16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

İlaç israfı nasıl azaltılır? Ülkemizde ilaç israfı kanayan bir yaradır. İşbaşına gelen yöneticilerin tümü bu konuda radikal önlemler almak yerine popülist çözümleri tercih etti, bu yüzden de sağlık alanında bugünkü açmazı yarattı. Türk Eczacıları Birliği'nin 1970'li yıllardan beri dile getirdiği bu konu ne yazık ki gereken ilgiyi görmedi, gördüğü dönemlerde de T.E.B.’nin önerileri göz önüne alınmadan yapılan uygulama değişiklikleriyle (!) ilaç israfı körüklendi. Ecz. İbrahim Güven, 19921993 Türk Eczacıları Birliği Genel Sekreteri, 19931997 Zonguldak Eczacı Odası Başkanı * Hak sahiplerinin kendilerinden kesilmiş olan primleri esas alarak muayene olmadan ilaç yazdırmak istemeleri, * Sağlık ocaklarında muayene olacaklara ve ilaç yazdıracaklara ayrı ayrı(!) sıra verilmesi, * Karar alınmasına rağmen Aile Hekimliği uygulamasına ülke genelinde geçişinin engellenmesi, * Koruyucu Sağlık Hizmetleri yerine, Tedavi Edici Sağlık Hizmetlerini tercih etmemizin önlenememesi, * Hasta sevk zinciri uygulamasının zorunlu hale getirilemeyişi, * Tek uzman hekim imzalı İLAÇ KULLANIM RAPORU uygulamasına geçilmesi, * İlaç yazma suiistimalleriyle ilgili doktor ve eczacılarla ilgili ihbarları araştıracak kadroların yetersiz kalışı ve incelemelerin çok uzun sürmesi, * Sağlık Bakanlığı’nda ciddi bir bilgiişlem merkezi oluşturulamaması ya da varsa gereken işlevsellikte hayata geçirilememesi, bu konuda kararları belirleyebilecek verilerin oluşturulamaması (çok önemli) * Hak sahiplerine "akıllı kart" verilmesi uygulamasına geçilememesi, * Hekimlerin elektronik reçeteye geçmelerinin sağlanamaması.. Bu eksikler ortada iken 18 Eylül 2009 tarihinde belirlenen Hasta Muayene ücretlerinin hangi kıstaslar esas alınarak belirlendiğinin ülkemiz kamuoyuna net biçimde açıklanmaması ilgi çekicidir. Böyle davranarak ilaç israfının ya da Sosyal Güvenlik Kurumu'nun eczacılara ödediği reçete bedellerinin azalacağını sanmak, bir yandan tıpkı benzin fiyatlarını yükselterek büyük kentlerdeki trafik sorununun ortadan kalkacağını düşünmeye benzemekte, öte yandan da Özel Sağlık Kuruluşlarının açılması konusundaki kolaylıklarla da çelişmektedir. S ayın Kemal Kılıçdaroğlu'nun SSK Genel Müdürlüğü sırasında uygulamasını başlattığı "SSK ve mensupları için en ucuz ilacı almak ve ödemek" yöntemi önceki döneme göre ciddi ölçüde tasarrufa yol açtığı gibi, birçok ilaç firması sadece SSK için, piyasadakinin yarı fiyatından ucuza, farklı isimle aynı formüllü ilaçlar üretmeye başladı. Ve hiçbir SSK mensubunun tedavisinde bir aksaklık meydana gelmedi. İlaç üretiminin her aşaması Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı’nın kontrolü ve ruhsatlandırmasına tabidir. İlaçta bir etkisizlik olursa, sorumlusu da kolaylıkla belirlenir ve cezalandırılabilir. Nitekim SSK’nin başlattığı uygulamanın başarılı olduğu görüldüğünden son beş yıldır tüm Sosyal Güvenlik Kurumlarının reçete bedellerinin ödenmesinde aynı yöntem esas alınarak önemli tasarruf sağlandı. hükümet tarafından 2005 yılında hayata geçirildi ve belki de bu nedenle ciddi bir oy kazandı. * Aynı hükümet Özel Sağlık Kuruluşları açılması ve yaygınlaşması için çok uygun koşullarda kredi verdi ve belki de ihtiyacın üzerinde Özel Sağlık Kuruluşlarının açılmasına yardımcı oldu. * Aynı hükümet Şubat 2005 tarihinden 1 Ekim 2008 tarihine kadar diğer sağlık kurum ve kuruluşlarında olduğu gibi Özel Sağlık Kuruluşlarında da ayaktan tedavide Hasta Muayene Ücreti olarak 1 TL alınmasını kararlaştırdı. * Aynı hükümet bir süre sonra Özel Sağlık Kuruluşlarının Sosyal Güvencesi olan vatandaşlara verdiği sağlık hizmetlerinde taban fiyat belirleyerek farkının vatandaştan alınmasına yol açtı. * Aynı hükümet aynı sürelerde Özel Sağlık Kuruluşlarında ayaktan tedavide 29 Eylül 2008 tarihinde aldığı bir kararla 1 Ekim 2009 tarihinden itibaren 10 TL Hasta Muayene Ücreti alınması uygulamasını başlattı. Bu uygulama Özel Sağlık Kuruluşlarına başvuran Sosyal Güvenlik Kurumu hak sahiplerinin sayısını azalttı. * Aynı hükümet inceleme yapan Danıştay’ın yürütmeyi durdurma kararı nedeniyle 02 Haziran 2009 tarihinden itibaren Özel Sağlık Kuruluşlarının ayaktan tedavide aldıkları 10 TL’lik Hasta Muayene Ücretini 2 TL’ye indirdi. * Yine aynı hükümet 18 Eylül 2009 tarihinde yeni bir kararla Özel Sağlık Kuruluşlarının ayaktan tedavide aldıkları 2 TL’ lik Hasta Muayene Ücretini bu kez 1/Ekim/2009 tarihinden itibaren 15 TL’ye çıkarttı. HEPSİ SATILACAK MI? Özellikle 2009 yılı içinde gerçekleştirilen, ancak objektif kriterlerden uzak bulduğum uygulamalar son derece ilginçtir. Örneğin; Son bir yıl içinde Danıştay’ın muayene ücretlerini indirdiği 2 Haziran 2009 tarihinden sonra Özel Sağlık Kuruluşlarında reçete yazdıran hak sahibi sayısında anormal bir artış mı oldu? Ya da aynı tarihten sonra Sağlık Ocakları birden tenhalaşarak muayene edecek hasta bulamamaya mı başladı? Daha da önemlisi, acaba son bir yıl içinde yazılan Sosyal Güvenlik Kurumu mensupları reçetelerinin incelenmesinde, sağlık kurumunun Özel ya da Resmi oluşuna göre reçete tutarları ortalamaları arasında bir farklılık mı belirlendi? Bu uygulamalardan bazı komplo teorileri de üretilmesi mümkün. Ki bunların başında ekonomik anlamda zor duruma girecek Özel Sağlık Kuruluşlarının, kuruluşlarında aldıkları kredileri geri ödeyemeyerek, ucuz koşullarla bazı sermaye gruplarına satılması dedikodusu gelmekte. İnsanımızın genel karakteri olan "SınamaYanılma" metodundan yöneticilerimiz vazgeçmediği sürece, sadece bu çeşit hasta muayene ücretlerini yükseltme biçimindeki yöntemlerle ülkemizde ilaç israfının önleneceğini sanmak yanlış bir çözüm biçimidir. ÖNCE BUNLAR YAPILMALI Ancak; aşağıdaki eksikler giderilmedikçe ülkemizde ilaç israfı artmaya devam edecek: * Reçetelere yazılan ilaçlarda ithal ilaçların payının giderek artması, * Reçetelere yazılacak ilaç kalem sayısının dörtten aşağıya çekilmemesi, * Reçete katılım payının emeklilerde %10, çalışanlarda %20’ nin üzerine (oy kaygısı nedeniyle) çıkartılmaması, * Ayakta tedavide yazılabilecek ilaçlarla ilgili objektif esasların belirlenememesi, * Geri ödemesi yapılacak ilaçların reçeteye yazılma esaslarının belirlenememesi, belirlenen koşulların senede dörtbeş kez değiştirilerek esnetilmesi, * Pratisyen hekimlerin gerekli ya da yeterli laboratuvar tetkiklerini çeşitli nedenlerle yapamasalar bile, geri ödeme kapsamındaki neredeyse bütün ilaçları reçetelere yazabilmesi, * Hekimlerin ettikleri yemine aykırı olarak, muayenesini yapmadıkları hak sahipleri adına reçete düzenlemelerinin önlenemeyişi, BUNLARI DA ONLAR YAPTI * Özel Sağlık Kurumlarında sosyal güvenceye sahip vatandaşlarımızın muayene ve tedavi uygulaması, işbaşındaki Sovyetler Birliği’nde Teknolojik Gelişmenin Başlıca Özellikleri Osman Bahadır [email protected] S CBT 1178/15 16 Ekim 2009 ovyetler Birliği, ilk yıllarından itibaren, ekonomik geriliğiyle çelişen bir enerjiyle büyük ölçekli teknolojiyi benimsedi. Ekonomik geriliğinden kaynaklanan girişim yetersizliğini, büyük halk kitlelerini ekonomik inşaya seferber etmek suretiyle kapatma yolunu tuttu. Ülkenin yöneticileri ve düşünürleri, teknolojiyi ve özellikle de büyük ölçekli teknolojiyi, büyük bir tarım ve köylü toplumunu sosyalist bir sanayi toplumuna dönüştürmede temel bir araç olarak gördüler. İngiltere, Fransa, Almanya, ABD, Japonya gibi ülkelerde de büyük ölçekli teknoloji revaçta olmakla birlikte, Sovyetler Birliği’ndeki durum bu ülkelerde kinden farklıydı, çünkü Sovyetler Birliği ideolojik olarak teknisistti, devlet himayesini ve merkezi planlamayı savunuyordu. Bu nedenle bu ülkenin egemen ideolojisi, bilime ve teknolojiye hemen hemen sınırsız bir güven telkin ediyordu. Sovyet teknolojisi esas olarak iki ayak üzerine dayanıyordu; eşitlikçi bir ideolojinin hedeflenmiş olmasının yarattığı gerekliliklere ve kaynak yetersizliklerini bertaraf etme zorunluluğundan kaynaklanan büyük bir kitlesel emek gücü kullanımına. Ekonomik konulardaki karar alma yetkisi, yetkili parti üyelerine, ekonomi planlamacılarına, bilim insanlarına ve mühendislere aitti. Ancak Sovyet toplumunda eğitim ve medya üzerindeki sıkı ideolojik kontrol, yapılan çalışmaların etkinliğini, yararlılığını ve güvenirliğini ender olarak sorgulayan bir bilim insanı ve mühendis topluluğu yaratmıştı. Ürünlerin fonksiyonel tasarımı ön plandaydı. Güvenlik, konfor ve çevreyi koruma bakış açıları çok zayıftı. Tehlikeli denebilecek hızlarda hidroelektrik santralleri inşa ettiler, fosil yakıt kullanan yüksek fırınlarda çevre kirliliği faktörünü hesap ve kontrol etmediler ve bu tür kontrolü sağlayan aygıtlara da aldırmadılar. Nükleer reaktörleri henüz erken sayılabi lecek bir aşamada standartlaştırdılar. Ülke yönetiminin konstrüktivist vizyonu, Lenin’in elektrifikasyon, Stalin’in kanallar ve hidroelektrik santralleri, Kruşçev’in atom enerjisi ve Brejnev’in Sibirya nehirlerinin yataklarını değiştirme projelerinde görülebilir. Lenin, teknolojiyi, Rusya’nın ekonomik geriliğini gidermenin en iyi aracı olarak görüyordu. Stalin teknolojiyi daha çok, tamamen güçlü bir devlet inşa etmek amacıyla kullandı. Kruşçev ise onu, daha çok ekonomiyi modernleştirmek ve yaşam standartlarını yükseltmek için kullanmak istiyordu. Fakat bütün bu teknoloji projeleri, devletin bürokratik gücünün, aslında azaltılması düşünülürken ve ideolojik olarak da böyle öngörülmüşken, tam tersine olarak artmasıyla sonuçlandı. Bürokratik yapının güçlenmesinde dış müdahalelerin ve ABD ile sürdürülen şiddetli rekabetin de önemli bir rolü oldu. Sovyetler Birliği’nin farklı tarihsel dönemlerdeki ekonomik ve politik yapısında önemli değişiklikler olmasına karşın, Sovyet iktidarı ile büyük ölçekli teknolojik dönüşüm arasındaki bu merkezi ilişki hiç değişmeden kaldı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle