24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

GÖNÜLDEN BİLİME Minimum ücretin 500 YTL oluğu yerde 500 YTL’ye bir yemek yenilen restoranlar olmalı mı? Metrosu olmayan ve herkesin yollarda saatler kaybettiği kentlerde her yüz metrede bir gökdelen olmalı mı? Milli gelirinin yarısı borç faizine giden bir ülkede ithalat açığı olmalı mı? Zorbalık ve tehdit olan bir ülkede demokrasiden söz edilebilir mi? Demokrasi olan bir ülkede din ve mezhep baskısı olur mu? Demokrasi olan bir ülkede kadınlar da mecliste nüfus oranlarına göre milletvekili çıkarmalı mı? Türklerin kitap okumadıklarını ve kendi tarihlerinden haberdar olmadıklarını iddia etmeli mi? Amerika Türkiye’yi Rusya’dan daha çok Bu toplumun soru seviyor denebilir mi? sormasını bekle Rusya doğal gazı kesince Türkiye ısımek, eski deyimiynamaz, aydınlanamaz ve susuz kalır demeli mi, dememeli mi? le, eşyanın tabiatı Bir insan bir politikacıyı savunuyorsa na aykırı. Fakat soronun satın alınmış olduğunu düşünmeli mak ve yanıt almak mi, düşünmemeli mi? çağdaş toplumların Bir adam yasak yere park yapıyorsa pouygarlık göstergelise rüşvet verdiği düşünülmeli mi, düşünülmemeli mi? sidir. Başbakan do İnsanlar bir inşaat gördükleri zaman ğal gazın %60’ı akıllarına bir hırsızlık gelmeli mi, gelmemeli Rusya’dan alındığı mi? için karanlıkta kala Bir adam bir partiye oy verdiği zaman biliriz demiş. Kaç evine kaç kilo kömür ya da şeker girdiği düşünülmeli mi, düşünülmemeli mi? karanlık var, bu ül Bir adamın karısı türban takıyorsa makede? halli parti örgütü ya da tarikat tarafından kocasına iş verildiği düşünülmeli mi, düşünülmemeli mi? Bir işinizi halletmek için bir torpil bulma çabası içine girmeli mi, girmemeli mi? İdarecileri olur olmaz ahlaksızlıkla, din sömürücülüğü ile suçlamalı mı, suçlamamalı mı? Ahmet İnam ainam@metu.edu.tr Bizim gençlerimizin fal eğilimi gayet doğal gibi geliyor bana; bugün gençlerimiz doğru dürüst bir kültürle beslenemedikleri için, bilgi birikimleri yalnızca diplomayla çıkara dayandığı için, hayatlarını düzenlerken neye göre dayanacaklarını çok iyi kestiremiyorlar. Gençlerin Fal Yoğun Yaşamları Sonuçta, falcılık onlara bir çıkış noktası gibi geliyor: Fal bakarak sözde geleceği bilecek, sözde ilişkilerini düzenleyecek, sözde hayatıyla ilgili kararlara varacak. Tabii, bir yönüyle aptalca birşey. Fal baktıranların tümü bu bakış açısında olmayabilir. Spor olsun diye fal baktıran da olabilir. Fal baktıranların bir kısmı “Bakalım bu ne söyleyecek?” diye fal baktırıyor da olabilir. Çok inanan da olabilir. Bana öyle geliyor ki gençlerin birbirleriyle ve kendileriyle olan ilişkilerinde sorunları var. Falcıya giden insan, geleceği ve yakın çevresiyle problemleri olan biridir. Bugün, gençlerin gelecekle ilgili ağır, çok ağır kaygılar taşımalarını anlayabiliyorum. En “iyi” bölümlerde okuyor bile olsa, iş bulma ve dolayısıyla gelecek kaygısı var. Bundan sonraki hayata ilişkin şüpheleri var. Dolayısıyla, fal olgusunun bize gösterdiği şey, Türkiye’de hayatın epey düzeltilmesi gereken yanlarının olduğu ve genç insanların kendilerine yakışan bir hayatı yaşayamadıkları. Gelecekleri konusunda karar alıp, uygulayabilecek güçlerinin çok zayıf oluşu. Dumanlı bir yaşam korkusu, sisler içinde onları bekleyen geleceğin yüreklerine kattığı ağır bir kaygı. Dünyayı anlayıp kavrama çabasından yoksunluk. Bilimi, olanaklarını anlayamama. (Teknolojiyi cep telefonları ve bilgisayarlarla kullanmaya kalkarken ardında yatan kuramsal düşünceleri, bilimsel tavırı kavrayamama). Ne yapılabileceğine gelince, sanırım aile içinde başlayan bir şey. Çocuğun küçük yaşlardan başlayarak, birbiriyle kendisiyle, çevresiyle, büyükleriyle sağlıklı ilişkiler kurması gerekir. Gençler arasında, gençlerle daha yaşlı ve deneyimli insanlar arasında sağlıklı bir iletişim olması lazım. Böyle