?” derse, ne yanıt alacaktır? Nitekim böyle kişilerden oluşturulan jürilerden her zaman sağlıklı kararlar çıkmadığını da görüyoruz. ÜNİVERSİTELERDE İDARİ POZİSYONLARA SEÇİLME VEYA ATANMA Üniversitelerdeki hemen tüm üst düzey idari görevler akademik personel tarafından yürütülmekte. Oysa özellikle bilimsel birikim gerektirmeyen bazı işlerin işletmeekonomiyönetim alanlarında eğitim ve deneyimi olan profesyonel kişilerce daha başarılı olarak yürütüleceği ve akademisyenlerin kendi alanlarındaki çalışmaların bu idari görevler nedeniyle aksatılmayacağı öngörülebilir. Rektör veya dekan yardımcılıklarından birinin bu tür profesyonel kişilerce yürütülmesi çok uygun olabilecektir. Diğer yandan, bazı idari pozisyonlar akademik birikim gerektiriyor. Örneğin bölüm veya tıp fakültelerinde anabilim dalı başkanlıkları gibi. Başkan ilgili birimi motive edecek, bilimsel araştırmaya önem verecek ve bu bağlamda her türlü sorunda yol gösterici olabilecektir. Oysa çoğu kez kıdeme göre şekillenen seçimlerde liyakat gözardı edilmekte ve kendisi yukarıda söz edilmiş olan “doçentlik sınavına başvurma” veya kendi üniversitesinde profesörlüğe yükseltilme kriterlerini karşılayamayan bir “profesör”, ilgili birimin başkanlığına seçilebilmektedir. Maalesef bu tür kişiler bilimsel üretim konusunda yetersiz oldukları için idari pozisyonları çok önemsiyor, seçilebilmek için etik olmayan her türlü girişimde bulunabiliyor. Seçimlerin eşitler arasında yapılmaması, özellikle gençleri zor durumda bırakmakta. Akademik yetkinlikleri olmayan kişiler başkan olduklarında, gerek yetersizlikleri nedeniyle, gerek kendi açıkları ortaya çıkmasın diye, birimin bilimsel etkinliklerini, asistan eğitim programlarını, bilimsel tartışmaları ve araştırmaların değerlendirileceği toplantıları olabildiğince engellemekte, birimde üretkenliğin düşmesine yol açmaktadır. manlık), ustaçırak ilişkisinin önemli olduğu, öğrencinin danışmanından pek çok şey öğrenebileceği bir dönemdir. Özellikle teorik derslerin tamamlanmasından sonra tez aşamasında danışman öğrencisini yakından takip eder, onunla birlikte çalışır, araştırmalar yapar, sonuçlarını yayınlar ve de öğrencinin mezuniyetinden sonra akademik kariyerinin şekillenmesinde önemli rol oynar. Bir akademisyenin özgeçmişinde danışmanının kim olduğu yazar ve bu bilgi çok önemsenir. Pek çok gelişmiş ülkede, yüksek lisans veya doktora için başvuran öğrenci çalışmak istediği öğretim üyesini de seçer. Oysa ülkemizde durum böyle değil. Mezuniyet sonrası öğrenciler sırayla öğretim üyelerine “dağıtılır”. Bu durumda yukarıda söz edilen yetersiz bazı “eski profesör”lere düşen bir öğrencinin akademik yaşantısı olumsuz başlamış olur. Öğrenciye genellikle bilimsel gelişimine yararı olmayacak işler verilir. Kendisi bir araştırma projesi yapmamış, başlamış fakat bitirememiş, 3035 yılda doçentliğe başvurmaya dahi yetecek yayın yapamamış olan bir “hoca”, akademisyenliğe ilk adımlarını atmakta olan pırıl pırıl bir gence ne verebilir? DOÇENTLİK SINAVI JÜRİLERİ YÖK’te Prof. K. Gürüz’ün başkanlığı döneminde doçentlik sınav jürilerinde görev alacak üyelerin akademik başarımlarının, en azından doçentlik başvurusu için gerekenin birkaç katı olması kuralı getirilmişti. Bu durum doçentlik sınavlarının düzeyini yükseltmiş, daha önce gözlenen bazı yanlış uygulamaları önlemişti. Ancak son yıllarda bu uygulamadan vazgeçildi ve kendisi doçentliğe başvuramayacak durumdaki profesörler jürilerde yer alıyor. Yıllardır, ses getirecek bir çalışmaya imza atmamış ve bir dönemin esnek uygulamalarından yararlanıp profesör olmuş kişilerden, doçent adaylarının akademik başarımlarını ve yayınlarının düzeyini belirleyip karar vermelerini beklemek ne kadar doğru olur? Yayın aşamasını geçemeyen bir aday, jüri üyesine dönüp “Sizin reddettiğiniz dos SONUÇ Üniversiteler öğretim üyeliğine atama ve yükseltmeler için uyguladıkları kriterlerin benzerini (örneğin, profesörlüğe yükseltilme için beklenenin iki katı) mutlaka seçimle veya atamayla gelinen pozisyonlar için de uygulamalı. Bu bağlamda Enstitü ve Merkez Müdürlükleri, Anabilim Dalı ve Bölüm başkanlıkları çok önemli. Yine benzer şekilde mezuniyet sonrası öğrencilerine danışmanlık yapabilme kriterleri de belirlenmeli. Bu pozisyonlarda liyakat temelinde bilimsel yetkinliklerini kanıtlamış öğretim üyelerinin görev alması ne kadar gelişimin önünü açıp bilimsel üretime destek sağlayacaksa, yetkin olmayan ve bunun ağırlığını taşımakta zorlanan kişilerin bu görevlere gelmeleri de tam aksine genç akademisyenlerin yetişmesini baltalayacak, ilgili birimleri ve bağlantılı olarak ünivesitelerimizi geriye görürecektir. "Yanılmışım" demek zordur! Y Tınaz Titiz argılarımız genellikle o denli kesindir ki onların yanlışlanması, "çok bilmiş tavırlarıma bakarak söyleyip yazdıklarımı pek ciddiye almayın; sıklığı ve zamanı belli olmayan şekilde yanılabiliyorum" gibisinden bir saklı içeriği çağrıştırabilme olasılığı nedeniyle utandırır. Çok laf yalansız çok para haramsız olmaz kadar doğrulanmış başka bir söz var mıdır bilinmez; özellikle laf miktarı arttıkça yalan olmasa da en azından doğru olmayan sözlerin araya karışması olasılığı artar. Kuşkusuz, bu sözü bildiği ve hep de doğruları söylemek istediği için çokhoşboş[1] stil edinmiş olanlar da olabilir. Bir tarihte, TV'den naklen güneş tutulması anlatan yorumcunun açıklamalarını hatırladıkça birşey söylemeden nasıl uzun uzun konuşulacağının nasıl bir ulusal karakter haline geldiğini daha iyi anlıyorum. İnternet, olmasaydı birbirinden haberi olamayacak insanların haberdar olabilmelerini sağladı. Böylece de, okuryazar herkes (gugl denilen çokbilmiş sayesinde) göçmen kuşların yumurtlama sıklıklarından, 550 yıl evvel Fatih Sultan Mehmet'in lalasına nasıl hitap ettiğine varıncaya CBT 1177/15 9 Ekim 2009 kadar her şeyden haberi olabilir hale geldi. Ama bu arada bilgisayarın işleyişindeki hatasızlığa aldanarak o yolla edindiği bilgilerin de bütünüyle doğru olduğu gibi bir inanca kapıldı. İnternet ya da medyadaki kuşkusuzluğa baktıkça, insanların bu kadar bilinmezlik içinde nasıl olup da bu denli çok şeyden emin olabildiklerine şaşıp kalmamak güç. Ağız ya da kalemden çıkan her yargı için, "ben bu yargımdan eminim çünkü....." açıklaması, gerçekten sağlam bir gerçeğe oturtana kadar (fazla değil birkaç tur) sürdürülse insan konuşup yazacak söz bulamaz. Peki nasıl olup da zincir baklaları gibi ...dir'ler peşpeşe dizilebiliyor? Niels Bohr şöyle diyor: "İfade ettiğim her cümle bir belirtim olarak değil bir soru olarak anlaşılmalıdır". Acaba, bir kimyasal varmıdır ki birkaç büyük kentimizin içme suyuna karıştırılınca akıllara biraz olsun kuşku gelir de bu denli kesin bilgilerimizin kaynakları hakkında biraz olsun düşünme ihtiyacı duyarız? [1] Çok sayıda özellikle de söylenmesi hoş olan sözcüğü yanyana dizip katma değersiz şekilde kullanmak! Modern Beynin Evrimi Dr. Gary SmallGigi Vorgan Omega Yayıncılık •Geleceğin Beyni • Dijital Yerliler ve Dijital Göçmenler • Teknoloji Bağımlılarına Alternatif Öneriler. Amerika’nın insan beyni üzerinde araştırmalar yapan sayılı bilim adamlarından Dr. Gary Small ve ekibi, ileri teknolojinin genç beyinleri nasıl etkilediğini araştırıyor. Modern Beynin Evrimi, ileri teknolojinin ortaya çıkardığı evrimi ve onun gelecekteki etkilerini ortaya koyuyor. Bu etkiler evrim zincirinde nereye yerleştiriliyor? Bu yeni beyin evriminin sosyolojik ve politik etkileri nelerdir. Bunlara nasıl uyum sağlayabiliriz ve bunun bedeli nedir? İleri teknoloji, bir yandan öğrenmeyi hızlandırıp yaratıcılığı artırırken, bir yandan da sosyal izolasyon yaratarak, internet bağımlılığına yol açıyor. Beyin evriminin yaşandığı çağımızda başarılı olmak için, olası engellerden kaçınmak ve bu evrime uyum sağlamak gerekiyor. Modern Beynin Evrimi, teknolojiyle ilgili güncel veriler sunmasının yanı sıra, beyin uçurumunu kapatabilmek için ihtiyacımız olacak araçları ve stratejileri de içeriyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle