28 Eylül 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Rektör Seçimi Hasan Yazıcı, Boykot isteğine karşılık, rektör seçimleriyle ilgili Anayasa maddelerinin değişmesini ve YÖK’ün kaldırılması için TBMM’ye verilecek bir dilekçe hazırlığını savunuyor.. Hasan Yazıcı, İstanbul Üniversitesi Profesörü, [email protected] eslektaşım sayın Dr. Kuseyri’nin rektör seçimleriyle ilgili görüşlerine (CBT 12 Eylül 2008) temelde katılıyorum. Öğretim üyeleri olarak üzerimizdeki ölü toprağını silkip ülkeye olan borcumuzu ödememimizin gerektiği kuşkusuz doğru. Hatta artık “aynaya bakmaktan utanır” olduğumuzu dahi düşünüyorum. Yakın geçmişte Gazi Üniversitesi onun arkasından da İstanbul Teknik Üniversitesi rektör seçimlerinde olup biten, üniversite tarihimizin talihsiz, gelecek kuşaklara zor açıklayabileceğemiz sayfaları olacaktır. Bütün bunlar tamam. Sayın Dr. Kuseyri biz öğretim üyelerini İstanbul Üniversitesi’nde yakında yapılacak rektör seçimlerini boykota çağırıyor. İşte burada kendisinden biraz ayrılıyorum. Bence boykottan evvel yapılacak çok önemli başka bir tarihi görevimiz var. Anımsayalım. 12 Eylül 1980’in üniformalı ve onların hık deyicisi üniformasız toplum mühendisleri YÖK adı altında –bir rivayete göre, insanlık suçları tescillenmiş Sırp diktatörlerinin kendi ülkeleri için örnek aldığı– bir kurumla bu ülkenin üniversitesini, yani bağımsız aklın ve özgür düşüncenin olmazsa olmazını zaptu rapta almaya soyundular. Üniversitelere giydirilen bu deli gömleğinin, bu firavunlara yaraşır kurumun hayırsız işlevselliği ise doğrudan atanan rektörlerle sağlanmya çalışıldı. Bu rektörler arasında maalesef bir zamanlar seçimle gelmiş olup da, o günden tezi yok yeni patronlarının emir kulluğunu hiç fütursuzca yapmaya devam edenler de az değildi. Yıllar içinde ülke 12 Eylül kabusundan gerek kendi iç 12 Eylül’ü yapanlara hepimizin şu ahir ömründe bir hukuk doktorası daha versinler. ÖNERİLER Sayın Kuseyri bu aşamada Türk Öğretim üyesine düşen rektör seçimini boykottan önce artık nasyonel sosyalist bir yönetim altında güdülmekten hoşlanmadığını haykırmaktır. Kuvvetli, kudretli rektörler artık tarihe karışmalıdır. Türk Üniversitesi yönü ne olursa olsun siyasal bağnazlığa ve onun kurumsal uzantısı “omnipotan” rektörlere artık hayır demeli, rektör seçimi denilen bu karagöz perdesi artık inmelidir. Somut önerim şudur: 1.İvedi Anayasa değişikliği yapıp 104 ve 130. maddelerdeki rektörlerin Cumhurbaşkanı tarafından seçilmeleriyle ilgili hükümleri değiştirelim. Sayın Cumhurbaşkanım son atamalarda bunu siz de dile getirdiniz. Umarım ve dilerim yasa yapıcıya da bu yönde gerekli telkinlerde bulunmaktasınız. 2.Yüksek Öğretim Yasasında gerekli değişiklikleri yapalım –lütfen artık bu 12 Eylül hortlağı YÖK sözcüğünü de sözlüğümüzden silelim ve üniversitelermizi bir süre kişiler yerine kurullarla yönetmeye çalışalım. Her fakülte kendi içinde bir senatör ve bir de dekan seçsin. Bunlardan oluşacak Senato ise kendi başkanını, yani Rektör’ü, oylamayla saptasın. Önerdiğim sistemde esas görevi Senato’yu yönetmek ve zaten kendilerini yönetecek olan Fakültelere ve umarım günün birinde, günümüzde tüm uygar ülkelerde olduğu üzere ülkeyi yönetenlere çok üst düzeyde danışman olacak bu Rektör üniversite içinden de olabilir, dışından da. Önerdiğim yöntemin teknik birçok ayrıntısı doğal olarak olacaktır. Ancak bunların hepsi bir yerde ikincildir. Ana amaç bizim bizi yönetebileceğimize önce kendimizi daha sonra da gerçekten borçlu olduğumuz bu toplumu inandırmak, yani, sevgili arkadaşlar, omurga kuşanmaktır. Bunu beceremezsek bence boykot bile yapmaya hakkımız yoktur. Bu yönde bir dilekçeyi en kısa zamanda Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunacağım. İsteyen katılır. M dinamiği gerekse de dış etkilerle kurtulmaya başladı. Ancak ülkeyi yönetenler, dünya ve ahiret görüşleri ne olursa olsun, YÖK’ü değiştirmeye hiç bir zaman niyet etmediler. Ülke, düşünenlerin sesi çıkmadıkça çok daha kolay yönetiliyordu. Elimizi vicdanımıza koyup düşünelim. Sayın Sezer’in Gazi Üniversitesi’ne o zaman yaptığı atamayla Sayın Gül’ün aynı üniversiteye bugün yaptığı atama arasında ne fark var? Bir gün 12 Eylül’ün hesabı sorulacaksa, aynı hesap onun yasalarından yararlananlardan da bir dereceye kadar sorulmalıdır. 12 Eylül “sayesinde” Türk Üniversitesinin –özellikle devlet üniversitelerinin– bugün geldiği durum yürekler acısıdır. Bir ülke, başbakanının dediğine göre, bir yandan dünyanın 17. büyük ekonomisine sahip olup diğer yandan da nasıl olur dünyanın ilk 500 üniversitesine, hem de en sonlardan girebiliyorum diye sevinebilir? Ülkesinin ekonomisi dünyada 17., üniversitesi ise 500. olan öğretim üyesi en başta kendi hakkında, bunun yanı sıra onun öğrencisi ona çocuğunu gönderen ana baba bu öğretim üyesi hakkında ne düşünür? Açık söyliyeyim. Türk Üniversitesinin esas sorunu ne öğrenci/öğretim üyesi oranı, ne kitaplığı, ne de ürettiği yayın ve onun aldığı sitasyondur. Ana sorun Türk üniversite hocasının kendisine saygısını ve kurumuna olan aidiyet duygusunu tüketmiş olmasıdır. Aldığı maaşın gülünçlüğü ve genelde toplumda gördüğü itibar doğrudan bunun sonucudur. 12 Eylül cuntası, onun yardakçı YÖK’ü ve nihayet onun kuvvetli, kudretli rektörleri kına yaksın. 140. Yılında Kandilli Rasathanesi’nin Kimliği Kandilli Rasathanesi’nin 140. doğum günü, 4–6 Eylül günleri arasında gerçekleştirilen Dünya Rasathaneler Forumu başlıklı bir toplantıyla kutlandı. Füsun Limboz, [email protected] Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın Osmanlı Rasathaneleri konulu konuşmasıyla açılan toplantıya yurtiçinden katılan konuşmacılar ülkemizdeki üniversite rasathaneleri (İstanbul Üniversitesi Gözlemevi, Ankara Üniversitesi Gözlemevi, Ege Üniversitesi Gözlemevi, Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Gözlemevi) ve TUG (Tübitak Ulusal Gözlemevi) hakkında; Almanya, İsrail, İngiltere, Japonya, Fransa, Özbekistan, İtalya ve Slovakya’dan katılan konuşmacılar da kendi ülkelerindeki rasathanelere dair bilgi verdiler. Toplantı Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü’nde gerçekleşti. Halihazırda varlığını Boğaziçi Üniversitesi bünyesinde, B.Ü. Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü adıyla sürdüren Kandilli Rasathanesi, ilk defa Rasathanei Âmire adıyla, 1868 yılında, Beyoğlu’nda kurulmuştur. Kuruluş yıllarındaki faaliyeti, meteoroloji istasyonlarından telgrafla ulaşan gözlem sonuçlarını değerlendirerek, hava tahmini yapmaktır. İlk müdürü Aristidi Coumbary, telgraf şebekesinin ıslahı maksadıyla Fransa’dan getirtilen bir mühendistir. Kuruluşunu takip eden yıllarda Maçka’daki Topçu Okulu’nun karşısına taşınan Rasathanei Âmire; 1909 yılında, 31 Mart Vakası esnasında, neredeyse tamamen tahrip edilmiştir. Rasathaneyi yeniden kurmak üzere 1910 yılında, İstanbul Darülfünunu müderrislerinden Fatin Gökmen görevlendirilmiştir. 1933 Üniversite Reformu’na kadar İstanbul Darülfünunu’nda küresel astronomi içerikli astronomi dersleri İlmi Heyet adı altında, Fatin Hoca (Fatin Gökmen) tarafından verilmiştir. Fatin Gökmen tarafından Rasathane’nin yeniden kurulacağı yer olarak Çengelköy / Kandilli sırtlarındaki İcadiye Tepesi seçilmiş ve Kandilli Rasathanesi burada, 1911 yılında, bir meteoroloji gözlemevi olarak kurulmuştur. Faaliyetlerini 1982 yılına kadar Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı olarak yürüten Kandilli Rasathanesi, 28.3.1983 Tarih ve 2809 Sayılı Kanun’la yasalaşan 41 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname’yle Boğaziçi Üniversitesi bünyesine bir enstitü statüsüyle dahil edilmiştir. Rasathanei Âmire ve Kandilli Rasathanesi’nden sonra yeni kimliği, Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü’dür. Yakın zamana kadar Kandilli Rasathanesi denildiğinde akla iki isim gelirdi: Fatin Gökmen ve Muammer Dizer. Son yıllarda bu isimlere bir üçüncüsü, Ahmet Mete Işıkara da ilave olmuştur. Prof. Dr. Muammer Dizer Kandilli Rasathanesi’ne 40 küsür yıl hizmet etmiştir. Rasathane’nin Müdürü olarak geçirdiği uzun çalışma yılları, Rasathane arazisini ağaçlandırmada gösterdiği kişisel çabalar, Rasathane’de Güneş gözlemleri ve Güneş konulu çalışmaların gelişimine katkıları, astronomi tarihi konusundaki çalışmaları ve halihazırda Rasathane’nin bünyesinde kurulan müze’de sergilenen eserlerin büyük bir kısmını derleyip toplama konusundaki gayretleriyle Prof. Dr. Muammer Dizer’in adı; Rasathane’nin geçmişinde uzun bir zaman diliminde, Rasathane’nin adıyla birlikte anılmıştır. Günümüzde akademik birimler, laboratuvarlar ve Merkezler halinde yapılanan Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü’nde astronomi çalışmaları, Astronomi Laboratuvarı adı altında toplanmış Güneş Fiziği, Zaman Servisi ve Optik Laboratuvarı birimlerinde sürdürülmektedir. Kandilli Rasathanesi’nin astronomik kimliği, 1918 yılında Carl Zeiss Firması’na bir teleskop ısmarlanmasıyla birlikte şekillenmeye başlamıştır. Ismarlanan teleskop 1925 yılında İstanbul’a gelmiş ve ancak 1935 yılında, içerisine yerleştirileceği Kubbe’nin yapımının tamamlanmasıyla birlikte çalışır hale gelmiştir. Teleskobun ilk önemli faaliyeti, 1936 tam güneş tutulması gözlemidir. Düzenli fotosfer gözlemleri ancak 1947 yılında başlamış ve çok kısa kesintilerle günümüze kadar sürdürülmüştür. Kandilli Rasathanesi’nde özenle arşivlenen ve uluslararası veri merkezleriyle paylaşılan bu gözlemler, Güneş Fiziği Birimi çalışanlarınca halen sürdürülmektedir. Öğrenciliğinin bir kısmını Rasathane’de geçirmiş bir kimse olarak Rasathane’nin 140. yılını büyük bir mutlulukla kutluyor, kuruluşundan bu yana emeği geçen herkesi teşekkür duygularıyla anıyor ve tüm birimlerinde çalışanlara saygı ve sevgilerimi sunuyorum. CBT 1122 / 21 19 Eylül 2008
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle