24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ZÜMRÜTTEN AKİSLER A. M. Celal Şengör lişimiyle dev sıradağlar yükselmişti. Ancak dağlar erozyona uğrayınca, demir fosfor gibi besleyici maddeler okyanuslara çökmüş ve bu şekilde oksijen üreten fitoplanktonlar oluşmuş. İkinci etki olarak da organik karbon dağlardan denize kayan tortullara gömülmüş. Dev dağlar nihayet tamamen erozyona uğradıklarında gerçi oksijen üretimi durmuş ama buna karşın atmosferdeki oksijen varlığını korumuş. MUZ AROMALI ANNE SÜTÜ Anne sütünün tadı, annenin yediklerine göre değişmekte. Kopenhag Üniversitesi bilim insanları, emzirme döneminde olan on sekiz kadına mentollü, muzlu, meyanköklü ve kimyonlu kapsüller verdikten ikişer saat arayla sütlerini kontrol etmişler. Araştırmayı yöneten bilim kadını Helene Hausner, “tatlandırıcıların” anne sütünde farklı sürelerde tespit edilebilir hale geldiğini söylüyor New Scientist dergisinde. Mesela muz tadı, kapsülün alınmasından bir saat sonra anne sütüne geçerken, mentol tadı iki ila sekiz saat sonra alınabiliyor. Meyan kökü ve kimyonun tadı, en yüksek dozu ile bir saat sonra anne sütüne geçiyor. Bebek her meme saatinde başka bir tat alıyor diyor bilim insanları. Anne sütünün tadı ayrıca aynı yiyecekleri yemiş olsalar bile kadından kadına da değişmekte. Araştırmacılar anne sütündeki tat değişiminin, bebeklerdeki tat duyusunun gelişimi üzerinde etkili olduğunu düşünüyorlar. Araştırma sırasında anne sütündeki tatların kalıcı olmadığı da anlaşılmış. Son bir araştırmayla, bu iletişim biçimini sağlayan beyin mekanizmasının, sürüngen, kuş veya insan gibi diğer canlılarınkiyle aynı olduğunu gösteren kanıtlara ulaşıldı. Buna göre “konuşmaların” temeli aynı kökene uzanmakta. Amerikalı nörobiyolog Andrew H. Bass, bu temelin 400 yıl önce kemikli balıklarda geliştiğini tahmin ediyor. Kemikli balıklar, ilk canlıların karaya çıkmalarından önce tüm omurgalıların öncüleriydiler. İnsanlar dili keşfettikten sonra aralarında konuşmaya başladılar. Ama daha önce de değişik sesler ve bağırtılarla iletişim kuruyorlardı. Birçok hayvan da doğuştan bu tür bir yetiye sahip. Ancak sesler farklı araçlarla üretilmekte. İnsanlar ve diğer memelilerde larenks ya da gırtlağın ses teli havayla titreştirilir. Kuşlardaki ses üretim organı sirinks biraz daha aşağıda yer alır ve kuşlara şakımaya izin veren özel diyaframlara sahip. Bu tür organlara sahip olmayan balıklar ise bu amaçta aslında bir denge organı olan yüzme kesecikleriyle “konuşurlar”. Bu organı hareket ettiren kas, hayvanlar dünyasındakinin en hızlısı. Bir saniyede 200 kez büzülerek farklı sesleri üretiyor. Bilim insanları araştırma çerçevesinde üç balık türüne ait larvaların beyninde ses üretiminden sorumlu sinir Benim durumumda olan hiç kimse Jules Verne’in meşhur fantezisinin bu yeni film versiyonunu kaçırmazdı. Filme gidiş nedenim iki taneydi: 1) Yeni film teknolojisiyle Lidenbrock Denizi’nin nasıl canlandırıldığını görmek, 2) Son yıllarda ülkemin politik ve sosyal manzarasının ağzımda yarattığı acı tadı biraz olsun gidermek. Dünyanın Merkezine Yolculuk Sıkı bir bilim düşkününe pek salakça gelebilecek olan film, hayâl dünyasında salakça da olsa arada bir gezintiye çıkmak isteyenler için oldukça eğlendiriciydi. Hele benim gibi bir Verne hastasıysanız ve hele hele Arzın Merkezine Seyahat romanı yaşamınıza yön vermişse, bu filmde hoşunuza gidecek çok şey bulabilirsiniz. Konuyu bilmeyenler için özetleyeyim: İlk kez 1866’da yayımlanan Arzın Merkezine Seyahat, jeoloji profesörü Otto Lidenbrock’un bir sahhaf dükkanında bulduğu Snorri Sturlusson’un Heimskringla adlı eserinin bir elyazması içinde küçük bir kâğıda yazılmış bir şifre bulmasıyla başlar. Şifreyi yazan Rönesans’ın İzlandalı bir simyacısı olan Arne Saknussemm’dir. Saknussem orta Haziran’da İzlanda’daki Sneffels volkanının Scartaris tepesinin gölgesi tarafından gösterilen bacasında başlayan bir yolun dünyanın merkezine çıktığını ve kendisinin bu yolculuğu yaptığını iddia etmektedir. Tabii fanatik jeolog Prof. Lidenbrock derhal bu yolculuğu yapmaya karar verir ve yeğeni Aksel’i de birlikte götürür. İzlanda’da bir de Hans Bjelke isimli sadık bir rehber edinilir. Muhtelif maceralar sonucunda yolcular bir yeraltı denizine ulaşırlar. Romanın sonunda Prof. Lidenbrock’un kendi adını verdiği bu yeraltı denizinin Kuzey Atlantik’ten Orta Akdeniz’e kadar uzanan koca bir okyanus olduğu görülür. Bu okyanusta ve çevresinde jeolojik devirlerin bitki ve hayvanları canlı olarak bulunmaktadır. Hatta Prof. Lidenbrock ve yoldaşları ilkel bir insan bile görürler. Aslında Verne insan konusunu ele alan iki bölümü romanına 1867 yılında yayımlanan resimli baskısının basımı esnasında, o zaman sürmekte olan insanın Dördüncü Zaman hayvanlarıyla yaşıt mı (yani doğal süreçler sonucu oluşmuş bir canlı mı) yoksa onlardan sonra Tanrı’nın özel yarattığı bir canlı mı olduğu konusundaki tartışmalara doğal süreççiler yanında yer aldığını vurgulamak için ilave etmiştir. Tabii 2008’deki Amerikan filminde böyle felsefi derinlikler yok. Trevor Anderson adlı oldukça sıradan bir jeolog (Brendan Fraser) kendisini ziyarete gelen yeğeni Sean (Josh Hutcherson) ile birlikte merhum ağabeyinden bir de sandık tevarüs ettiğini öğrenir. Sandığın içinden kenar notlarıyla dolu bir Arzın Merkezine Sayahat romanı çıkar. Burada Anderson ağabeyinin İzlanda’nın altında dünyanın merkezine uzanan bir kanal olduğunu düşündüğünü keşfeder. Yeğenini kaptığı gibi soluğu İzlanda’da alırlar. Orada ağabeyinin temas ettiği bir bilim adamının Hannah Ásgeirsson isimli kızı (Anita Briem) kendilerine rehber olur ve oldukça fantastik bazı olaylar sonucu Lidenbrock Denizi’nin gerçek olduğunu keşfederler. Bu filmde beni büyüleyen Lidenbrock Denizi’nin Jules Verne’nin romanındaki tasvirlere ne kadar uygun olarak resmedilmiş olduğuydu. Küçükken Verne’in romanını okuduğum zaman beni en çok etkilemiş olan da Lidenbrock Denizi ve orada görülen bitki ve hayvanlar olmuştu. Bu filmde denizde dalgalar arasında yüzen ve balık avlayan Pleziyozorlar bana gerçekten Jura Devri’ne gitmişim gibi bir his verdi ve beni çocukluğumun rüya âlemine, beni sonunda jeolog yapmış olan o büyülü his dünyasına geri döndürdü. Keşke filmi ilk planlandığı gibi Jules Verne’nin romanına âşık olan Paul Chart yapmış olsaydı. Filmin Jules Verne’nin romanından üç boyutlu teknoloji vurgusuna kayması Paul Chart’ın projeden çekilerek yerine 3 boyut uzmanı Eric Brevig’in gelmesine neden olmuş. Çok yazık! Günümüzün çocukları tekrar Jules Verne’e ve onun dünyasına kavuşmalıdırlar. Giderek hırçınlaşan, giderek vahşileşen bu dünyada, geleceğin yegâne garantisi bilim ışığında sürdürülebilecek iyimser medeniyettir ki onun da tarihte Jules Verne’den daha becerikli bir hocasının olduğunu sanmıyorum. Dünyanın Merkezine Yolculuk bana 92 dakikalık bile olsa, Amerikan yüzeyselliği ile bile olsa, tekrar Jules Verne ile bir araya gelme fırsatını verdi ve içimi açtı. Bu filme çocuğunuzla gidecekseniz, ona mutlaka önce Arzın Merkezine Seyahatı okutun. İhsan Ketin’in büyük hocası Hans Cloos’un bir kere dediği gibi, belki o çocuk jeolojinin «dünyanın müziği» olduğunu anlar ve kendisini o müziğin büyüsüne kaptırıverir. O büyü bana mutlu bir hayat bahşetmiştir. Her çocuğa tavsiye ederim. Potansiyel eşlerin dikkatini çekmek isteyen ya da yaşam alanlarını koruyan bazı balıklar vızıltılı sesler çıkarıyor. Konuşmaya uygun ağız yapısına sahip olmadıkları için de bu iş için yüzme keseciklerini kullanıyor. CBT 1117/ 5 15 Ağustos 2008 OMURGALILAR 400 YILDIR “KONUŞUYOR” hücrelerini incelemişler. Tüm omurgalı hayvanların atası sayılan kemikli balıklara dahil olan Batrachoididae, Rorichtys notatus, Opsanus beta ve Opsanus tau larvalarının beyin ve sinir yolları gelişimini görüntü teknikleriyle incelerken, yüzme keseceğinin kas hareketlerinden sorumlu sinir hücrelerini, larvaların arka beyni (rhombencephalon) ve sırt omuriliği arasındaki bir bölgede bulmuş araştırmacılar. Örneğin sesin inceliğini ayarlayan, sesin temposundan, ritminden ve süresinden sorumlu sinirler gibi. Beyindeki sinirsel gelişimin motifi ve pozisyonu, kurbağa ve kuş gibi diğer omurgalılara ve memelilerinkine çok benziyor, ancak zorluk dereceleri değişken. Bu özellikler “konuşmayla” ilgili beyin bölgesinin ve mekanizmasının geçmişte aynı kökenden geldiğini kanıtlamakta diyor bilim insanları. Bulgu, öte yandan insan dilinin gelişimi ve diğer türlerdeki her türlü sosyal iletişim arasındaki bağlantıyı göstermesi açısından önem taşımakta. Nilgün Özbaşaran Dede
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle