Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Depremden gelen uyarılar ne denli doğru? Depremler genelde büyük miktarlarda gerilimin koyverilmesine neden olur. Ancak bu iki durumda gerilim, görünüşe bakılırsa, depremden önce değişmeye başlamıştı. Bu değişim ardından gelen depremler tarafından tetikleniyor olsaydı, pekala bir uyarı işareti sayılabilirdi. D epremlerin önceden kestirilmesi deprembiliminin en önemli hedefi olmakla birlikte, bugüne dek yapılan yoğun araştırmalardan bu konuda güvenilir tek bir uyarı işareti elde edilemedi. Şimdi deprem uzmanları rastlantı sonucunda San Andreas (ABD) fayındaki iki küçük depremin birkaç saat öncesinde ortaya çıkan ve bir olasılıkla gelecekteki depremler için de bir uyarı niteliğinde olabilecek belirtilere tanık oldu. Nature dergisinde yayımlanan raporun yazarlarından ve Washington Karasal Çekim Dairesi’ne bağlı Carnegie Enstitüsü deprembilim uzmanlarından Paul Silver, “Bu son derece şaşırtıcı işaret çok da umut verici,” diyor. Rice Üniversitesi deprem uzmanlarından Fenglin Niu ve arkadaşları San Andreas fayının hemen ötesinde açılan 1 kilometre derinliğindeki iki deliğe aygıtlarını indirdiklerinde amaçları herhangi bir uyarı işaretine rastlamak değildi. Orta Kaliforniya yakınlarındaki Parkfield’de yer alan bu iki delik kısaca SAFOD olarak bilinen Derinlerdeki San Andreas Fayı Gözlemevi adlı fay denetleme projesi kapsamında açılmıştı ve araştırmacılar hava sistemleri üstten geçerken havakürenin yavaşça değişen ağırlığının derinlerdeki kayalıklarda da herhangi bir sıkışma ve basınça yol açıp açmadığını anlamaya çalışıyorlardı. Değişim sonucunda kayalıklarda oluşacak gerilim, kuramlar ve deneyler gereğince, kaya üzerindeki minik çatlakların ya ansızın kapanmasına ya da yarılmasına neden olmalıydı. Bu da, daha sonra araştırmacıların bir delikten ötekine aktardıkları yapay sismik dalgaların hızını ya arttırmalı ya da yavaşlatmalıydı. Araştırmacıların söz konusu atmosferik basınç etkisine tanık olmaları onların gerçekten de bir kilometre derinlikteki gerilim değişimlerini ölçtüklerini açıkça gözler önüne sermekteydi. Ne var ki, gerilimde meydana gelen daha büyük değişimlere işaret eden bir başka belirtiye de tanık oldular. Bu da o bölgede Aralık 2005’te meydana gelen iki küçük depremden saatler önce başlayan sismik dalga hızındaki büyük çaplı düşüşlerdi. Dalgaların hızı ilki 3.0 ikincisi 1.0 büyüklüğündeki iki deprem sırasında da düşüşünü sürdürdü. Hız ancak depremden birkaç gün sonra normale döndü. Depremler genelde büyük miktarlarda gerilimin koyverilmesine neden olur. Ancak bu iki durumda gerilim, görünüşe bakılırsa, depremden önce değişmeye başlamıştı. Bu değişim ardından gelen depremler tarafından tetikleniyor olsaydı, pekâlâ bir uyarı işareti sayılabilirdi. Onlarca yılın verdiği düşkırıklığıyla, uzmanlar yine de sakıngan davranmaya özen gösteriyor. Deprem öncesinde gerilimde meydana gelen değişiklikler ile depremler arasında herhangi bir bağlantı var mı? ABD Yerbilimsel Araştırma kurumu deprem uzmanlarından ve araştırma ekibinin üyelerinden William Ellsworth “Olabilir,” diyor ve verilerin peşinden gitmeye değer olduğuna, ancak çalışmaların çok daha kapsamlı bir biçimde yürütülmesi gerektiğine inanıyor. Ellsworth aynı bölgeye yakın bir yerde meydana gelen 2.6 büyüklüğündeki üçüncü bir depremin sondaj sisteminde neden aynı etkiyi yaratamadığının da araştırılması gerektiğine dikkat çekiyor. (Kaynak: ScienceNOW, 9 Temmuz) Kansere karşı nanoparçacıklar Kanserli hastaların, tümörleri yok etmek amacıyla aldıkları ilaçlar bulantı, kilo yitimi ve hatta kalp sorunları gibi yan etkileri de beraberlerinde getirir. Ancak araştırmacılar artık alışılagelmiş dozdan çok daha düşük dozlarla farelerde kanserli hücrelerin yayılımının gemlenebildiğine dikkat çekiyor. B CBT 1117/22 15 Ağustos 2008 u uygulamanın temelinde ilacın çok daha düşük dozlarda ve daha yoğunlaştırılmış biçimde aktarılması amacıyla tümörün çevresindeki kan damarları üzerinde yoğunlaşan mikroskobik bir parçacığın kullanılması yatıyor. Kanseri öylesine ölümcül kılan yayılma yeteneği, bir başka deyişle metastaz, ana tümörün sürekli genişleyen bir kan damarları ağıyla iyice beslenmesini gerektirir. Yeterince beslenemeyen ve yeterli düzeyde oksijen almayan tümörler oldukları gibi kalırlar. Anjiyogenez adıyla bilinen kan damarlarındaki bu genişleme süreci kimi zaman sağlıklı hücrelerde de meydana gelir. Tümörlerdeki anjiyojenezin ayırt edici unsuru tümörü besleyen kan damarlarının iç çeperinde bulunan Avß3 adlı bir hücre alıcısıdır. Kaliforniya Üniversitesi patoloji uzmanlarından David Cheresh önderliğindeki bir ekip yağ bağlantılı bileşiklerden oluşan minik bir parçacık, ya da nanoparçacıkla bu alıcıyı hedeflemeye karar verdi. Araştırmacılar stratejinin geçerli olup olmadığını anlamak için parçacıklara doxorubicin (Dox) adlı kanser ilacından çok düşük dozlar ekleyip bunları insan pankreas ur hücreleri aktarılan farelere enjekte ettiler. Dox DNA’nın kopyalanmasını sekteye uğrattığından, araştırmacılar ilacın etkilerinin yalnızca tümördeki damarlarla sınırlı kalacağını umuyorlardı. Uygulamadan 11 gün sonra, Dox ekli hedeflenmiş nanoparçacığın aktarıldığı farelerde yakındaki bir lenf yumrusuna metastaz oranının av 3 alıcılarına ilişmeyen Dox ekli nanoparçacıklar aktarılan farelere kıyasla yaklaşık %82 daha düşük olduğu görüldü. Avß3 hedefli Dox nanoparçacıklarının aktarıldığı farelerde ana tümörde hafif bir küçülmeye de tanık olundu. Geleneksel kemoterapi uygulamalarında Dox yalnızca hastanın kanına enjekte edilir. Cheresh ve arkadaşları bu uygulamanın farelerde metastazı etkilemediğini ortaya koydular. Nanoparçacıklar olmaksızın istenen etkinin yaratılması için araştırmacılar Dox yoğunluğunu 15 katına çıkartmak zorunda kaldılar. Bu da farelerin ağırlıklarının yaklaşık %18’ini yitirmelerine neden oldu. Daha düşük dozdaki hedef nanoparçacıkların enjekte edildiği farelerde ise kilo yitimi %0.8 kadardı. Cheresh araştırmanın nanoparçacıkların tümörlere karşı benzer etkiyi daha düşük dozlarla sağlayabileceği görüşünü daha da pekiştirdiğine dikkat çekerek, “Bu araştırma ilaçların uygulama biçiminde çarpıcı bir değişime neden olacak,” diyor. Washington Üniversitesi’nden Gregory Lanza elde edilen sonuçların sevindirici olduğuna, ancak hiç de şaşırtıcı olmadığına parmak basıyor ve en iyi sonuçların alınabilmesi için bilim insanlarının tümör anjiyogenezi konusunda çok daha kapsamlı bir bilgiye ulaşmaları gerektiğine inanıyor. (Kaynak: ScienceNow, 8 Temmuz)