şeyler kurulduğu zaman, örneğin gençlik dernekleri, topluluklar, kulüpler, durum değişebilir. Belki bunlar var ama geçmişte olduğu kadar etkin değil. Bizim dönemimizdeki gibi biraraya gelip sabahlara kadar sohbet etmeler, konuşmalar, tartışmalar.... Bunlar bizim kuşağımızda vardı, ben 68 kuşağındanım. O sohbet ortamlarında birbirlerine kalplerini, duygularını, düşüncelerini açabiliyordu, yalnızca boş konuşmaların geçtiği yerler değildi. O sorunlar, insanlar birbiriyle dalga geçmeden tartışabiliyor, sağlıklı iletişim kurulabiliyordu. Dolayısıyla dayanışma kurulmuş oluyordu. Bunun sonucunda, belki de, bizim dönemimizde biz fal olgusuyla tanışmış değildik, birtakım otoritelere başvurma ihtiyacını bu kadar sık duymuyorduk. Elbette tüm gençlerin fal baktırdığını, tüm gençlerin böyle “otorite budalası” haline geldiğini düşünmek yanlış olur. Bazı gençler de var ki, onlar yaşamdan ne istediğini biliyor, beklentileri, istekleri, bilinçli... Fakat sayıları çok değil. Fal, aynı zamanda sosyal sebepleri olan bir olgu. Aile içindeki eğitimden bağımsız olarak gelişen bir sosyal yöne de sahip. Bu çerçevede yapılması gerekenler neler olabilir? Büyük kentlerde aileler koşuşturma içinde yaşıyor. Çocuklar sürekli kapalı ortamlarda yetişiyor. Komşu çocuğuyla bile tanışmadan yaşıyor. Mahalle kavramı ortadan kalktı. İnsanlar büyük ölçüde birbirinden kopuk; yalnız bir yaşam tarzı benimseniyor. Bizim, geçmişten getirdiğimiz muhabbet kültürümüz vardı. Bir biçimde sorunlarımızı birbirimizle paylaşırdık. Belki bu yine yaratılabilir. Dernekler, sık yapılan toplantılar, sivil toplum örgütleri aracılığıyla tekrar mahallede dayanışma ortamı ortaya çıkarılabilir diye düşünüyorum. Bilimi, bilimsel düşünmenin anlamını duyuracak bir iklim yaratmak gerekir gençlere. Sorunlarının bilimsel tutumla çözülebilecek boyutlarını görmelerine yardımcı olacak kültür ortamları oluşturulmalı. Elbette bu bir yandan düzenle ilgili bir konu. Bunlar, ancak düzen içinde geçici çabalar olabilir. Fakat düzeni suçlayıp, “düzen böyledir, yapacak bir şey yoktur” demek, sorunu çözmek yerine düzenin arkasına saklanmaktır diye düşünüyorum. İnsanların yapabileceği her zaman birşey vardır, bunu kovalamak gerekir. Ütopyası, umudu olan, gelecek beklentisi yüksek, gerçekçi gençler, her türlü “falın falına bakabilir”, bunun nasıl bir oyun olduğunu anlamaya çabalayıp, düşleri, aklı olan insanı güçlü ve güçsüz yanlarıyla görebilirler. EŞYANIN TABİATINA AYKIRI MI? İnsanların neden oldukları sorunlar sonsuzdur. Soru sormak kişinin eğitimi, bilgisi ve uygar kimliği ile orantılıdır. İnsanları gerçekten ilgilendiren onları rahatsız eden, canlarını yakan bir soru cesaretle sorulup, yanıtı da doğru olarak alınıyorsa bu sorunları yaratan politik ortamda iyileşme olanağından söz edebiliriz. Yanıtsız sorular, toplumu ürküten serseri mayınlardır. Türk toplumu en büyük kentinde çöple, çamurla, gürültü ile, sokak köpekleriyle birlikte yaşayabiliyor. Henüz arsalarının etrafını duvarla çevirmiyor. Aynı sokakta aynı çatı yüksekliğinde yapı yapmakta zorlanıyor. İnşaatlarının %60’ını kaçak gerçekleştiriyor. Yılda ortalama bir kitap bile okumuyor. Üniversite sınavlarında on binlerce öğrenci hiçbir soruya yanıt veremiyor. 65.000 kişi kızını imamhatip okulunda okutuyor. Ve üniversite hocalarının iradesini hiçe sayan imamhatipliler tarafından idare ediliyor. Ülkenin her gün kesilebilecek enerjisini hiç kontrol edemediği dış kaynaklardan alıyor. Bu toplumun soru sormasını beklemek, eski deyimiyle, eşyanın tabiatına aykırı. Fakat sormak ve yanıt almak çağdaş toplumların uygarlık göstergesidir. Başbakan doğal gazın %60’ı Rusya’dan alındığı için karanlıkta kalabiliriz demiş. Kaç karanlık var, bu ülkede? Tayfun Akgül CBT 1121/ 11 12 Eylül 2008
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle