28 Eylül 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

GÖNÜLDEN BİLİME Böyle bir cemaatin dünyanın fakir ve hor görülen toplumları arasında olması Müslümanları düşündürmelidir. Allah Müslümanları Hıristiyanlara, Yahudilere, Budistlere köle olsun diye yaratmış olamaz. Bu nedenle içine düştükleri durumun kendi davranışları sonucu olduğunu kabul etmeleri gerekir. Bu Kuran emirlerine uymadıkları şeklinde de yorumlanabilir. Şimdi bana “Sen Kuran tefsiri nasıl yaparsın?” denebilir. Ben bir şeyi hatırlatıyorum. Müslümanlar okuma yazma bilmedikleri ve Tanrının kitabını okumayıp kendilerine hocaların anlattığını dinledikleri için ilkel toplumların büyücüleri gibi, kendilerine Tanrı ile kul arasında aracı sıfatı verenler tarafından yönlendiriliyorlar. Bizim hacı hoca takımı, olmayan bir kilisenin görevini kendi kendilerine üstlenen yorumculardır. Aydın bozuntuları nedense Avrupalıların söylediklerine çok itibar ediyorlar ama, kendi toplumlarını içine düştüğü ve bütün İslam dünyası için geçerli bu gözlemleri yapmaya tenezzül etmiyorlar. Ya da özel görevleri gereği devekuşu gibi davranıyorlar. Ahmet İnam [email protected] Rönesans'tan sonraki felsefe daha akademik bir felsefe oldu. İnsanların ahlak problemlerinden çok düşünme problemlerini, bilgi problemlerini çözmeye yönelik bir felsefe haline geldi. Buna rağmen Aydınlanma Dönemi’nde ve Aydınlanma Dönemi’ni izleyen yüzyıllarda felsefenin yine ahlak alanında da felsefe alanında da ileri sürdüğü düşünceler oldu. İSLAM AYDINLARININ SORUNU İslam aydınlarının bütün dertleri kendi halklarına modernleşmenin Kuran’a karşı olmadığını, bunun için de İslamın ve Kuran’ın şöyle ya da böyle yorumlanması gerektiğini söylemek olmuştur. Oysa sorun İslamın çağdaşa göre yeniden yorumu değildir. Bu saçmadır. Çağdaş denilen olgu bilimsel, teknolojik ve dine referans vermek zorunda olmayan bir özgür düşünce hakkının kabul edilmesinden ibarettir. Bütün dünya dini kurumlarla dini olmayan kurumların yan yana yaşamasını kabul etmiştir. Çünkü jeoloji, biyoloji, atom fiziği, mikrobiyoloji gibi konular din kitaplarının dediklerine uymuyor. Kimse dininden de vazgeçmiyor. Sorun ikisinin birlikte yaşamasındaki zorluktu, şimdi yaşıyorlar. Örnek bütün dünyadır. Bunu kabul etmeyenlerin halini de Müslüman dünyası sergiliyor. Sömürünün tanımı ne olursa olsun, uluslararası sömürü bilim ve teknoloji üretemeyen Müslüman müşterilerin sırtındadır. Bu sömürünün bir parçasının sömürülen ülkede dağıtılması doğaldır. Ve Marx’tan bu yana da en çok incelenmiş ekonomi olgusudur. Cahil toplum İslam düşünürünü değil; mahalle hocasını ve tarikat şeyhini dinliyor. Bu ilkel örgütlenme Bush türü demokratik sömürü patronlarının onayını alarak gelişmektedir. Bu kadar açık bir safsata ve ona bağlı köleliğin sürmesini neredeyse bir dini emir gibi gösterenlerin söyledikleri her hangi bir şeye inanmak olası değildir. Diller bu tür durumları ve insanları tanımlayan pek çok deyiş türetmiştir. Belki de sözcülüğü onlara bırakmak gerekir. Felsefenin Çağımızda Durumu Üstüne Ama artık Eski Yunan'da ve Roma'da olduğu gibi insanların doğrudan doğruya kendilerini buldukları, aradıkları etkinlik olmaktan çok felsefe hayata dolaylı bir etki yapmaya başladı. Filozoflar düşüncelerini yazdılar, politikacılar ve dünyayı yönetmeye kalkanlar da onların bu düşüncelerini yorumlayarak kendi öğretilerini oluşturmaya çalıştılar. Dolayısıyla felsefe o eski etkinliğini, ilk başlarda, ilk ortaya çıkışında, 2500 sene önceki etkinliğini, M.Ö. 300'lü yıllarda başlayıp M.S. 200'lü yıllara kadar devam eden etkinliğini ve gücünü büyük ölçüde yitirdi. Felsefe bugün de dar bir akademik alana sıkışmıştır. Üniversitelerde okutulan bir bilgi haline gelmiştir. Tabii bütün bunları kırmaya çalışan atılımlar da yok değil, felsefeyi tekrar yaşamla ilişkiye sokmaya çalışan çabalar varsa da bunlar çok fazla etkin olamıyor. Buna rağmen ülkemizde ve Batı'da “Sofi'nin Dünyası”, “90 Dakikada Felsefe” gibi felsefeyi tanıtıcı el kitapları yazılmıyor, kurslar verilmiyor değil. Üniversitenin dışında felsefeyle ilgili çalışmalar yapılabiliyor ama bunlar, felsefenin, ilk doğuşundaki, başlangıcındaki gücünün tekrar yerine gelmesini sağlayan çabalar olmanın çok uzağındadır. Bugünün insanı hayatın problemlerini danışmanlarla, NLP, Budizm, Yoga gibi birtakım tekniklerle çözmek istiyor. Psikiyatristlere, psikologlara, birtakım danışmanlara başvuruyor. Bu yine bir derece olumlu sayılabilir ama daha vahim olanı ilaçlarla problemin çözülmeye çalışılmasıdır. Bu daha hazin bir durum. Çünkü ilaçlarla yaşam probleminizi çözemezsiniz, ilaçlarla kendinizi avutursunuz, ilaçlarla o problemlerin belirtilerini ortadan kaldırabilirsiniz ama yaşam problemi hep durur orada. Sizin mutsuzluk gibi ağır bir yaşam probleminiz varsa, hayattan zevk alamamak gibi bir sorununuz varsa, bunu size zevk verecek ilaçlarla gidermeye çalışırsanız bunun bedeli çok ağır olur. Ya o ilaçlara bağımlılık kazanırsınız ya da o ilaçların yan etkisine maruz kalırsınız. Kendinizi gerçekten ortaya koymakta, bir anlamıyla kendinizi inşa etmekte, oluşturmakta, hayatınızı denetlemekte yetersiz, ilaç bağımlısı bir insan haline gelirsiniz. Dolayısıyla insanın kendini bulabilmesi, hayatındaki sorunları çözebilmesi için bu doğru bir yol değil. Çağımızda bu sorunlar çok yoğun bir şekilde artmıştır; çünkü insanların iletişimi kopmuştur, insanların hayatın anlamı konusunda kafasındaki sorular giderek artmaktadır, bilim ve teknoloji hızla ilerliyor, iletişim araçları yoğun bir biçimde gittikçe dünyayı küçültüyor. Bütün bu teknolojik ve bilimsel olanaklara karşın insan hâlâ mustariptir, mutsuzdur, farklı biçimlerde kendi hayatına anlam vermeye çalışıyor ama yeterince sorgulama keskinliğine sahip olamadığı için, felsefeyle o ta başlardaki maneviyat kazanıcı etkileşimini yitirdiği için hayatının anlamını birtakım “knowhow”lar ile bulmaya çalışıyor. Yani ne yapacağını ona söyleyeceksiniz, sabah kalkınca 15 dakika hangi hareketleri yapacak, nerelere gidecek, evden çıkarken hangi adımını atacak... En ufak noktasına kadar ona birtakım şeyleri gösteriyorsunuz, el kitapları hazırlıyorsunuz ve o insan el kitapları okuya okuya mutluluğu ararken bir robot haline gelebiliyor. Dolayısıyla felsefenin sağlayabileceği özgürlük, özgür düşünce, bağımsız bir insan olabilme, kendi aklıyla düşünebilme gücü çağımızda birçok insanın maalesef ulaşamadığı olumlu özelliklerdir. Bunun için sanıyorum milyonlarca dolar, özellikle Amerika gibi ülkelerde, Avrupa'nın birçok zengin ülkesinde psikologlara, psikiyatristlere akmaktadır, ilaç şirketlerinin kasasına, aldatıcı eğlence kaynaklarına gitmektedir. Bu açıdan baktığımızda felsefe gerçekten bugünkü bunalımlı, mustarip, gerçekten acı çeken insana, gerekli olan bir insan etkinliği sağlar. Ama ne muzdarip insan bunun tam farkındadır ne de felsefeyi öğrettiğini ileri süren öğretmenler bunun farkındadır. Çünkü felsefeyi akademik bir sınır içinde aldığınızda, akademik duvarlarla çevirdiğinizde hayatınızda yaşadığınız problemlere bir yararı olamıyor, felsefe herhangi bir bilgi, bir matematik haline geliyor, çünkü birtakım soyut kavramlar uçuşuyor, “mutluluk”, “sevgi” falan gibi sözler söylüyorsunuz ama bütün o söylenenler havada kalıyor. Felsefe okuyup da insanlar mutlu olabilir mi? diye soruyoruz, acaba mutsuzluğumu çözebilecek bir felsefe kitabı var mıdır? Bana bir kitap söyle, bir okuyayım ve acayip mutlu olayım, bir daha hiç mutsuz olmayayım. Böyle bir olanak var mı? Böyle bir olanak yok. Çünkü felsefe bize mutluluğun yalnızca birtakım malumatı elde etmekle kazanılmayacağını öğretiyor. Tayfun Akgül CBT 1122/ 11 19 Eylül 2008
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle